Aşk ve edebiyatla birleşen isyanın romanı

Güncelleme Tarihi:

Aşk ve edebiyatla birleşen isyanın romanı
Oluşturulma Tarihi: Ocak 18, 2018 17:45

Merakla beklenen kitaplar listelerinin gediklilerinden ‘Dünyanın Sonundayız’, nihayet Türkçede. Üç kitaplık seriyi bu eseriyle başlatan Lidia Yuknavitch ile kitabın çevirmeni Tülin Er konuştu: “Sevgililerimizi, eşlerimizi, çocuklarımızı sevdiğimizi söylediğimiz kadar içten biçimde gezegeni de seversek neler olabilir? Kendimize anlattığımız hikâyeler her şeydir.”

Haberin Devamı

Edebiyat, insana ayna tutar. Bu bağlamda eko-kurgu, dünyamızın özellikle son yüzyılda iyice iç karartmaya başlayan ahvali sonucu ortaya çıkmış bir tür. Lidia Yuknavitch’in son romanı ‘Dünyanın Sonundayız’ da eko-kurgunun en güzel ve isabetli örneklerinden biri.
Gidecek başka yeri, soluyacak başka havası varmış gibi dünyayı sorumsuzca tüketen bir avuç seçkinin kaçıp saklandığı CIEL’de (uzayda başıboş dolaşan bir uzay gemisi de diyebilirsiniz) bir grup isyancı, güzel bir hayalle dünyaya ikinci bir şans vermek için yola çıkar. Özellikle greft tekniğiyle (saç ekimi benzeri bir işlem) bedenlere işlenen Jeanne’ın hikâyesi, onlara bir yol haritası çizer.
Lidia Yuknavitch’in güçlü betimlemeler, şiirsel bir üslupla kaleme aldığı ‘Dünyanın Sonundayız’, aşkla, edebiyatla birleşen bir isyanın güzelliğini hatırlatıyor...

‘Dünyanın Sonundayız’, Jeanne d’Arc’ın hikâyesine dayansa da ona çok farklı bir açıdan yaklaşıyor: Beklenenin aksine, roman gelecekte geçiyor. Bize bu kitabın hikâyesinden biraz bahseder misiniz? Jeanne d’Arc’ı ilk kez ne zaman duydunuz? Ayrıca bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
Jeanne d’Arc ismini ilk duyduğumda beş yaş civarında olmalıyım -ablam ve ben Katolik olarak yetiştirildik ve ablam kendine ‘Joan’* göbek adını seçmişti (*Türkçede Fransızca orijinalinde olduğu gibi Jeanne d’Arc olarak geçen isim, İngilizcede Joan of Arc olarak kullanılmaktadır). Yani, bu olağanüstü kadından ilk kez bir masalmış ya da bir çocuk hikâyesiymiş gibi haberim oldu. Onun hayalini kurdum. Ergenliğe vardığımda, onun benimle konuştuğuna dair çok canlı bir rüya gördüm. Rüyada evimiz yanıyordu, ben de beş yaşında falandım ve Jeanne d’Arc evin karşısında benimle birlikte durup şöyle dedi: “Kimse kurtarmayacak seni. Kaç.” Pek çok insan gibi ben de şiddet ve istismar içeren bir aile ortamında yetiştim. Fırsatını bulduğum anda oradan kaçtım ve büyük ihtimalle, böylece kendimi kurtardım. Bütün doktora çalışmam boyunca (tezim/ kitabım, savaş ve anlatımı hakkındaydı) onun hayatından ve hikâyesinden etkilenmeyi sürdürdüm. Yine de onun hikâyesini ele alabilmek için yeterince iyi bir yazar olmayı beklemem gerekti. Dikkat çekmek istediğim bir şey var: ‘Onun hikâyesini yazmak ya da yeniden yazmak’ değildi benim niyetim. İstediğim, onun hayatını, bedenini ve hikâyesini, tümüyle yeni düşünce ve hayal etme biçimlerine açılan bir kapı olarak görmekti.

