Güncelleme Tarihi:
Aslında her şey biraz aşktan! Travmalar, üzüntüler, mutluluklar, umutlar... O yüzdendir belki içinde aşk olan kitaplar her zaman seviliyor. Türkiye’de bu işin ustalarından biri de Kürşat Başar. Pek çok kişinin biten ilişkisinin ardından ‘Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum’ dediği muhakkak ya da geleceğe bir umutla ‘Konuştuğumuz Gibi Uzaklara’... Bu kez ‘Aklımda Hep Sen’ adını veriyor romanına Başar. Adından da belli, başrolde aşk var. Hem de yıllara, yollara, mesafelere meydan okuyan bir aşk.
Romanın kahramanı Ebru. Tekdüze hayatları Ebru 12 yaşındayken babasının çekip gitmesiyle değişiveriyor. Ondan kalan boşluğu anneannesi Sare Hanım dolduruyor. Kızının zaten evlenmesini istemediği bir adam tarafından terk edilip ortada bırakılmasına tepkiyle onları Emirgân sırtlarındaki ‘masal evi’ne alıyor ve yeni bir hayata başlıyorlar. Aslında yeni bir hayata başlayan Ebru oluyor. Çünkü mükemmeliyetçilik takıntısıyla annesinin kuralsız evinde kendine bir evren kuran Ebru’nun annesiyle; kendi olmaktan vazgeçmeyen anneannesi bildikleri gibi davranmaya devam ediyorlar.
Romanın en renkli kahramanı Sare Hanım. Karısına eziyeti alışkanlık haline getirmiş eşinin felçli geçen yıllarında ona destek olan, ölümünün ardından hayatını başka bir yöne evrilten güçlü bir kadın... Bahçeli, güzel evinde sürekli sanat günleri düzenliyor. Dönemin önemli yazarlarını, şairlerini, ressamları ağırlayıp onlarla kimi zaman sohbet kimi zaman meşk ederek geçiriyor kalan ömrünü. Masasından neşe, kafasından özgürlük, yüreğinden gençlik hiç eksilmiyor. Gösterişten değil yürekten, düşünceden feminist. Kızının domestik halleri üzüyor onu. Umudunu torununa bağlıyor. Ona anneanne olmanın yanı sıra ilham oluyor, hiç rahatsızlık vermeden rehberlik ediyor. Üç kadının kurduğu bu evren Ebru’nun gizemli hastalığıyla sarsılıyor. Yazarın adını koymadığı ancak kahramanın hayatını zora sokan bir hastalığı var. Kürşat Başar hastalığın kahramanın hayatına yaptığı etkileri anlatıyor ama derine girmiyor. Ve bu da bana kalırsa ’Aklımda Hep Sen’i, son dönem bazı yazarların amansız hastalıkları konudan bağımsız olarak tüm detaylarıyla anlatıp okuru olabildiğince acıyla kanırttığı diğer romanlardan olumlu anlamda farklı kılıyor.
Ebru 17’sine geldiğinde bir ressamla tanışıyor, anneannesinin masasında. Liseden mezun olduğu o yaz büyük bir aşk yaşıyor Ebru. Sonrası hüzün... Ebru hayal kurarken hayat bambaşka bir plan yapıyor genç kahraman için. Önce yakın arkadaşı Tolga’yla Londra’ya okumaya gidiyor. Anneannesi hastalanınca dönüyor. Diğer yakın arkadaşı Seda aracılığıyla, kâğıt üzerinde mükemmel bir erkek olan Onur’la tanışıyor. Evleniyor ama hep üç kişilik oluyor bu evlilik. Ressam da onlarla yaşıyor çünkü hiç çıkmıyor Ebru’nun ne gönlünden ne de aklından. İlişki dört kişiliğe çıkınca uyanıyor Ebru, kaçıyor... Burada Başar’dan ters köşe bir sürpriz beklediğimi itiraf etmeliyim. Sanki ilişkiyi dörtleyen kahramanı tanıyor olsaydık ve biraz sarsılsaydık daha güzel olurdu... Tüm bunların sonunda özgürleşmek için çıktığı yolculuktaysa onu başka sürprizler bekliyor. Geçmişle hesaplaşıyor, geleceğe bakıyor... Hayat yine ona sürprizler hazırlıyor.
Yumuşacık, sımsıcak bir kitap ‘Aklımda Hep Sen’. Fon Türkiye olunca ucundan da olsa politikaya, güncel ve felsefi sorunlara değiyor. Hepimizi üzen haksızlıklara bir ufak isyan ediyor. Kadın ve erkek olmayı tartışıyor. Bir kızın hayatına giren tüm insanlarla ilişkilerini masaya yatırarak onu anlamaya çalışıyor. Tutkulu, umut dolu bir aşk anlatıyor. Başar okurunu mutlu edecek, keyifli bir yaz kitabıyla yayın dünyasında adından her zamanki gibi söz ettireceğe benziyor.