Güncelleme Tarihi:
“Bir kadın işyerinde, geçtiği mahallelerde, uğradığı derneklerde dikkat etmesi gereken erkekleri en kısa sürede tespit eder.”
Kadınlar yıllar boyunca var olduklarını anlatmak zorunda kaldılar, kendilerine ait bir odayı kurabilmek için mücadele dolu bir tarih yazdılar ve yazmaya devam ediyorlar. Hiçbir kazanım kolay olmadı; eğitimden işe, siyasetten edebiyata sürekli olarak varlıklarını kanıtlamak zorunda oldular. Mücadelenin kadınlar için devam ediyor olmasının altında yatan en temel sebep ise açık veya örtük kadın düşmanlığı. Bu durumu tarihsel bir perspektiften ele alan Maurice Daumas’ın ‘Kadın Düşmanlığı’ adlı kitabı Barış Behramoğlu’nun çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı.
Kadınların zaman içinde birer cadı olmadıkları anlaşılırken, yakılmaktan kurtulsalar da bugün hâlâ cinayete veya sıradanlaştırılan şiddete maruz kalmaktalar. Yıllar içinde kadına duyulan korku kısmen azalırken, kadın mücadelesi güçlenerek kuşaktan kuşağa aktarıldı. Ancak tüm bu mücadele tarihine rağmen, hâlâ kadın düşmanlığını ve feminizm karşıtlığını görüyoruz. Üstelik çok güçlü biçimde karşımızda duruyor. Kendisi de tarihçi olan Daumas, kadın düşmanlığının kökenlerine inerken, bugüne uzanan bir tarihsel perspektifte feminizm karşıtlığının güncelliğine dikkat çekiyor. Bugün feminizm karşıtlığı dalga dalga yayılmakta. Kadın düşmanlığının -mizojini- kökeninin ise çok daha eskilere, ilk moderniteye yani Rönesans’a dayandığını ortaya koyuyor yazar.
Rönesans’la birlikte edebi alanın, kadın düşmanlığı için besleyici bir alan olduğuna dikkat çekiyor Daumas. Öyle ki kadının ilerleyişine olan karşıtlığın örtük hallerinden biri ‘kadınlara gerçek ama alt kademeden bir yer vermek’ ki bu duruma güncel örnekler bulmak hiç zor değil. Jüri başkanının çoğunlukla erkek olduğu ödül jürilerinden veya tiyatrodaki yan rollere, kültür alanındaki yöneticilere uzanan geniş yelpazede örnekleri çoğaltmak mümkün. Yazar, kadın düşmanlığının iki türlü geliştiğine dikkat çekiyor. İlki, eşitliğe bilinçli bir şekilde karşı çıkarak; ikincisi ise belki de daha tehlikeli olan, farkında olmadan içinde yoğrulduğumuz görünmez veya kuşatıcı kadın düşmanlığı. Daumas’ın belirttiği haliyle kadınlara saldırının en çok şiddetlendiği dönem ortaçağın sonu olarak görünüyor.
Maurice Daumas’ın araştırmasının tezlerinden biri, evliliğin kuşatıcı yönü. Yazara göre evlilik yoluyla kadın, ailesinden ve hatta arkadaşlarından koparılıyor ve adı da kendinden sökülüp alınıyor. Doğurganlığı, sadakati ve sevgisini başka bir aileye vermesi bekleniyor. Daumas bu durumu, yani evliliği bir tür ‘kök sökme’ işlemi olarak ele alıyor. Ve yazara göre bu halin çoğu zaman aşk adına gerçekleşmesi evlilikte eşitsizliği güncel kılan başlıca unsurlardan.
Araştırmadaki önemli saptamalardan biri de feminizme geliyor. Feminizmin bir an’la ilintili olduğunu belirten yazar, yaşamın içerisinde feminist bir an olduğuna dikkat çekiyor. Genellikle nasıl feminist olduğumuzun hikâyesinin kişisel bir dram, bir karşılaşma veya aniden bir olgunlaşma ile başladığına işaret ediyor.
Kadın düşmanlığı ve feminizim karşıtlığı meselesi sosyolojik açıdan farklı araştırmalarla daha önce de ele alındı. Daumas’ın araştırmasında yeni olan, konuya tarihsel perspektiften yaklaşması olurken tezi, toplumsal cinsiyet tartışmalarıyla birlikte cinsiyetler arasındaki eşitsizliklerin ortadan kalkacağı fakat erkek egemenliğinin devam edeceği yönünde. Bu, kadınların önündeki en büyük tehditlerden biridir. Daumas’a göre cinsiyet eşitliği yönünde hızla adım atıldığı duygusu ne kadar güçlü olursa, toplum da erkek egemenliği konusunda o kadar körleşmektedir.
KADIN DÜŞMANLIĞI
Maurice Daumas
Çeviren: Barış Behramoğlu
Kırmızı Kedi Yayınları, 2020
232 sayfa, 22 TL.