Güncelleme Tarihi:
Gianfranco Calligarich, Trieste kökenli kozmopolit bir ailenin çocuğu olarak 1947’de Asmara, Güney Afrika’da doğdu. Çocukluğu Milano’da geçti, ardından Roma’ya giderek gazetecilik ve senaryo yazarlığı bölümlerinde okudu. Gazetecilik faaliyetlerinin yanı sıra İtalyan televizyon kanalı RAI için çok sayıda başarılı senaryo yazdı. 1994’te Roma’da XX Secolo adıyla bir tiyatro kurarak oyunların yazarlığını ve yönetmenliğini üstlendi. 1973’te yayımladığı ve kısa sürede külte dönüşen romanı ‘Kentte Son Yaz’ın yanı sıra ‘Posta prioritaria’ (Acele Posta Servisi, 2002), Premio Bagutta Ödülü’ne layık görülen ‘Privati abissi’ (Kişiye Özel Uçurumlar, 2011), ‘Principessa’ (Prenses, 2013), ‘La malinconia dei Crusich’ (Crusich Ailesinin Melankolisi, 2016), ‘Quattro uo mini in fuga’ (Dört Adam Firarda, 2018) ve ‘Una vita all’estremo’ (Uçlarda Bir Yaşam, 2021) romanlarını yayımladı.
HER YOL ROMA’YA ÇIKAR
Hikâyeyi özetlemeden önce -hikâyesi kadar ilginç- yayın serüvenine -‘Yayıncının Notu’ndan yararlanarak- kısaca değinelim: ‘Kentte Son Yaz’ 1973 yılında ‘Yayımlanmamış Eserler’ yarışmasını kazanarak Garzanti Yayınevi tarafından 17 bin adet basılmış ve tümü bir yaz içinde satılıp tükenmiş. Doğal olarak, yeni baskılar yapması beklenilirdi. Oysa kitap 70’lerin sonundan 2010 yılına kadar hiç baskı yapmamış ve kitapçı raflarında bulunmaz olmuş. 2010 yılında hem üniversite tezlerine konu edilmesi, hem adının genç kuşak okuyucuları arasında fısıldanmaya başlaması yayıncıları da uyandırmış. Yeni baskısı büyük yankı uyandırmış, İtalyan edebiyat dünyasında büyük bir keşif duygusu yaratmış. Ama tuhaftır, yeni edisyonun baskısı tükenince kitap bir kez daha bulunmaz hale gelmiş. Ve nihayet 2016 yılında üçüncü yayıncısı ile bir kez daha İtalyan okuyucularla buluşmakla kalmamış, çok sayıda dünya diline de çevrilmiş ve bir başyapıt olarak selamlanmış...
Gianfranco Calligarich, bu kültleşmiş romanında 1960’ların sonlarında Roma’da geçen bir hikâye anlatıyor; genç yaşında ‘tutunamayanlar’ saflarına katılan Leo Gazzarra’nın kara mizah ve hüzünle harmanlanmış hikâyesini...
Leo, yeni bir hayat kurmak, biraz da ailesinden uzaklaşmak için Milano’dan Roma’ya -kendi deyişiyle- “yelken açmış” bir gazeteci. Ancak işini çok geçmeden kaybetmiş. Geçimini edebiyat dergilerine yazılar hazırlayarak ve Corriere dello Sport gazetesinde transkripsiyon yaparak zorlukla temin ediyor. Yine de şikâyetçi değil; deniz kenarında aylak aylak vakit geçirmeyi, yemeyi/içmeyi, arkadaşlarla sohbet etmeyi seviyor. Düzenli bir işte çalışmaktansa parasızlığa katlanıyor ama etrafı Roma’nın ‘Tatlı Hayat’ını sürdüren bohemlerle çevrili.
Leo, unuttuğu 30. yaş gününde, hiç unutamayacağı yağmurlu bir akşamda, içki tüketiminin sabahlara kadar sürebildiği bir yemek davetinde tuhaf bir genç kadınla tanışır. Ele avuca sığmayan, mimarlık eğitimine -şimdilik- ara verdiğini söyleyen, çarpıcı güzellikte bir kadındır Arianna. Aralarında kimin kedi, kimin fare olduğu belirsiz bir kedi-fare oyunu başlar. İki genç, canlılığını günün 24 saati koruyan Roma’nın sokaklarını, barlarını, gözde buluşma mekânlarını, plajlarını gezer, bolca içer, arada bir içkiyi bırakır, sonra yeniden başlarlar. Ne var ki Leo tüm bu canlılığın ortasında içindeki boşluğu doldurmakta zorlanır.
Öngörülemeyen bir ölüm, Leo’nun hayatını geri dönülmez bir şekilde değiştirecektir.
