Güncelleme Tarihi:
‘Flanöz’ü (Nebula Kitap) okuyorum. Hiç tanımadığım Lauren Elkin önce flanöz sözcüğünün geçmişini, kökenini kurcalamış: “Şapkalı a’lı ve kıvrımlı eur’lü o zarif, tekil ve Fransızca kelimeye, flâneur’e ilk nerede denk geldim. Acaba?” (Doğacan Dilcun Doğan’ın çevirisi: pürüzsüz bir çeviri.)
Çoğu kez olduğunca, yine anılar sağanağı: Değerli dostum Ahmet Cemal, Walter Benjamin’in ‘Pasajlar’ıyla boğuşuyor; flâneur’e Türkçe karşılık arıyoruz; Baudelaire bir flâneur’müş! Sonunda aylakgezerde karar kılmıştı Ahmet. ‘Pasajlar’dan uzunca bir bölüm, 12 Eylül sonrasının karabasanlı günlerinde Yazko Çeviri dergisinde yayınlamıştı…
‘Flanöz’, alt başlığıyla ‘Şehirde Yürüyen Kadınlar’ çok güzel bir kitap. Deneme mi, araştırma mı, izlenimler mi? Lauren Elkin bütün türleri iç içe geçirmiş. Ayrıca, kendi kişisel yaşamından anılarla bezemiş. ‘Flanöz’ de roman tadında okunuyor. Ben henüz 177. sayfadayım.
Elkin’in New York’ta geçen çocukluğu ve ilkgençliği. Ama yörekenteki bu yaşama, bana günümüz Türkiye’sinde büyükkent sitelerini hatırlattı, yeni zamanın bütün bütün gündelik hayattan soyutlanmış yeni konakevler dünyasını: “Bu, tüm çeşitliliğiyle var olan topluluktan ayrılıp aynı kafada insanların arasında yaşamak isteyenlere dair bir hikâye.”
Laura Elkin o hikâyeyle yetinemiyor ve Paris’e, Paris ‘kafe’lerine açılıyor. İşte Jean Rhys tam o sırada karşımıza çıkıyor, yirminci yüzyıl edebiyatının en çok sevdiğim yazarlarından biri olan Jean Rhys.
Daha önce yazmıştım: Jean Rhys’in romanlarını, öykülerini okudukça çarpılıp kalmıştım. Pınar Kür’ün çevirilerine borçlu olduğum bu kitaplar, özellikle ‘Ayrılıktan Sonra’ ve ‘Günaydın Geceyarısı’ sık sık yeniden okuduğum yapıtlar oldu. Bir yoğun acı akıyordu Jean Rhys’ten. Daha ilk cümlelerde her şeyin kaybedişten başka bir şey olmadığını duyumsuyordunuz.
‘Flanöz’deki Jean Rhys gerçeklikte yaşadıklarıyla dile getiriliyor. Bir tür ‘biyografiden esere’ çözümleme. Ve Elkin bize yepyeni bir Jean Rhys tanıtıyor: Acısı daha ezgin, daha yıpratıcı. Paris kahvelerinde hem kendisi hem roman kişileri belirip kaybolan bu acı insan için Elkin’in saptayımı: “Bu da hayatında o sıra ne gibi bir mutsuzluk olursa olsun, her seferinde içkiye sığınmasının sebebi gibi geliyor bana.”
Sonra Londra’da, Mrs Dalloway’le ilişkilendirilmiş Virgina Woolf çıkacak karşımıza. Son elli yılda Virginia Woolf için çok yazıldı çizildi, o kadar ki, yapıtı handiyse elementlerine ayrıştırıldı. Bugün herhalde Joyce’tan çok daha fazla okunuyor ‘Yıllar’ romancısı. Böylesine bilinen, sevilen eşsiz bir romancıyı, şair-romancıyı yeni yorumlarla kuşatmak zor diye düşünüyordum.
Ama Elkin, Woolf’un yaşamından ve yapıtından özümseyerek, yalınlıkla şu yorumu getirmiş:
“Thoby 1906’da tifüsten öldü. Vanessa 1908’de evlendi. Bir şeyler değişir ve biz de onlarla birlikte değişmek zorunda kalırız. Woolf’un eserlerinin bize öğrettiği tek bir şey varsa, o da budur. Zaman geçer.”
Durup kaldım: Naciye Akseki çevirisi ‘Deniz Feneri’ni okuduğumdan bu yana ne çok zaman geçti! Ne çok şey değişti! Ben de git git değiştim, belki de yıllarda kayboldum…
Behiç Duygulu’yu anmak..
Kitaplığımı yeniden düzenlemeye çalışırken, unutulmuş, hakkı yenmiş Behiç Duygulu’nun üç hikâye kitabı çıktı karşıma: ‘Ağlama N’olur’ (1961), ‘Sırtlan Bayırı’ (1963), ‘Gölgede Gezintiler’ (1973). Genç yaşta yitirdiğimiz Duygulu, Ödemiş’te kitabevi sahibiymiş. İstanbul’dan uzakta sürdürdüğü hikâyeciliğinde iç yalnızlıkları, taşradaki tekdüze yaşamanın sancılarını hep şiirden beslenmiş bir anlatımla kaleme getirdi. Onun son emeklerinden ‘Çıngıraklar’ düzyazımızda bir dorukken, bugün anılmıyor bile. Öyle sanıyorum ki hikâyelerinin yeni basımı da gerçekleştirilmedi. ‘Gölgede Gezintiler’i içim titreyerek yeniden okudum…