Güncelleme Tarihi:
1968 yılında Belfast yakınlarındaki Carrickfergus’ta doğan Adrian McKinty Oxford Üniversitesi’nde felsefe eğitimi aldıktan sonra, New York’a göç etti. Beş yıl boyunca Harlem barlarında, kitapçılarda, şantiyelerde ve Columbia Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesi’nin bodrum katlarında çalışarak yaşamını sürdürdü. 2001’de bir lisede İngilizce öğretmenliği yapmak için Denver’e taşındı. Yazmaya burada başladı. İlk romanı ‘Dead I Well May Be’, 2004 yılında Ian Fleming Çelik Hançer Ödülü’ne aday gösterildi. Aynı yıl içerisinde iki roman yayımlayacak kadar üretkendi. 2008 yılında eşi ve çocuklarıyla birlikte Melbourne’e (Avustralya) yerleşti ve sadece yazarlıkla geçinmeye başladı. Sonunda aradığı başarıyı 2012 yılında yayımlanan ‘Soğuk Toprak’ ile yakaladı. Sean Duffy serisinin ilk romanı olan ‘Soğuk Toprak’ birçok ödüle değer görüldü ve The Times tarafından yılın en iyi suç romanları listesine seçildi. Her yıl yeni bir macerası yayımlanan Sean Duffy serisi gerek okuyuculardan gerek edebiyat çevrelerinden gördüğü ilgiyle McKinty’e uluslararası bir şöhret kazandırdı.
TALİHSİZ CESETLER
1981 yılı mayıs ayının yağışlı ve serin bir gününde isyancılarla polis güçleri arasında çatışmaların yoğunlaştığı Belfast’tayız;
“İsyan artık kendine özgü bir güzelliğe bürünmüştü. Gökyüzündeki hilalin altında, yangınlardan yükselen alev dilleri. Kızıl izler bırakan gizemli eğriler. Plastik mermi atan tüfeklerin namlularından çıkan fosforlu ışıltılar. Uzaktan uzağa, torpillenmiş bir geminin ambarındaki tutsakların çıkardığı seslere benzeyen bağırışlar. Sırılsıklam ıslıklarla havada kıpkırmızı uçuşan molotofların geçit vermezcesine yerde patlayışı. Her yerde helikopterler ve onların spot ışıklarının öte dünyanın sevgilileri gibi birbirine kavuşması. Tüm bunlar petrole bulanmış bir Belfast yağmuru altında olup bitiyordu.”
Gördüklerini nakleden anlatıcı, aynı zamanda romanın/serinin kahramanı Sean Duffy; çaylak bir komiser yardımcısı. Bütün polis teşkilatı hapisteki IRA militanlarının başlattığı açlık grevlerinin tetiklediği isyan nedeniyle alarm halindeyken alır ilk cinayet haberini. Ve başmüfettiş tarafından olayı aydınlatmakla görevlendirilir. İçinde bulundukları olağanüstü durum nedeniyle -basit bir cinayet vakası için- ne yeterli eleman ne de maddi kaynak vardır elinde. Kendisini kanıtlamak isteyen bir çaylak polis olarak işe koyulan Duffy, adli hekimden gelen bulguların ışığında olayın çifte cinayet vakası olduğunu ortaya çıkaracaktır. Üstelik her iki maktül de eşcinseldir. Duffy ortada bir seri katilin dolaştığından şüphelenir, eğer öyleyse Kuzey İrlanda’daki ilk seri katil vakası ile karşı karşıyadır.
Bir süre sonra ortaya çıkan bir kadın cesedi işleri iyice karıştırır. Duffy, İrlanda’da birbirine düşman bütün kesimlerin ve hatta İngiltere istihbaratının da dahil olduğu karmaşık ve çirkin bir gerçekliğin içine düştüğünü fark eder. Elliot’un bir şiirinin çağrışımıyla “Aynaların çoraklığında yüzler yansımanın yansımasından ibarettir” diye düşünecektir, “Ve hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” Öyleyse başka bir akıl yürütmeye gitmelidir; tıpkı mahkeme konuşmalarına her zaman “Kimin yararına?” sorusuyla başlayan Cicero gibi... Duffy de bu cinayetlerin kimin yararına olduğunu çözdüğü zaman katille yüzleşecektir...
