Güncelleme Tarihi:
Hayta öğrencilerle dolu bir lise ve onları kendi yöntemleriyle yola getiren, hayata bağlayan tatlı-sert bir müdür muavini: ‘Mahmut Hoca’… Rıfat Ilgaz’ın ölümsüz serisi beyazperdeye özel bir dokunuşla taşınmıştı. ‘Ertem Eğilmez sineması’ denen bu sihirli dünya, günümüzden bakıldığında bir cennet tarifi sunuyor bize. Oysa o yıllarda ülkede yoksulluk, terör belası, siyasi sorunlar diz boyuydu. Ama o sinemanın parçası olan filmleri ‘yeniden, yeniden’ izlediğimizde muhtemelen çocukluğumuzla, masumiyetimizle, artık çok uzaklarda seyreden geçmişimizle buluşuyoruz. Bu yüzden de 70’lerin tozlu, sisli ülke tarifi yerine her şeyin üstesinden gelen dayanışma ruhunu, tatlı hınzırlıkları, iyiliğin bir şekilde galip gelmesini, saf komşuluk ilişkilerini hatırlıyoruz. Münir Özkul, işte bu, bir tür cennet tasvirinin unutulmaz üyelerindendi. Bazen bir lise hocası (Mahmut), bazen bir usta (Yaşar), bazen bir turşucu (Kâzım) kimliğiyle ana resimdeki yerini alır ve canlandırdığı karakterlerle aslında toplumsal roller de üstlenirdi.
‘SANA BİR ÇİFT LAFIM VAR
Özkul’un canlandırdığı onca karakter içinde ‘Bizim Aile’deki ‘Yaşar Usta’, o ünlü repliğiyle hafızalara kazınmıştı. Bir alt sınıf temsilcisinin, bir üst sınıf temsilcisine ilişkin söylediklerini içeren bu replik “Bak beyim, sana bir çift lafım var” diye başlıyordu. ‘Büyük patron, milyarder, para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey’e “Sen mi büyüksün? Hayır, ben büyüğüm, ben, Yaşar Usta’ diye sesleniyordu dönemin emekçisi... Seslerin kısılmadığını, emeğin kutsandığını, alın teri sahibinin kendi gücünün farkında olduğunu gösteren ifadeler... En azından sinema perdesinde…
TİRADLARIN EFENDİSİ
Münir Özkul aslında tiradların efendisiydi… Usta bir tiyatro oyuncusu olarak ‘rahmetli’ Haldun Taner’in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı’ndaki yönetmen- oyuncu Tomas Fasulyeciyan rolünde, oyunun kendisiyle özdeşleşen kapanış tiradında her daim muhteşemdi: “Zaten aktör dediğin nedir ki? / Oynarken varızdır / Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır / Bir zaman sonra da unutulur gider / Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız / Görürüm hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz / Birazdan tiyatro bomboş kalacak / Ama tiyatro işte o zaman yaşamaya başlar / … İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler / Artık kendimiz yoğuz / Seyircilerimiz de kalmadı / Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar / Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır / Perde...”
Özkul aynı zamanda ‘kavuk’ sahibi az sayıdaki isimden biriydi. Geleneksel tiyatromuz içinde, vakti zamanında Kel Hasan’ın İsmail Dümbüllü’ye devrettiği kavuk, sonradan Özkul’a devredilmiş, ‘devir-teslim zinciri’ndeki sonraki isimler de Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin ve Şevket Çoruh olmuştu. Öte yandan Dümbüllü’nün Özkul’a kavuğu vermediğine dair iddialar olsa da ‘resmi tarih’teki durum özetle böyledir…
RÜYA TAKIMI
Halit Akçatepe aramızdan ayrıldığında kaleme aldığım veda yazısına ‘Kapa kapıyı Veysel Efendi, alma artık onları’ başlığını atmıştım. Ne yazık ki o muhteşem topluluk artık öbür tarafta. Yeri gelmişken Özkul’la birlikte o ‘Rüya Takım’ı; Akçatepe’yi, Adile Naşit’i, Tarık Akan’ı, Kemal Sunal’ı, Ayşen Gruda’yı da bir kez daha rahmet ve minnetle analım derim…
Son olarak sevgili Münir Özkul’un sanat yolculuğuna ilişkin yayımlanmış bir kitabı hatırlatalım. İsmi ‘Aktör Dediğin Nedir ki? Münir Özkul Kitabı’. Dost Kitabevi’nden çıkan bu eser piyasada bulunuyor mu, bilmiyorum ama meraklısına tavsiye ederim…