Güncelleme Tarihi:
Söz konusu bir Andreas Steinhöfel kitabıysa büyük olasılıkla bir ötekiyle tanışacağız demektir. Kendisi zor konuları klişelere düşmeden, edebi ve mizahi kaygılardan öden vermeden anlatmadaki ustalığıyla tanınıyor. Bize ‘ötekilerin, farklıların, tuhafların’ ezber bozan hikâyelerini anlatırken umut ve cesaret vermeyi, hayal gücü ve sevginin önemini vurgulamayı hiç ihmal etmedi.
Alman Gençlik Edebiyatı ve Erich Kästner ödüllü yazar son kitabında da bir ötekileştirme, dışlama ve tektipleştirme hikâyesinden yola çıkarak odağına arkadaşlığı koyuyor. Paylaşılan küçücük bir anla, ağızdan çıkan tek bir sözcükle satır aralarında arkadaşlığın tarifini yeniden yapan ‘Pırıltılı ile Kokuş’ okuduğum en güzel arkadaşlık hikâyelerinden biri.
Ama önce iki kader ortağının Çirkin Ördek Yavrusu’na taş çıkartan dışlanma mevzularına göz atmalı. Pırılkediler familyasından Pırıltılı, kardeşleri Noel ve yılbaşını alıp karıştırmışsın gibi parlamasına rağmen kendisi paslı bir madeni para kadar bile parlamadığı için sahibi Bay Balıkçı tarafından sokağa atılıyor. Kokuş’sa kokmaması gereken bir fare türünden geldiği halde çok ama çok pis koktuğu için ailesi tarafından kapı dışarı ediliyor. Evlerinden atıldıkları gece tanışan bu iki kırık kalp, sığındıkları samanlıkta yeni hayatlarına adım atarken bize de bildiğimiz tüm kedi-fare hikâyelerini unutmak düşüyor. Birbirlerini farklılıklarıyla kabul edip yaralarını saran Pırıltılı ile Kokuş’un başlangıçtaki mecburi ilişkisi kısa sürede parıl parıl parıldayan vanilya kokulu bir arkadaşlığa dönüşüyor.
Birlikte dünyanın sonuna doğru yolculuğa da çıkıyorlar, lunaparkta olmadık maceralara da atılıyorlar. Kokuş’un yanlışlıkla uçan balonlarla havalanıp gözden kaybolması kadar olmadık ve komik maceralar hem de... Tabii Pırıltılı gözyaşlarına boğuluyor o gün ama bir şekilde hallediyorlar. Yuvalarında buldukları davetsiz bir yavru serçebülbülünü besleme meselesi bile inanılmaz keyifli dakikalara dönüşebiliyor.
Pırıltılı çöpten bulduğu ve bir asi köpeğe kafa tutarak binbir zorlukla eve getirdiği ayakkabıyı arkadaşına hediye ettiğinde ya da onu omzunda dereden geçirdiğinde mis gibi vanilya kokuyor Kokuş. Hele bir bölüm var ki sadece adını söylemek yetecek sanıyorum; ‘Kokuş Hastalanıyor, Pırıltılı Ona Bir Masal Anlatıyor...’
Kokuş içinse Pırıltılı’nın parlayıp parlamaması hiç önemli değil ama yine de ona bir ayna hediye ediyor, zaman zaman parlasın ve aslında kendisiyle barışabilsin diye. Arkadaşının ağladığını en güzel rüyasının ortasında bile fark edip o güzel rüyadan son gaz uyanabiliyor Kokuş. Pırıltılı’yı kolundan tuttuğu gibi onu kovan Bay Balıkçı’nın kapısına götüren de o. İstiyor ki geçmişle hesaplaşsın da sızıları dinsin, önüne bakabilsin Pırıltılı.
Çünkü tıpkı bir seferinde çıktıkları ve adına ‘dosdoğru gezi’ dedikleri yolculuktaki gibi, bütün engelleri aşan ve daima ileriye bakan bir arkadaşlık onlarınki.