‘Dünyanın Sonundayız’, bir distopya olarak kategorize ediliyor. Ama şahsen, onu pek böyle adlandıramıyorum. Çünkü isyancıların umut dolu ve her şeye rağmen ortaya koydukları direnişi, bir tür ‘umut ışığı’ içeriyor. Tüm bu iklim değişikliği vs. dolayısıyla Dünya’nın geleceğinin bugünden pek de iyi görünmediğinin hepimiz farkındayız ve kitapta isyancılar, Dünya’ya ikinci bir şans vermek için CIEL’i yok etmeye çalışıyorlar. Bu açıdan bakınca, kitabın distopik olduğu kadar ütopik bir roman da olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet! Aynı fikirdeyim! Distopik bir roman olması gibi bir niyetim yoktu. Savaşın, Tanrı’nın, aşkın hikâyesini, onları tarihten miras aldığımız ve yeni anlamlara özgürlük kazandırma çabasıyla kendimizi onlara saplanıp kalmış bulduğumuz şekilde yazıyordum -mesela, sevgililerimizi, eşlerimizi, çocuklarımızı sevdiğimizi söylediğimiz kadar içten biçimde gezegeni de seversek neler olabilir? Kendimize anlattığımız hikâyeler her şeydir.

Kitabınızdaki karakterlerin çoğu, tarihteki gerçek karakterlerden esinlenme: Jeanne, Jeanne d’Arc; Christine, Christine de Pisan; Jean de Men, Jean de Meun. Trinculo’ya gelince, onu da esinlendiğiniz bir karakter var mı? Bir de onun aktivizmini özellikle sevdim: Jean de Men’in gücünü yıkmak için yaptığı icatlar ve tüm o romantizmi...
Evet, hepsi doğru. Trinculo, Shakespeare’in ‘Fırtına’sından (en sevdiğim Shakespeare oyunudur) bir karaktere dayanıyor. Trinculo ayrıca Uranüs’ün bir Ay’ı, doğal bir uydusudur. Bir de Trinculo, Miranda uydusunda yer alan bir kraterin adı. Trinculo, kendi içlerinde çelişseler bile aşkın tüm biçimlerine inanıyor -bir şekilde Eros’u hep ölümün / Thanatos’un karşısında tutuyor.

Bugünlerde herkesin kadınların bedeni konusunda bir fikri var -nasıl görünmeliyiz, ne giymeliyiz, nasıl olmalıyız... Kitapta anlatılan greftleme çok çarpıcı ve Christine’in özgürlük mücadelesi hayranlık verici. Şöyle diyebilir miyiz: İnsanların bedeni özgür olmadıkça Dünya da asla özgür olamayacak veya Dünya’nın bedeni (yani jeoloji) özgür olmadıkça insanlar da özgür olamayacaklar...
Evet. Bence son derece haklısınız. Acı çeken bedenin korkunç sefaletiyle ya da yoksullukla karşı karşıya duran kapitalizm süsleri resmen midemi bulandırıyor. Ve evet, Dünya’nın bedeni, o coğrafi beden, insan bedenleri gibi sahiplenilip işkence görüyor, hapsedilip sömürülüyor. Gerçekten de -romanlar buna kolay bir cevap sunmasa da- ‘beden nedir’ sorusunu ortaya atmak istiyorum. Bence bu, üstünde durulmaya, hakkında konuşulmaya değer bir soru.

Kitabın finali bende devam edecek duygusu uyandırdı. Böyle bir planınız var mı? Yoksa onu okura bırakmayı mı tercih edersiniz?
Buna sevindim! ‘Dünyanın Sonundayız’ üç kitaplık bir fikir (diğer ikisi: ‘The Book of Leone’ ve ‘The Book of the Earth’). Sadece bu fikrimi henüz kimseyle konuşamadım!

DÜNYANIN SONUNDAYIZ 

Aşk ve edebiyatla birleşen isyanın romanı

Lidia Yuknavitch
Çeviren: Tülin Er
Çınar Yayınları, 2018
292 sayfa, 25 TL.

BAKMADAN GEÇME!