Güncelleme Tarihi:
Aslı Tohumcu romanları gerçekleri yüzümüze çarpar. Çoğu zaman o gerçekler hayatta canımızı acıttığı gibi acıtır romanlarında. ‘Durmadan Leyla’da ise yeni bir şey var biz okurların için. Gerçeğin farklı bir anlatımı. Romandaki mizahi üslup ilk göze çarpan farklılık. Gerçeği mizahi anlatmak sana nasıl geldi? Ne hissettirdi?
Bir yanım bu duruma şaşırsa da bir yanım çok doğal buluyor bunu. Çünkü aslında mizah kişiliğimin büyük bir parçası, akciğerim hatta... O zaman neden bu parçamı edebiyatıma taşımayayım, değil mi! ‘Durmadan Leyla’yı yazdığıma göre, benim de farklı bahisler açma, farklı üsluplar deneme, farklı bir yönümü ortaya koyma çağım gelmiş demek ki! Bu açıdan açıkçası çok iyi geldi bu üslup da bu roman da bana. Hem bu romandaki gibi bir kadını, yani yazıp çizen, iyi kötü eğitimli bir kadının hayata, mesleğine, aşka dair dertlerini anlatmak hem de bu dertleri, okuyanı gülümseterek aktarmaya çalışmak açısından...
Başkahramanım Dişi’nin yazar olduğu da düşünülürse, sadece aşk hayatını değil yaşadığı mesleki zorlukları anlatırken de güzel bir alan açtı mizah. Zaten Dişi’nin tecrübelerinin kendi mizahı vardı, onun yolculuğunu göklerdeki makamından izleyen Eros’un yorumları da renk kattı ‘Durmadan Leyla’ya. Hem biraz kahkaha atmanın okuyucularıma da iyi geleceğini düşünüyorum.
Gülüyoruz, eğleniyoruz ‘Durmadan Leyla’yı okurken ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim; romanın tümüne bakan bir okur, bu memlekette kadının aşkı yaşamaya çalışmasındaki ‘acıklı’ yanları kuşkusuz görecektir.
Umarım olur bu dediğin. Çünkü 8 Mart feminist gece yürüyüşlerinde açılan bazı pankartlara verilen tepkiler bile, kadınların aşkla, cinsellikle kurmak istedikleri ve aslında hakları olan ilişkinin önündeki engelleri apaçık gösteriyor. Her kesimden kadının aşkını, cinselliğini yaşamakla ilgili ciddi dertleri var. ‘Diktatör değil vibratör istiyoruz’ türünden sloganların, aralarında sözde aydınların da bulunduğu bir kesimi bu derece rahatsız ettiği bir ortamda aşk ya da cinsellik konusunu çözdük diyemeyiz. Yoksa neden, feminist yürüyüşün amacını biz kadınlara anlatma, dikte etme hadsizliğine kadar vardırsınlar işi, değil mi?
Kadın sorununun sadece sözde namus cinayetleri, evlilik içi şiddet, tecavüz, taciz gibi sorunlardan ibaret olmadığını artık herkesin kabul etmesi gerekiyor. Travma ya da sorunlarımızın bir terazisi olmadığını, birinin diğerine ağır basmadığını da.
KADININ ADI HÂLÂ YOK!
Romanda her karakterin bir ismi var. Ama ana karakter olan kadından Dişi olarak bahsetmen kadınların kadınlığını, aşkı, cinselliği yaşamasına, daha doğrusu gelenekçi algıyla kadınların aşkı nasıl yaşaması gerektiğine karar veren topluma bir eleştiri diyebilir miyiz?
Yaptığın kesinlikle çok doğru bir saptama. Bir kadın, başrolünde oynadığı bir romanda bile bir isme sahip olamıyor, çünkü kadının adı hâlâ yok! Bunda trajikomik bir yan var. Üstelik bu durum sadece kurguda değil, gerçek hayatta da, çoğu kadın için çoğu zaman böyle. Bugün ister heteroseksüel olsun ister eşcinsel, en eğitimli kadın dahi, ailesinin, yakın çevresinin ya da alakasız yabancıların yarattığı baskıların elini kolunu bağlamasına engel olamayabiliyor. Oysa hayatı ve aşkı dolu dolu, istediğimiz kişiyle istediğimiz şekilde yaşamak en doğal hakkımız. Cinsel organımızdan bile istediğimiz isimle bahsedemiyoruz daha, regl dönemimizi gizlemek zorunda bırakılıyor, pedimizi milletten saklamadan tuvalete gidemiyoruz, otobüste öpüşemiyoruz, bir kadından ya da erkekten seks talep edemiyoruz, bütün bunları ve daha fazlasını açık açık konuşamıyoruz... Neden? Sözde nedenler çok saçma, hiçbir geçerliliği yok!
Dişinin adı yok ve arkadaşları onunla bazen dalgasını geçiyor, bazen laf giydiriyor belki, ama aşk olduğuna inandığı şeyi yaşamakta inat ediyor en azından. İlerde bir gün, adıyla da boy gösterir bir romanda.
Bir kadının aşkı yaşarkenki haleti ruhiyeleri içinde (karakterin üzerinden de düşünebiliriz bu soruyu) en çarpıcı olanı sence hangisi?
Karakterim, yani Dişi üzerinden düşününce en acıklısı geldi aklıma nedense. Acıklı demeyeyim de, acı komik diyeyim hadi. O da şu; düşünsel ve fiziksel uyumu bir türlü aynı kişide bulamaması, bulacağına kuvvetle inandığı kişiyle ilişkisini de çekinceleri yüzünden berbat etmesi, işin içinden nasıl çıkacağını bilememesi. Eros’un tabiriyle işin havuz problemine dönmesi... Ama hakkını yemeyelim, Dişi’nin âşık olma potansiyeli, o heyecana kapılma potansiyeli, enerjisi de kendine aşık ettirecek cinsten!
Romantize edilen Eros’a farklı bir noktadan yaklaşıyorsun. Bu romanda ‘Durmadan Leyla’ olma hakkını sonuna kadar kullanan en çok Eros gibi geliyor bana. Eros için Dişi’nin tam tersi diyebilir miyiz?
Evet, Eros, Dişi’nin olmadığı her şey bir yanıyla. Aşkı yaşama konusunda bazılarının arsız bulabileceği, aslında bana epey komik de gelen bir yaklaşımı var. Bu yaklaşımı kendi aşk hayatı dışında, Dişi’nin kaderi, yaşantısı hakkındaki yorumlarında da apaçık sergiliyor hatta. Eros’u renkli kılan, Dişi’den yer yer rol çalmasına neden olan da bu galiba. Ama yeri geliyor, Dişi onun da ağzının payını veriyor. Çünkü bu Dişi’nin romanı! Başkasına laf düşmez yani...