Güncelleme Tarihi:
Şair çalışıyor. Erdal’ı bırakıp Alova’yla kalan şair, adını kısalttı, şiirin(in) yükünü artırdı. Böylece şiirimize benzeri az görülen bir kitap daha kattı. Doğrusu benim de başkalarının da kuşkusuz merak, heves ve sabırsızlıkla beklediği şarkıların yenisi çıktı!
Son zamanlarda, yazdığım kimi yazılarda da adını sıkça andığım kitabı, ‘En Son Çıkan Şarkılar’ (1980) ve yenisi çıkan ‘Birinci Çoğul Şarkı-İkinci ve Üçüncü Kitap’ (İş Bankası Kültür Y.) ile yine bir geleneği, tam inceldiği yerden kopmak üzereyken, eh madem birazdan mitoloji sularına dalacağız, söylencenin sakıncası yok, Hızır gibi yetişip bağlayan ve kavi kılmakla kalmayıp başka türlü bir mitolojik şiiri de mümkün kılan Alova.
Kültür şiiri, düşünce şiiri diye de okunan, fakat bizim şiirimizin okur katında pek nasibi olmayan zor bir şiiri kolaylamak gibi daha da zor bir işi başardı ve mitolojik şiiri tanrıların kalabalığından kurtardı! Bu cümlemle tanrıların gazabına uğrar mıyım bilmiyorum ya, kimi şair ve eleştirmenlerin oklarını üzerime çekebilirim! Yine de Zeus’un gazabından yeğdir bu!
Yeryüzü şairleri olduklarını kabul ederiz, şiirlerinin büyüklüğü ve evrenselliği karşısında titreyip kendimize döneriz, Türkçeyi şiirde yücelten iki şair olduklarında birleşiriz... Gel gör ki pek de fazla bilmeyiz, okumayız, ilgilenmeyiz. Sözüm okurlara mı yalnız, hayır, önce ve daha çok da şairlere!
Üç ‘Garip’ten ikisi Melih Cevdet Anday ile Oktay Rifat’tan söz ediyorum. Üç ‘Garip’ken de ‘Garip’ şiirlerdi yazdıkları, sonrası daha da ‘Garip’. Biri yer gök deniz deyip mitoloji yolculuğuna çıktı, diğeri doğanın mitolojisini yazmaya koyuldu. Haliyle ikisi de buralardan uzaklaştı! Aman yanlış anlaşılmasın, mevcut şiir çevresinden, çerçevesinden demek istiyorum. Hatta ‘koptular’ diyeyim!
Bize şahane, Türkçenin şiir dili olarak da ne denli yüksekte olduğunu gösteren şiirler okuttular ki, sanırım o baş dönmesinden hâlâ kurtulamadık! Göğe bakmaktan da şiire bakamadık!
Alova’nın şiiri tanrıları göklerden yere indirdi, bu yetmiyormuş gibi hepsinin adını sanını bir güzel sildi, nerdeyse tüm tragedya unsurlarını okurun karşısına dizdi ve bize de onları adlarının, sanlarının ve şanlarının baskısından uzak okumak kaldı. Böylece Alova’nın alanı, uğraşı, derdi olan ‘Anadolu uygarlıklarının gizli tarihi’nin şiir halini okurken dünde kalmadık, güne de geldik. Dün de bugündür gün de! Şairin tanıklığı yalnızca yaşadığı zamanla sınırlı değil, Alova’nın şiirinden bunu da öğreniyoruz. İlke gidip, eski, antik olarak bilinen çağların nesi var nesi yok şiir hanesine yazıyor, ve adsızları da şiire sokuyor, “Afrika hariç değil” diyor: “Sorup durmadan kendimize:/ Nedir ki bir isim/ sonsuzluğa gömülen bizler için/ Taşsız, anmasız?”