Güncelleme Tarihi:
Bienal gibi zor hem de ‘dar bir çevreyi ilgilendiren’ bir etkinliği, küçük Anadolu kentlerinde düzenlemeye çalışmak nasıl bir çabadır? Gücünü bireysel gayretten alan, zorlu ve takdir edilesi bir çaba… Bu hafta başlayan Sinop Bienali, bütün Anadolu bienalleri içinde en uzun ömürlüsü oldu. O nedenle söze, bu büyük sergiyi 12 yıldır düzenlemeyi başaran Melih Görgün’ü tebrik ederek başlamak gerek.
İstanbul dışında uluslararası bir sergi düzenlemenin, sanatı onunla daha az buluşan kitlelerle buluşturmak gibi cazip bir yanı var. Mekana özgü enstalasyonları, videoları, farklı malzemelerden heykelleri ve performansları görmek için sabırsızlanan bir kitlenin olmadığı ve dolayısıyla böyle pahalı bir etkinliği desteklemeye hazır ne kamusal kaynaklardan ne de yerel sponsorlardan söz etmenin mümkün olduğu bir durumda, Anadolu bienallerinin tümünün varlığını kişisel kahramanlıklara borçlu olduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı kendi memleketindeki Sinopale’yi yıllardır sürdüren Melih Görgün gibi mesela Çanakkale Bienali’nin arkasında bu kentte sanat eğitimi veren Seyhan Boztepe, Mardin Bienali’nin arkasında ise bu kenti çok seven Döne Otyam vardı. ‘Dı’ diyorum, çünkü bu son iki bienalin bir daha düzenlenip düzenlenmeyeceği belirsiz...
‘İTHAL’ BİR ETKİNLİK DEĞİL
Yıllar önce, daha ikinci Sinopale’yi düzenlediğinde, 2006 yılında Melih Görgün’le konuşan Radikal muhabiri Mahmut Hamsici şöyle yazmış: “Görgün’e göre Sinopale’nin en büyük özelliği ithal bir etkinlik olmaması. Kendisi proje öncesi ve sonrasında Sinop’ta yaşayan sanatçılarla buluşmuş ve bienal onların da tüm sürece katılımıyla oluşturulmuş. Ayrıca kent halkının da üretim süreçlerine katılımına büyük önem veriliyor. Görgün, hem belli bir seviyenin üstünde iş yaptıklarını hem de halka ulaşmak istediklerini söylüyor.”
Hakikaten ben de yıllar önce izlediğim Sinopale’de, Karadeniz’in bu sayfiye kentindeki insanların açılış etkinliklerine ve sergilere büyük ilgi gösterdiğini görmüştüm. Aynı ilgi mesela çok sayıda sivil toplum örgütünün faal olduğu Çanakkale’de üst seviyedeydi. Ama o bienalin sonunu getiren de bizzat yerel unsurlar oldu.
Aslında tam burada Çanakkale Bienali’ne bir paragraf açmak gerek. Bir Anadolu kentinde bienal düzenlemenin ihtiva ettiği ihtimalleri göstermesi bakımından iyi bir örnek. Denizhan Özer, Deniz Erbaş, Beral Madra gibi isimlerin de omuz verdiği etkinlik on yıl içinde yükselen bir ivme göstermişti. Hem serginin kalitesi hem yerel ve ulusal ve hatta uluslararası ilgiyi gittikçe daha çok kendine çeken Çanakkale Bienali, tam da kentle özdeşleşen savaşın 100. yılı yaklaşırken bu kavrama direnen bir tema ve içerikle düzenlenmişti. 2014 yılındaki 4. Bienalin teması ‘Savaşın Sonunu Yalnız Ölüler Görür’dü. Katılan sanatçılar ve sergilenen işlerle çıtasını epey yükselten bienal ne yazık ki 2016’da yapılamadı. Çünkü bienalin destekçisi belediyeyi yıpratmak isteyen diğer partiden bir milletvekili, sanat yönetmeni Beral Madra’ya dönük bir siyasi kampanya başlattı. Kampanyanın sonunda bütün ekip çekildi, 5. Bienal düzenlenemeden iptal edildi… Bu da yerel siyasi çekişmelerin uluslararası bir etkinliğin sonunu getirebileceğine dair bir tatsız anı olarak kayda geçti…
YERELDE BÜYÜLÜ MEKANLAR
Yerel Bienallerin en önemli özelliği sanatçılar ve gedikli güncel sanat izleyicisi için farklı mekanlarda neredeyse büyülü atmosferler sunması. Sinop Bienali’nin ilk yıllarda en büyük kozu Sinop Cezaevi’ydi. Tutsaklarından en ünlüsü, Sabahattin Ali’ye ‘Aldırma gönül’ şiirini yazdıran, terkedilmiş asırlık hapishane gizemli ve hüzünlü mekanlarıyla sanatçılara geniş bir imge seçeneği, izleyicisine ise benzersiz bir tecrübe sunuyordu. Türkiye’de ve dünyada mekana özgü sergilerin çoğu kez en büyük kozu böyle terkedilmiş, işlevini yitirmiş yapılar olur. Kültür ve kentleşme süreçlerinin birbirini beslediği bu kesişme noktasında, o terkedilmiş yapılar sanat sayesinde gündeme gelir, dikkat çeker, kıymete biner ve ‘dönüşüm’ için basamak oluşturur. Sanatın kaybettiği mekan, bir süre sonra rant mekanizmalarının kazancına dönüşür. Bu da işin aslı, yerel yönetimlerin eğer olur da destek verirlerse, böylesi etkinliklerin arkasında durmalarının temel ve örtülü sebebidir. Nitekim Sinop için de böyle olduğunu söyleyebiliriz. Artık kentin turistik cazibe merkezine dönüşen cezaevi bu yılki mekanlar arasında değil. Ama eski buz fabrikası, hal, arkeoloji ve etnografya müzeleri, restore edilmiş eski güzel bir yapı olan kütüphane gibi hem kentin tatlı sayfiye hayatına karışan, hem tarihi ve kültürel özelliklerini yansıtan yerler, güncel sanatı hakkıyla ağırlayacak.
