Güncelleme Tarihi:
Bu bir aşk romanı. Ama politik bir aşk romanı. Alegori de yok. Siz zaten hiç kaçak güreşmekten hoşlanmadınız, her şeyi adlı adınca söylediniz. Bu romanda da öyle. Böyle anlatmayı tercih etmenizde en önemli neden ne?
Açık seçik olmak, ya da başka bir değişle meselenin özüne bir bıçak gibi en kestirme yoldan gitmek hep benim tarzım olmuştur. Bu romanda da aynı yolu izledim sanıyorum. Roman insanı, insanları anlatır ama aynı zamanda geri plandaki fonda kahramanları oluşturan, onlara biçim veren toplumsal kanaviçe, koşullar da verilmelidir ki, böylelikle o kahramanların davranışları, bakış açıları, öyküyü sürüklerken takındıkları davranışlar da anlam kazanmış olsun. Edebiyatta, sinemada sayısız kez tekrarlanmış bir konu olan, zengin bir kızla zengin olmayan bir erkeğin aşkı, zenginlik, zenginliğin mantığı, servetlerini koruma kaygıları anlatılmadan doğru ve gerçekçi olarak yansıtılamaz. Aralarında uçurumlar olan, farklı yaşamlara ait aşıklara ait büyülü, hiçbir şeyin bozamayacağı, korunaklı bir dünya yok. Var sananlar saflardır. Eşitlik olmadan özgürlük mümkün değil. Aşk, söz konusu olduğunda da durum böyle.
Çetrefil bir öyküyü yaklaşık bir yıl içinde kaleme almışsınız. Yazma süreciniz nasıldı?
Aslında bir yıldan daha uzun zaman aldı, neredeyse iki yıl. ‘Mermer Köşk’ün yazdığım en hacimli romanlardan biri olduğunu da belirtmeliyim. Hikâyenin temeli annem tarafından atıldı diyebilirim. Annem sağ iken hep aşk romanı yazmadığımı söyleyerek bana sitem eder, iyi bir evlat olarak onun için şöyle köşklerde geçen, güzel bir kızla, çok yakışıklı bir erkeğin aşkını anlatan, filmlerdeki gibi görselliği olan bir roman yazmamı isterdi. Anneme aslında aşk romanları sayılmasa da içinde güçlü aşklar olan –Yürek Sürgünü, Düş Kırgınları gibi- romanlarımı hatırlatmaya kalksam, bana “Sonu mutlu biten bir öykü istiyorum ben” derdi. ‘Mermer Köşk’ serüveni öyle başladı ama yarı yolda gerçekçilik huyum beni tekrar eski mecraya itti. Aslında roman için tasarladığım sonlarla ihanetimi biraz yumuşatmaya çalıştım ama elimden bu kadarı geldi. Annem beni affetsin. Eğer bir gün filme çekilirse senaristlerle yapımcılar nasılsa sonunu değiştirmek için ellerinden geleni yaparlar. O zaman durumu bir kez daha gözden geçiririm.
Zamanında, Özallar’ın çay davetine gitmekten tiksinen ama ihaleye halel gelmesin diye boyun eğen, şimdi AKP’lilerin kasabalı ahlakını küçümseyen ama ilişkiler önemli diye davetlerine icabet eden zenginlerin ahvali var romanda. Türkiyeli zenginlerin siyasetle ilişkisini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’deki zenginlerin halini –biraz acınası bulsam da- bu gezegenin üstündeki bütün zenginler gibi gerçekçi buluyorum. Zenginlik ya da sermaye hep içgüdüsel bir korku içindedir; servetlerini geleceğe aktarma endişesi taşır; iktidarla her zaman kol kola olmak ister. Hele bizim gibi “Adalet mülkün temelidir” ibaresini yok sayma geleneği olan bir ülkede bu bir anlamda şarttır da. Bizim ülkemizde zenginlikleri bırakın asırları, yüz seneyi bulan zengin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Zenginlerimiz zenginliklerini birkaç on yıl gibi kısa bir sürede –ve mutlaka iktidarların yardımı ve kollamasıyla- elde etmişlerdir. Köklerini eşeleseniz çoğunun büyük kente, özellikle İstanbul’a gelişlerinin çok da eski olmadığını görürüsünüz. Batıda gördüğümüz elit burjuva gelenek ve reflekslerinin bizde gelişmemiş olmasını bir nedeni de bu olmalı. Bir aile en az üç ya da dört nesildir zengin ve kentli olmadıkça onlardan vizyoner olmalarını beklemek hayaldir. Unutmayın, zenginlik sanat ve bilim için harcanmadıkça –tabii dışardan bakanlar için- sevimsiz ve taşralıdır.
