Güncelleme Tarihi:
İngiltere’nin sömürge bulma çalışmaları hem yönetimi hem de tüccarlar için büyük ölçüde ticari bir girişimdi. 20’nci yüzyılın ortalarından itibaren Amerika’nın Batılı olmayan dünyaya karşı tutumu farklı bir türden oldu. Amerikalılar, sömürgecilik karşıtı bir savaş yürüttükleri için, elbette kendilerini anti-emperyalistlerin tarafında görüyorlardı. Amerikalıların denizaşırı gittikleri ülkelere sözde özgürlük ve demokrasi götürme göreviyle de ilgili bir durumdu bu. İngiliz yazar Graham Greene’in 1955’te yayımladığı ‘Sessiz Amerikalı’ adlı romanı, çıktığı andan itibaren kendilerini ilerici olarak tanımlayan Amerikalı okuyucular arasında belirli bir prestije sahip oldu. Kitabın popülerliği Amerika’nın her denizaşırı müdahalesiyle arttı. Çünkü ABD özgürlük ve demokrasi vaadiyle gittiği her yerde yıkım ve ölüme neden oldu. Greene kitabıyla, aslında kendilerinden ötesini göremeyen Amerikalıları ölümcül sonuçlardan haberdar ediyordu.
Graham Greene’in ‘Sessiz Amerikalı’sı ilk bakışta yabancısı olduğumuz bir yere gittiğimizde orayla ne yapmayı planladığımızı sorguluyor gibi duruyor. Greene’in kitabı, daha önce yazdıklarından çok farklı. Kitap, Çinhindi’ndeki savaş hakkında. Greene iyi bir yazar olmanın ötesinde gerçekçi savaş tasvirleriyle iyi bir gazeteci -o muhabir denmesinden yana- olduğunu kanıtlıyor. Karakterlerini bir yandan bireysel eylemleri ve aşkları üzerinden anlatırken bir yandan da onları uluslarının veya fraksiyonlarının temsilcileri olarak kullanan siyasi bir roman ortaya koyuyor.
Politik eylem ve bağlılığa zorlanan bir İngiliz muhabir, sessiz ve masum bir Amerikalı ve Vietnamlı bir kadın üzerinden entrika, bombalama ve cinayetin iç içe geçtiği bir hikâye anlatıyor. Savaşın siyasi atmosferine, iki beyaz adamın Vietnamlı bir kız için rekabetini karıştırıyor.
1951’den 1954’e kadar Vietnam’da muhabirlik yapan ve bir zamanlar birlikte seyahat ettiği gerçek bir Amerikalıdan ilham alan Greene, ‘Sessiz Amerikalı’da uzun süredir savaşı takip eden İngiliz dış haberler muhabiri Fowler’ı anlatıcı olarak kullanıyor. Roman, Amerikalı diplomat Pyle’ın ölümüyle açılıyor ve bir sürü geri dönüş, ikili arasındaki ilişkinin tarihini sunuyor.
Fowler, Pyle’ın komünistler ve Fransız sömürgeciliği arasında ‘Üçüncü Yol’ oluşturma umuduyla alay ediyor. Pyle, Fowler’ın metresi Phuong’a âşık oluyor ve kadını ABD’de yaşama vaadiyle kandırıyor. Daha sonra adı CIA olarak değiştirilen o zamanki ABD istihbarat servisi OSS’nin ajanlarından biri olduğunu Fowler’a açıklayınca işler daha da karışıyor. Komünistlere karşı Pyle’ın desteklediği ‘Üçüncü Yol’un bombalama eylemi sırasında bomba yanlış ateşlendiği için Pyle ölünce Phuong, Fowler’a geri dönüyor.
‘Sessiz Amerikalı’ masumiyeti ve yol açabileceği yıkımı araştırıyor. Eylemlerinin sonuçlarını düşünmeyenlerin suçluluk duygusunu sorguluyor. Kitap Greene’in Vietnam Savaşı’na dönüşecek karışıklığı tahmin etmedeki şaşırtıcı öngörüsü sayesinde haklı ününü halen koruyor. Öte yandan Greene hikâyenin örgüsü ve betimleyici dilin sıkılığı söz konusu olduğunda usta bir yazar olarak ününü fazlasıyla hak ediyor. Pirinç tarlalarındaki savaşın, afyon kafasının, Budist siyasi grupların fonunu oluşturduğu kitap, geleceğin siyasi meselelerini ortaya çıkarırken, üç kişi arasındaki yürek parçalayan romantizm ve dostluk hikâyesine dönüşüyor. Greene’in Amerikan masumiyetini ve bunun herkes için neden olduğu belayı tasviri yalnızca Amerika’nın Vietnam’a müdahalesiyle değil, bugün içine düştüklerimiz de dahil olmak üzere sonraki çatışmalarda da yankılanıyor.