Güncelleme Tarihi:
Amadeus Mozart’ın babası Leopold Mozart, Salzburg Sarayı’ndaki orkestra şefinin ölümü nedeniyle boşalan orkestra şefliğini alma talebiyle bir dilekçe yazar. Bu dilekçe, “Yüce ekselansları! Kutsal Roma’nın, Krallığın Alicenap Prensi! Saygıdeğer Prensim, Efendim, Efendim!” ifadeleriyle başlar ve “Yüce Ekselansları, Merhametli Prensim, Ve efendilerin efendisi, Sadık kulunuz” ifadesiyle biter. Burada ricacı olarak üste yanaşan ast’ı itaate zorlayan seremonik bir dil söz konusudur.
18. yüzyıl Almanya’sında ‘ast, üstle olan ilişkisinde resmi bir hitap dilini gözeterek kendi alçak konumunu sergilemek zorundadır’. Resmi ile gayriresmi arasındaki güç ilişkisine dayalı bu uzun aralık, Almanya’da ancak Weimar Cumhuriyeti döneminde kısalmaya başlayacaktır. Devletin üst makamları ve yönetim birimleri orta kesimin temsilcilerine bu dönemde açılır; öncesinde bu makamlar soyluların elindedir. Ama üstün bu kadim üstünlüğüne tamamen son veren ise farkında olmadan Nasyonal Sosyalist liderler olmuş.
Bu analizi, Norbert Elias’ın bugünlerde yayımlanan ‘Almanlar Üzerine İncelemeler’ kitabından aldım. Elias, bir Nazi övgüsü yapmıyor; Nazilerin nasıl iktidara geldiğini analiz ediyor. Kendisi bir Yahudi, 1933’te Nazilerin iktidara gelmesiyle kariyeri sekteye uğramış bilim, edebiyat ve düşünce insanlarından biri. Ama şu dikkati de çok önemli: Weimar döneminde ‘işçi hareketlerine liderlik edenlerin birçoğu orta sınıftandı’ diyor. Yani liderlik edebilme gücü, orta sınıfa kadar inmiş ama daha aşağıya inmesine de izin verilmemiş. Bu durum şimdi de öyle; Türkiye’de belki daha yukarıda. Yani Elias, Almanlar üzerine inceleme yaparken aslında bir 20. yüzyıl analizi de yapıyor.
Elias’a göre, 20. yüzyıl insanların ortak yaşam biçimleri ve birbirleriyle münasebetlerindeki duygu ve davranışları açısından önceki yüzyıllardan ayrılır. Yine yazara göre, 20. yüzyılda resmi ile gayriresmi arasındaki aralık ya da güç farklılığı birçok konuda azalmıştır. Sözgelimi kadın ve erkek ilişkilerinde; ailelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde; yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilerde; Avrupa toplumlarının dünyanın geri kalanıyla ilişkilerinde; işverenle işçi ilişkilerinde (Elias, 20. yüzyılın başında Almanya’da, işveren ile işçi ilişkilerinde askeri gelenekten söz eder. İşçiler, işveren karşısında hazır olda durmaktadırlar. Bu askeri gelenek, 20. yüzyılın neredeyse sonuna kadar bizde de mevcuttu; öğretmen-öğrenci ilişkilerinde, doktor-hasta ilişkilerinde. ‘Efsus’a Yolculuk’ta anlatısı var.). Güç azalmasının bir sonucu da olmuştur. Çünkü güç azalması beraberinde kimlik arayışı ve statü belirsizliğini de getirmiştir. Elias’a göre, 20. yüzyılın huzursuz bir yüzyıl olmasının bir nedeni de budur.
Elias, çok önemli bir ayrıntıdan daha söz ediyor. ‘Güçlü irade’ ve ‘aylaklık’ kavramlarının, Almanya’da savaş öncesinde dönemin anahtar kelimeleri haline geldiğine işaret ediyor. Vicdan ve merhamet, zayıf olmak ve zayıflık, ağlaklık ve kötü bir şey olarak tanımlanıyor. Güçlü irade, yürekli, kararlı ve atik olma anlamına geliyor. Savaşta katı olmak gerekir çünkü; savaşçı kendini düşmanla özdeşleştirmemeli, çünkü ‘yoksa saldıramaz, öldüremez ve yenemez’.
Üçüncü Reich, hakkında en fazla kitap yazılan fenomenlerden biri. Jane Caplan, 2008’de bu sayının 37 bin olduğunu söyler. Ve konu kapanmış değildir; üzerinde düşünmeye devam edilmekte. Norbert Elias’ın ‘Almanlar Üzerine İncelemeler’ kitabı da bu bağlamda ama bu kitap sadece bu bağlama indirgenemez. Elias, kültür ve uygarlık kavramı üzerinden içselleştirilmiş eğilimlerin analizini yapmakta, Almanya’nın biyografisini çıkarmaktadır. Türkiye’nin de bir ‘Türkiye biyografisi’ne ihtiyacı var.