TUTUNAMAYANLAR
‘Kentte Son Yaz’, avare ve amaçsız insanların -arka planına 70’lerin Roma’sının muhteşem görüntüleri serpiştirilmiş- aşk hikâyesi gibi de okunabilir. Böyle bir okumada akla Federico Fellini’nin ‘Tatlı Hayat’ filmi, Amerika’nın yitik kuşağına yakılan ağıtlar olarak Hemingway’in ‘Güneş de Doğar’ ya da F.Scott Fitzgerald’ın ‘Muhteşem Gatsby’ romanları gelebilir. Özellikle ‘Muhteşem Gatsby’nin Daisy ve Tom Buchanan çifti ile ‘Kentte Son Yaz’ın Leo ve Arianna’sı hayata karşı dikkatsiz ve yüzeysel yaklaşımlarıyla birbirlerini andırıyorlar. İki savaş arasına sıkışan Amerikan yitik kuşağıyla II. Dünya Savaşı’ndan enkaz halinde dönmüş bir babanın çocuğu olan Leo arasında bir bağ gerçekten de var.
‘Kentte Son Yaz’, başka yapıtlara ve yazarlara göndermeler açısından zengin bir roman. Leo Gazzarra’nın halsiz ama her daim macera arayan ruh hali Fellini’nin ‘Tatlı Hayat’, Antonioni’nin ‘Gece’ ya da dönemin pek çok İtalyan filmindeki ezici hayal kırıklığının özel bir biçimi. Alberto Moravia’nın ‘Roma’sındaki cinsellik ve yabancılaşma temalarını da yinelemiş Calligarich. Kente dair Kavafis ve Proust göndermelerini de unutmayalım.
Metinlerarası ilişkilere -yazarın niyetinden bağımsız olarak- bizden bir örneği eklemek istiyorum; Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ını. Bu iki roman aynı sürecin -68 İsyanı’nın ve yenilgisinin- ürünleridir. Ve her iki roman da çıkışlarında ödüllendirilmiş, sonra unutulmuş ve yıllar sonra yeniden keşfedilerek kültleşmiştir. Her iki romanın unutulmalarında söz konusu yenilgi sonrası atmosferinin, insanların yeniden toparlanmaya çalıştıkları bir dönemde tutunamamış bir kahramanı konu edinmelerinin etkisi olduğunu düşünüyorum.
Gianfranco Calligarich, 70’li yılların gözde kenti Roma’yı, içindeki ‘Dolce Vita’ tarzı insanlarıyla birlikte anlatırken politikaya hiç değinmemiş. Bu suskunluk bir kaçış anlamına gelmiyor, tersine, bu amaçsız burjuva yaşamının kaçınılmaz çöküşünün altını çizen keskin bir eleştiri olarak da yorumlanabilir.
Günümüzde ise Leo Gazzarra, edebiyatın en büyük kaybedenlerinden birisi olarak selamlanıyor. İşte, aşkta, hayatta tutunamamış, aşkta başarısız olan ve nihayetinde hayatta başarısız olan bu genç adam “Yapmadığımız, yapmış olmamız gereken, yapmayacağımız her şeye” diyerek kaldırıyor kadehini. Başı her sıkıştığında ‘yelken açıyor’, kendisini ‘nesli tükenmiş bir türe ait’ hissediyor ve “berbat” sözcüğü düşmüyor dilinden.
‘Kentte Son Yaz’, hayatını amaçsızca tüketen, erken hayal kırıklığına uğramış, yaşama güdüsünü yavaş yavaş yitirmesine rağmen mizah duygusunu koruyan Leo Gazzarra’nın ağzından aktarılıyor. Kaybeden olduğunun farkındalığıyla konuşuyor Leo ve bu anlatım tarzı hikâyenin dramatik havasını yoğunlaştırıyor. Calligarich, kahramanının ruhsal uyuşukluğunu Roma kentinin mimari dokusuyla uyum içinde, çok akıcı cümlelerle sergilemiş.
Leo ve Arianna da renkli, dikkat çekici karakterler ama bu romanın en ilgi çekici karakteri hiç şüphesiz ki Roma kentidir ve kentin roman kişilerine yaptığı etki bu hikâyenin asıl konusudur.
“Roma anıları yakıp tutuşturan özel bir esriklik barındırır içinde. Roma bir şehirden çok, sizin gizli bir yönünüzdür, saklı bir canavardır. Onunla ortalama ölçütler söz konusu olmaz, ya büyük bir aşk yaşarsınız ya da çekip gitmeniz gerekir çünkü bu tatlı canavar sevilmek ister (...) Sevildiğinde kendini arzu ettiğiniz şekilde sunacaktır; hak edilmiş mutluluğunuzun kıyısında kendinizi şimdinin okşayan dalgaları arasında süzülmeye bırakmaktan başka bir şey düşmeyecektir size. (...) Ve gözleri kör eden merdivenleri, gürültülü çeşmeleri, bakımsız tapınakları ve tahttan indirilmiş tanrıların gece sessizlikleriyle zaman her anlamını yitirecektir...”
‘Kentte Son Yaz’ı 1973’te, ilk yazıldığı günlerde keşfeden Natalia Ginzburg’un da belirttiği gibi, Gianfranco Calligarich bir insanla bir şehir arasındaki, kalabalıklarla yalnızlık arasındaki ilişkiye çarpıcı bir bakış getiriyor.