BU ÜLKEDEN UZAĞA
Adrian McKinty uzun soluklu bir seri için -gerek tarihsel dönem gerek coğrafya açısından- vaatkar bir arka plan seçmiş ve bunlara çok yakışan bir dedektif tiplemesi yaratmış. Dedektif tiplemesi ile başlayalım: Sean Duffy, 30 yaşında, 1.80 boyunda, 70 kilo ağırlığında, koyu teni, koyu kıvırcık saçları, lacivert gözleri ile yakışıklı bir adam. Katolik bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Ayaklanma döneminin başladığı 1969 yılında tam burslu olarak psikoloji okumak için Belfast Queen’s Üniversitesi’ne gitmiş. Başarılı bir öğrencilik dönemi geçirmiş. Öyle ki üniversitede akademisyen olarak kalabilir veya İngiltere’de iyi bir iş bulabilirmiş. Ne var ki doktora programına devam ettiği 1974 yılında öğrencilerin gittiği bir barda patlayan ve etrafı mezbahaya dönüştüren bombaya duyduğu öfke bambaşka bir mecraya sürüklemiş onu; “İşte o anda. işte o anda bu çılgınlığa bir son verme yönündeki çabaların küçük de olsa bir parçası olmaya karar verdim. Ya defolup gidecek ya da bir şeyler yapacaktım.” İkincisini seçmiş ve polis teşkilatına katılmış. “Ve şimdi, yedi yılın ardından, yani sınır karakolu görevi, cinayet masası eğitimi, bir çocuk kaçırma vakası, yüksek profilli bir eroin çetesinin çökertilmesi ve çeşitli cinayet soruşturmalarının ardından terfi alıp kısa süre önce Carrickfergus’taki görece güvenli RUC karakoluna komiser yardımcısı dedektif olarak atanmış.”
Protestanlar arasında yaşayan Katolik bir dedektif, Katoliklerle Protestanlar arasında kanlı savaşların yaşandığı Belfast’ta bir anormalidir ve özellikle de polis olduğu için her iki tarafın hedefidir. Sean Duffy, ülkesinin geçirdiği bu korkunç zamanda bir yandan hayatta kalmaya çalışırken diğer yandan cinayetleri çözmeye çalışıyor. Onun psikolojisi ve düşünceleri ile ortamın atmosferi sıkı sıkıya ilişkili ve bu da hikâyenin hem polisiye hem de siyasi yanının birlikte akmasını sağlamış. 30 yaşındaki Duffy’nin hissettiklerinin ve gördüklerinin yazar Adrian McKinty’nin on üç yaşındayken tanıklık ettiği olayların ve yaşadığı sokakların yansıması olduğunu eklemek gerekir. McKinty bu gerçeğin altını çiziyor bir söyleşisinde;
“Ve yıllar sonra bunu düşünüyordum, sonunda anladım. Olan şey, aslında, aslında hayatımın ilk defa gerçek olduğuydu. Aslında kalbimde bir şey ifade eden bir hikâye anlatıyordum. Bir çocuğun gözünden gördüğüm bu dünya, korkmuş bir çocuk. 13 yaşındaydım, caddede silahlarla dolu bu korkunç korkunç adamlar vardı... Sonra anladım ki evet, Duffy kitapları bunu yansıtıyor, çünkü bu dünyayı, bu korkunç dünyayı ve insanların yaşadığı bu gerçek duyguları taşıyor.”
Kısacası, “Beni İrlanda’dan, hep kavganın, hep ikiliğin olduğu ama hiçbir zaman sentezin olmadığı bu ülkeden uzağa götürün” diyen Duffy’nin şiddetten ve çatışmadan bezmiş ruh hali ile üniversiteyi bitirir bitirmez ülkesinden ayrılan yazarın ruh halinin örtüştüğü çok açık. Buna ek olarak yazarın ve kahramanının siyasi görüşlerindeki benzerlik de önemli. Duffy, savaşan tarafların hiçbirine yakın hissetmeyen, açlık grevlerinde hayatını kaybedenler için üzülen, İngiltere’nin politikalarını eleştiren, şiddetin ardındaki ekonomik nedenleri gören ama İrlanda milliyetçiliğine ve muhafazakârlığına da karşı olan bir adam. Adrian McKinty, muhafazakârlığın oynadığı rolü açığa çıkarmak için cinayet kurgusunu eşcinsellik üzerinden derinleştirmiş.
Dönemin karakteristiklerini sergileyebilmek adına gerçek olayları (ki buna Ağca’nın Papa suikasti de dahildir), şahıs isimlerini, yer ve sokak adlarını, popüler şarkıları, kültürel referansları yerli yerinde kullanarak romana tarihi bir zenginlik katan McKinty’nin asıl başarısı Belfast’ın klostrofobik ve huzursuz atmosferini çok iyi hissettirebilmesi. Polisiye işlemlerden kent tasvirlerine geçtiği bölümlerde dili de temiz bir işçilikten usta bir yazarlığa evriliyor.
Roman boyunca siyasi olay ve yorumlar Duffy’nin iç gözlemleriyle veriliyor. Ancak anlatının gücü ve akışını bu gözlemlerle kaybetmemeye özen gösteriyor McKinty. ‘Soğuk Toprak’ kirli savaşların karanlık dünyasını -1980’ler İrlandası özelinde- toplumsal hayatıyla, şiddetiyle, cinselliğiyle, siyasetiyle birlikte ortaya koyan mükemmel bir polisiye örneği...
SOĞUK TOPRAK
Adrian McKinty
Dipnot Yayınları, 2018
Çeviren: Osman İşçi
384 sayfa, 30 TL.