Bütün her şey böyle samimiyetsizken, aşk gerçek olabilir mi? ‘Mermer Köşk’te yaşanan aşkların hastalıklı halinin müsebbibi ilk ve en çok para pul meseleleri mi?
Tabii ki aşkların önündeki tek engel para pul değil. Ama kişileri oluşturan şartları biçimleyen para ve pul. Yatılı okulda edindiği komplekslerin üstesinden zenginleşerek gelmeye çalışan bir erkekle, aldığı doğum günü hediyelerinin değeri yüzbinlerce lira olan bir kadının, yoksul sevgilisinin ona hediye almak istediğini duyunca hissettiği derin şaşkınlık. Sevdiği erkeği kendisine hediye alacaklar listesinde görmeyişinin yarattığı şaşkınlıktan söz ediyorum. Bu Öykü’nün hali. ‘Mermer Köşk’ün sahibi ve Demirler Holding’in ikinci varisi olan hastalıklı Ezgi’nin aşkı ise bütün hayatı boyunca nefret ettiği ablasına yönelik düşmanca bir eylem olarak da görülebilir… Romanda öne çıkan bir diğer konu, tutku. Tutku aşk mıdır? Tutku yanıp tutuşmak, kül olmak ister. Tutku kaybolunca aşkın Uğur’la Öykü’nün arasındaki sınıf farkına rağmen devam etmesi mümkün mü? Aşkın sonunda ne var? Aşk yeni bir hayat yaratabilir mi? Mutlu olmayı değil, âşık olmayı seçersen başına ne gelir? Mutlu aşk var mı? Aşkın kalıcı özü nedir? Kendisi mi, acısı mı? ‘Mermer Köşk’ bu soruları da irdeliyor.
Sizin romanlarınızda kadınlar hem daha güçlü hem de daha kötü gibi geliyor bana. Siz ne dersiniz? ‘Mermer Köşk’teki kadınlar gibi kadınların sizin için gerçek hayatta karşılığı var mı yoksa bu ülkede yaşamak kurgulamaya yetti mi?
Edebiyat iyiliğe değil, kötülüğe, günaha meyillidir. Kadınlarım –eğer söylediğiniz doğruysa- o nedenle kötüdür. Anlattığım kadınların – erkeklerin de- gerçek hayatta tabii ki karşılıkları var. Bütün yapmamız gereken çevreye biraz daha dikkatli bakmak. Hem kötülüğe, en çok sevdiğimizde bile rastlayabiliriz; doğal bir yapısı vardır. İyilik sonradan edinilir. Bu arada birçok kötülüğün aslında iyilik kavramından doğduğunu da hatırlatmak isterim. Neslihan Hanım, Uğur’la kızı Öykü’nün aşkına karşı çıkarken aslında ona iyilik yaptığına inanıyordu.
Aşkın bir sınıf meselesi olduğunu düşünüyor musunuz?
Âşık olmakta sınıf farkının o denli önemli olduğuna inanmıyorum. Tutku oldukça, elde etmek, sahip olma dürtüsü iş başındayken kralın kızı ya da oğlu, çobanın oğlu ya da kızına âşık olabilir. Sorun sonrasında –ki romanlar da bunu ele alır- birlikte olma, evlenmek gibi konularda ortaya çıkıyor. İşte o zaman sınıfsal farklılar aşıkların önüne aşmak zorunda kaldıkları engeller olarak önlerine çıkıyor. Ama etrafınıza bakın, gerçek hayatta zenginler zenginleri seviyor, onlarla gelecek tasarlıyorlar. Kestirmeden söylersek, zenginlik yoksulluğu eş bulmak da değil, sömürmekte kullanır. Sınıfsal farklılığın yarattığı çelişkiler gündelik hayatımızda bu günlerde biraz geride kalmışa benziyor. Çünkü şimdi etnik temele dayalı, yaşam tarzına yönelik çelişkiler daha ön planda. Ben bunları neredeyse on bir yıl önce Fay Kırığı üçlemesinde yazdım.
‘Mermer Köşk’ten sonra okuru neler bekliyor, neler yazmayı planlıyorsunuz?
İlki, bir kadının başka bir kadına duyduğu aşkı, acılarını anlatan kısa bir roman. İnsan bir cinsi mi sever yoksa bir başka insanı mı? İki kadın arasındaki aşk, Romeo Jülyet aşkı gibi olabilir mi? Sanırım yaza bitiririm. Sonra da bilim kurgu, -belki distopik olarak da sınıflandırabiliriz- yazacağım. Aylardır astrofizik konusunda araştırmalar yapıyorum. Eğer sağ olursam sonra da bir dedektifi olmayan bir dedektif romanı yazmak isterim…
Mehmet Eroğlu
İletişim Yayınları, 2017
513 sayfa, 33,50 TL.