Güncelleme Tarihi:
Batı’daki ‘Doğu merakı’ Binbir Gece Masalları’nın 17’nci yüzyılın sonunda Fransızca ve sonra İngilizceye çevrilmesiyle başlamıştı. Bir zaman sonra da bu merak modaya dönüştü. Özellikle İngiliz ve Fransız soyluları için Doğu seyahati ‘olmazsa olmaz’ bir ritüel oldu. Buharlı gemilerin de (trenlerin) icadıyla mesafeler iyice kısaldı. Seyahatnameler zamanla başlı başına bir külliyat haline geldi... Bilim insanları da kendi özel amaçları için geziler yapmaya başladı. Bunların bir kısmı devlet destekliydi. Bilim insanları ve gezgin kâşiflerin elçilik heyetlerinde yer alması zaten öteden beri önemli bir diplomatik âdetti. Doğabilimci Pierre de Tchihatchef (Çihaçef) de bu âdet üzere 1845’te İstanbul’daki Rus elçiliği maiyetine gelmiş. Çihaçef, aslında bir Rus prensi... Berlin, Münih ve Paris’te jeoloji eğitimi almış. Bunu Petersburg’da zooloji, botanik ve astronomi dersleri izlemiş. Sibirya’nın da ‘Küçük Asya’ dediği İstanbul’dan Mısır’a uzanan bölgenin jeolojik, botanik, zoolojik incelemelerini içeren eserleri literatüre geçmiş...
Çihaçef’in kaleme aldığı ‘Boğaziçi ve İstanbul’, 1864’te yayımlanmış. Bu, klasik bir gezgin-seyyah kitabı değil. Çihaçef’in önceki eserleri gibi bir bilim eseri. Boğaz’ın Anadolu ve Avrupa kıyılarının jeolojik, zoolojik, botanik ve daha birçok bakımdan analizi yapılmış. Çihaçef, şehrin evcil ve yabani hayvanlarını, meteorolojik verileri olağanüstü bir titizlik ve hâkimiyetle sayıp dökmüş. Bütün ekosistemi mercek altına almış. İlya Repin’in yağlıboya tabloları nasıl en küçük detayı bile atlamamışsa Çihaçef de aynısını kâşif bir bilim insanı olarak yapmış. Sadece İstanbul’u değil neredeyse bütün Anadolu’yu elden geçirmiş. Çihaçef kitabı, Boğaz’ın Almanya ve İsviçre’deki yazlıkların rakibi olduğunu anlatmak için yazdığını belirtmiş. Ama kitaba adını veren ‘Boğaziçi ve İstanbul’, bölümlerden sadece biri... Kitapta birbirinden bağımsız birçok konuya ayrılmış bölüm var. ‘Ankara Keçisi’, bunlardan biri... Çihaçef 23 sayfa ayırmış bu türe. Yünlerinin Anadolu’dan İngiltere’ye, oradan Hollanda ve Hindistan’a uzanan endüstriyel ve ticari serüveni, bu nadir hayvanı Çihaçef için kaçınılmaz bir malzeme haline getirmiş.
ÇAVUŞÜZÜMÜ BAŞ TACI
Çihaçef, gastronomiye de hâkim. Boğaz kenarında yetişen üzümleri sayarken Üsküdar’ın ‘Çavuşüzümü’ aklını başından almış. Zaten kitap boyunca Osmanlı ülkesine dair nadir pozitif yorumlarından biri bu üzüm için: “Bizim en değerli türlerimiz bile çavuşüzümüne yetişemez” diyor. Vedat Milor’u andıran karşılaştırmalı bir üslupla, “Bu üzüm, biçimi ve tadıyla Toscana’nın uva moscedellana’sını, Montauban’ın chasselas’ını hatırlatır” derken neredeyse kendinden geçiyor. Fransa’daki ‘chasselas’ın kökünü çavuşüzümünden almış olabileceğini düşünüyor. ‘Çavuş’ kelimesinin Fransızcaya ‘chauch’ şeklinde girdiğini, sonra kısalarak ‘chass’ olmasının ardından da ‘chasselas’a dönüşmüş olacağını yazıyor. Dikkat çeken bir başka bölüm kuduza ilişkin... Çihaçef, İstanbul ve Rumeli’de kuduz vakasının dikkat çekici derecede az olmasına şaşırıyor. Öyle ki bunu ‘Tanrı’nın Doğu’ya bir lütfu’ olarak görüyor. Küçük Asya’da geçirdiği yıllar boyunca bir tek kuduz vakasına denk gelmediğinin de altını çiziyor.
Çihaçef bilim insanı olduğu kadar da bir diplomat ve devlet adamı... Yani Boğaz’a ilgisi sadece ‘bilimsel’ değil. Osmanlı’ya dair siyasi ve sosyolojik analizleri bunu tasdik ediyor. Bununla birlikte Çihaçef’in bir doğabilimci olmasının yanında sosyal tarih, antropoloji, sosyoloji ve daha birçok sosyal bilim dalında ciddi bir hâkimiyete sahip gerçek bir ‘bilgin’ olduğunu özellikle belirtmek gerekir.