Mekan konusunda en avantajlı bienalin Mardin olduğunu söylemeye gerek yok. Son bir iki yıldır, terör nedeniyle ziyaretçilerini neredeyse tamamen kaybeden Mardin, önceki yıllarda birbiri ardına otele dönüşen o görkemli konaklarında, dar sokaklarında, otantik çarşısında pek çok harikulade sergi ağırlamıştı. Terkedilmiş Mardin evlerinin salonlarına, merdivenlerine küçük karanlık odalarına yerleştirilen sanat eserlerinin izleyici üstünde iki kat etkili olduğu unutulmaz sergiler gerçekleşti. Şimdilerde sıradan turistik seyahatlerin bile gerçekleşemediği bir kente dönüştüğü, sanata kaynak ayıran devlet kurumlarının öncelikleri değiştiği için bienalden söz etmek bile mümkün değil. Bu imkansızlığın ardında güncel sanatın eleştirel dozunun da etkisi var. Hassas siyasi dengelere dayanan yerel yönetimlerin desteğiyle, tamamen özgür ve sansürsüz bir sergi yapmak, küratörlerin her zaman en ağır meselelerinden biridir. En büyük kentlerde bile festivalleri iptal ettirebilen ‘siyasi hassasiyetler’in arttığı bir zamanda, mesela Mardin’de sergi yapmayı nasıl da imkansız hale getirebileceğini uzun uzun izah etmeye gerek olmasa gerek.
Bienalin ilk yıllarından: Sinop cezaevinden dikkat çekici bir kare
İster Venedik’te düzenleniyor olsun ister Mardin’de her bienal biraz da açıldığı gün biter. Çünkü öncelikle sanat dünyası, sanatçılar, galericiler, eleştirmenler vs. için düzenlenir. Bu kitleyi kente çeker, o kentin sanat çevresiyle birlikte açılır, birkaç günde sergiler gezilir ve herkes gidince mekanlar kendi tenhalığıyla baş başa kalır. Evet, Anadolu bienallerimizin hiç birinde bütün kent güncel sanata koşturmuyor. Ama bunda şaşırtıcı bir şey yok. Önemli olan kenti bir süreliğine de olsa uluslararası sanat ajandasında gündeme getirmek. Ve belki bundan daha önemlisi, o kentte sıkışıp kaldığını düşünen sanata eğilimli birkaç kişi bile olsa, onlara nefes aldırmak. Başka türlü bir sanatın da mümkün olduğunu göstermek, yeni kıvılcımlar çaktırmak. Anadolu’da bin bir zahmetle o bienalleri düzenleyenlerin en büyük motivasyonu işte bu.
Zamanla bienal sergilerinin hemen hepsinin çıtayı yükselttiklerini söylemek gerek. Bu seneki Sinopale sergisini görmedim, ama sanatçı listesine baktığımda ilk yıllardaki Türkiyeli sanatçı ağırlığının yerini Anadolu’da bienal yapmak: Zor ama imkansız değil.
Küratörlüğünü, kurucusu Melih Görgün’ün, Nike Baetzner ve Jonatan Habib Engqvist ile üstlendiği, Avrupa Kültür Derneği ile Sinop Sürdürülebilir Kalkınma Derneği tarafından düzenlenen ‘Aktarım’ temalı ‘6. Sinopale, Uluslararası Sinop Bienali’ 17 Eylül’e kadar açık kalacak.