Güncelleme Tarihi:
Çabasız ve doğal bir duruş sergilediği öyküleriyle okuyucuyu selamlayan Anıl Mert Özsoy ilginç karakterlerle çıkıyor karşımıza. İlk kitabı ‘Korku Yokuş Aşağıydı’ yazarın gözbebeği, biricik aşkı. Genç bir öykücü olmanın verdiği hevesi birkaç bahar önce yaşayan Özsoy bir araya getirdiği on dört hikâyede hayatın içine, zaman zaman dünyanın merkezine hızlı bir adım atıp kaçıyor. Riskli bir adım. Çok uzak, çok yakın. “Kaçıyor” diyorum zira okuyucuya açık kapılar bırakmayı ihmal etmiyor. Buna rağmen amansız bir yolculuğa göre karmaşık tünelleri var Özsoy’un. Rahatsız edici bir atmosferin hâkim olduğu hikâyeleri yazarken soğuk terler döktüğüne inanacak gibiyim. Amacı modernizme baş kaldırmak değil. Aşkı anlatmak hiç değil.
Herkesin bildiği, sustukça büyüyen gerçeklikte gözü.
Karakterler tanıdık, seçimlerinde kararsız. Yarım kalmışlıklar üzerinden iç hesaplaşmalar yapıyor hepsi. Bu bağlamda giderek popülerleşen bir akımın öncüsü Özsoy. Kendi kuşağına meydan okuyor. Yitip giden insanlara, konuşmaktan korktuğumuz her şeye. Argoyu barındıran günlük konuşma dili arka sokaklara davet ediyor. Hayal kırıklıklarına hapsettiği insanları yüzeye çıkarmayı düşünmüyor bile. Gizli kalan arzuların üzerini ezip dışarı taşan suları bir bir yerine koyuyor. Romantizmin hüküm sürdüğü özgün bir anlatım tarzı oluşturmanın derdinde yazar. Haklı ve haksızın yer değiştirdiği dünyayı anlamlandırmaya çalışan kişileri, hayatın acımasızlığına dem vuruyor. Hikâyeleri değişime karşı güçlü bir direnişin aksine, çaresizliği haykırıyor. Öte yandan peşini bırakamadığı bir Asya’sı var. Kan çıkaran davaların simgesi. Ölüm ve yaşam arasında bir daire çizen Asya’nın derdini Özsoy şöyle tarif ediyor: “En nihayetinde dünya baştan aşağı rutubetti ve günü geldiğinde hepimizi altına alacaktı. Bir tek acılarımız ayakta kalacaktı. Bizi biz yapan onlardı çünkü.”
Özsoy’un hikâyeleri kısa, keskin, sert manevralar yaparak araya karışıyor. Hikâyenin birinde “İnsan eti ağırdır; bacadan kaçar, pervazdan sızar, şehrin oluklarından akar” şeklinde bir cümle kurması şahane. Dünyanın karmaşasına razı gelmek... Korkular arasında kapana kısılmak... Üçüncü seçenek, Ankara’nın dondurucu soğuğuna selam durmak. Arabeskleşmek yani. “Gidenle gidilmez, gidenin ardından kapıya bakılmaz Ayla!” Bu noktada hayallerin üzerini ezip, gerçeklikle yüzleşmek okuyucuya düşüyor. Genç öykücü sıfatına kafa tuttuğu ‘İyi Hal’, bir anne ve oğlunun mücadelesine tanıklık ettiği ‘Buzdolabı ve Mütevazı Dolaplar’, sıradan insanları sonsuz çizgilerde yürüttüğü ‘Bodrum Kat’, hayatı ucundan çekiştiren ‘Şahmeranın Kanı Aktığında’ ve iki sokak ötede oturan Nalan’ı anlattığı ‘Aklımda Nalan’ celallenen acıların heyecan verici bir dökümü. İlişkileri aşkın farklı boyutlarına bakarak değerlendirmeyi unutmamış. Yaşanmış aşklar, tükenen aşklar, evde kalmış aşklar, kalamayan, darlanan, boğuldukça boğulan insanlar...
Anıl Mert Özsoy fısıldıyor, söyleniyor, deşiyor, kanatıyor...
Islak ve dertli gecelerin bekçiliğine soyunan ‘Korku Yokuş Aşağıydı’, dünyayı anlamlandırmak isteyen Özsoy için ilgi çekici bir başlangıç.