Güncelleme Tarihi:
Pandemi günlerinde dünya sanat gündemini çevrimiçi sergilerle takip ederken Sir Antony Gormley ve White Cube’un sahibi Jay Joplin’in Galataport vesilesiyle İstanbul’a gelmesi, aylar sonra bizlere heyecan yaşattı.
Çok kısa sürede organize olunmasında bizler için en önemli galericilerden Jay Joplin’in etkisi çok büyük. Koronaya rağmen Istanbul’a gelmekten çekinmeyen ikili, yeni kültür, sanat ve tasarım destinasyonu olacak Galataport için oldukça heyecanlandı. Jay Joplin’i röportaj için ikna edemedim. Bir galericinin röportaj vermemesi gerektiğini, bu alanın tamamen sanatçıya ait olduğunu, sanatı da en iyi sanatçının anlatacağını özellikle belirtti. Yalnızca izlenimlerimi yazma izni alabildim.
Yaşayan en önemli heykel sanatçılarından biri olan Antony Gormley’in işlerini bilmeyenimiz yoktur. Kendisiyle ilk kez 10 yıl önce Londra atölyesinde tanışma fırsatı bulmuştum. Ancak bu proje vesilesiyle onu davet edebilmek ve onunla iki gün geçirebilmek benim için çok heyecan vericiydi. Ilk İstanbul ziyaretini 1969’da gerçekleştirmiş henüz öğrenci iken. Daha sonra altı kez hayran olduğu İstanbul’a gelme fırsatı olmuş. Öğrencilik dönemine denk gelen ilk ziyareti Hindistan öncesi İstanbul durağı olarak planlanmış ancak öğrencilik şartları ve dönemin ruhuyla birleşince unutamadığı anılara dönüşmüş. Her geldiğinde o izleri takip etmek ve gelişimi izlemek onu çok heyecanlandırıyor. Ilk ziyaretinde maddi imkânsızlıklardan dolayı bir otelde kalabilme fırsatı olmamış ve gecelerini Büyükada’da deniz çamlarının altında geçirmiş. “Neden Büyükada?” diye sorduğumda; “Havası çok güzeldi ve ağaçların altında uyuyabiliyordunuz” diyen Gormley’in en sevdiklerinden birisi de Galata’da balık-ekmek... 1971 yılındaki ikinci ziyaretinde ise konaklamasını yine açık havada, Topkapı Sarayı’nın kapı ve duvar önlerinde yapmış. Ayasofya, Sultanahmet ve Kapalıçarşı’yı onunla beraber gezmek oldukça farklıydı. Bu arada kendisine birkaç soru da sorabildim...
Anıtsal projelerinizi hayata geçirirken öne çıkardığınız değerler ve özellikle dikkate aldığınız konular nedir?
Anıtsallık, zor ve şüpheli bir uygulama alanıdır. Baskıcı rejimler tarafından güçlerini pekiştirmek için kullanılır ve bu nedenle, çağdaş bir sanat biçimi olarak tamamen şüphelidir. ‘Anıt’ kelimesi, ‘uyarmak’ veya ‘hatırlatmak’ anlamı taşır, ancak bugünlerde kahramanlardan haklı olarak şüpheleniyoruz ve riski talimatsız değerlendirmek istiyoruz. Yoruma açık, katılımcı ve empatiye davet eden nesneler yaparım. Malzeme olarak iyi yapılmış ve yapısal olarak ilginç olmalarını isterim. Ölçek her zaman bağlamla ilişkilidir. Eserin kendisinin sorduğu sorular önemlidir: Alanını paylaşıyor muyuz? Girmeye davet edildik mi? Bizi açıklığına dahil ediyor mu? Benim için, nesnenin ve yerin büyüklüğü, malzemesi, her zaman bu düşüncelerle ilişkili olmalıdır. Alanı sadece bir konum olarak değil, hem geçmiş olaylara hem de gelecek olanlara bağlayan, gelişen, yaşayan bir sosyal yapı olarak düşünmek gerekir.
Yaşayan en önemli heykel sanatçısısınız, galerisiz çalışmayı düşündünüz mü?
Hiçbir zaman galerisiz çalışmadım, çalışmayı da düşünmedim. Galerisiz bir sanatçının kariyerini geliştireceğine inanmıyorum ve doğru da bulmuyorum. Ropac galerisiyle daha eski bir iş ilişkimiz var. Ancak Jay ile ikimizin de İngiliz olmamızın getirdiği öncelikle ana galerim olarak White Cube tarafından temsil ediliyorum.
İstanbul sizin için ne ifade ediyor?
İstanbul, Doğu ve Batı arasında farklı tarihlerin ve kültürlerin birbirlerine karıştığı eşsiz bir kültür eşiğidir. Tarih ve varoluş, inanç, yaşam ve ölümün çok çeşitli biçimler aldığı, dünyanın en güzel şehirlerinden. Su ile çevrili bir şehir ama Venedik’in aksine suyu coşkulu akıyor. New York’un aksine suyu mavi, taze ve balık dolu. İstanbul, Sydney’in tazeliğine ve maviliğine sahip ancak imparatorlukların, dinlerin, dillerin değişiminden ve zenginliğinden etkilenmiş muhteşem bir şehirdir. Boğaz boyunca büyük gemilerin sürekli trafiğini izliyorsunuz veya başka bir açıdan izlerseniz; -bileğinizde atan nabız gibi- Boğaz’ın dar, derin kanalından geçmeyi bekleyen gemilerin büyük kuyruğuna tanıklık ediyorsunuz. İstanbul’a ilk gelişimde camilerin sessizliği ve beyaz saflığı, duadan önce girişte yıkanma, büyük kubbeyle başlayan masif duvarcılık ve ışık oyunu beni çok derin şekilde etkilemişti. Ayasofya ve Sinan’ın şaheserlerinde ise hayranlığım devam etti. Bu ilk ziyaretlerimde, Roma lahitlerinde ve Prens Adaları’nın (İstanbul’un Adalar bölgesi) deniz çamları altında uyudum ve her zaman kendimi evimde, güvende hissettim, kültürler arası diyaloğu ve sofistike ortamı duyumsadım. 1960’ların sonlarından beri çok değişti ama yine de o güçlü enerjisine ve güzelliğine sahip. Hâlâ gökyüzünün ve denizin maviliği, delici minareleri ve ışıkla birleşimi her zaman aklımda.
Sizi ne heyecanlandırır?
Sürdürülebilir yaşam imkânı. Bu gezegenin sonsuz bir kozmosta sınırlı bir kaynak olduğunun farkına varılması. Sürekli değişen, hareket eden bir halı gibi veya denizdeki balıklara katılmaya, yelken açma davet eden, dalgalara karşı rüzgârla dans etme hali... Dağların büyüklükleri ve gücüne dair vaadi... Yeni şeyler görmek, yeni insanlarla tanışmak, geçmişe gitmek, eski arkadaşlarla karşılaşmak... Karanlık madde ve kara delikleri araştırmayı seviyorum. Hubble Teleskopu’nun evrenin doğasıyla ilgili ortaya koyduğu her şeyle ilgiliyim; James Webb Teleskopu’nun yörüngeye fırlatıldığında kızılötesi ışığı izleme şansı verebilmesini merak ediyorum. İster Pantheon, ister Jean Nouvel’in Abu Dhabi Louvre kubbesi veya Tino Sehgal’in eserleri, yani sanat beni harekete geçirebilir. Beni heyecanlandıran şeyler, bilinmeyenlerin eşiğinde durmama izin veren şeyler.