Güncelleme Tarihi:
Kronik Kitap’tan Kemal Atakay’ın çevirisiyle yayımlanan, Joe Miller’ın Özlem Türeci ve Uğur Şahin’le birlikte yazdığı ‘Aşı: Biontech Aşısına Giden Yol ve Geleceğin Tıbbı’, sadece COVID-19 aşısının ilk gününden dünyanın dört bir yanına yayılmasını değil; sıradan, tıp ya da bilim okuru olmayan her insanın, sonunu bilse de heyecandan kalbinin küt küt attığı bir hikâye.
‘Aşı’ kitabını okumaya başladığımda beşinci doz aşımı olmaktan eve dönmüştüm. Bir yandan bu ikiliye minnet duyarken bir yandan ağrı çekiyordum. Geçen yıl, Sinovac Faz 3 deneği olarak, bilime düşkünlüğümü bir kenara koysam bile bu kitabı okurken heyecanlanmamak mümkün değil. Bazı yerlerde gözyaşlarımın akmasına engel olamadığımı itiraf etmeliyim. Bilimin, insanlık için çalışmanın ne kadar gergin, ne kadar zorlu olduğunun hikâyesi aslında ‘Aşı’. İradenin, sabrın, özgüvenin, çok çalışmanın, vazgeçmemenin, yani aslında tüm bilimsel gelişmelerin çekirdeğinde neyin yattığını okuyorsunuz.
Uğur Şahin’in, babasının radyo tamir etmesini izlerken, kendisini dinlemeyip en sonunda oğlunun başta kulak asmadığı önerileriyle radyoları çalıştırmasından öğrendiği bir şey varmış: “Sabırlı olmak ve gerçeğin sonunda üstün geleceğine güvenmek.” İşte kimse henüz COVID’den korkmazken Uğur Şahin’in bu virüsün nelere neden olabileceğini görmesi aynı anda BioNTech’te ‘Işık Hızı Proje’yi başlatması ve o günlerde Pfizer’a ilk gittiğinde reddedilmekten yılmaması, babasının radyo tamiri esnasında öğrendikleri sayesinde olmuş.
ÜTÜ YAPARAK SAKİNLEŞEN BİLİMKADINI
Uğur Şahin’in virüs üzerine okuduğu birkaç makaleden sonra harekete geçmesi gerektiklerini hissetmesinden sadece 10 ay sonra, bu yüz binlerce insanı öldüren hastalığı önlemede yüzde 90 etkili bir aşı vardı. Bu hiç de kolay bir şey değil. ‘Aşı’ kitabı, bilimsel bir gelişmenin, özellikle de insanların hayatları söz konusuysa büyük bir cesaret, özveri ve fedakârlıktan geçtiğini de gösteriyor. Bürokrasiyi aşmak, para bulmak, denek bulmak, -70 derecede saklanması gereken aşıların doğru ulaşımını sağlamak ve daha pek çok şey. Pfizer’la anlaşmaları ve anlaşmanın her yönü, ikilinin bilimi her şeyin önünde tutmalarıyla olmuş. Kendine, bilime, yaptıklarına güvenen Özlem Türeci ve Uğur Şahin’in hiç kimseye -yani aslında kızları hariç hiç kimseye- belli etmedikleri gerginlikleri, heyecanları o kadar gerçek ki. Aşının sonuçlarını beklerken Özlem Türeci’nin kendini ütü yaparak sakinleştirmesine ise gülmedim diyemem..
Tabii bir de insanların vücutlarına mikroçip yerleştirmekle suçlanmak, Türkiye doğumlu olmak gibi nahoş durumlarla da savaşmak var işin içinde. Aşıdan çok, Türk olmalarıyla ilgilendiğimiz bu iki biliminsanı etrafında en çok konuştuğumuz şeylerden biri de ne kadar Türk, ne kadar Alman oldukları... Bu başarıyı kim sahiplenecek meselesi. Kızları anlamasın diye aralarında Türkçe konuşuyorlar, Müslümanlar ama bir o kadar da Almanlar. Esasen dünyaya ama en çok bilime aitler. “Özlem’le ben hikâyemizden cesaret alan göçmen kökenli insanlar olduğunun bilincindeyiz” diyor Uğur Şahin. “Bizi göç için bir argüman olarak kullanabilirsiniz. Keza bir şey çok iyi gitmiyorsa onu göçe karşı kullanabilirsiniz” diyor. Göçmenlikle ilgili dünyanın birbirini yediği meseleye bu kadar somut bir bakış insanı elbette düşündürüyor.
‘AŞININ ANA BİLEŞENİ RNA DEĞİL, UĞUR VE ÖZLEM’
Elbette bir çiftin de hikâyesi bu. Tanışmaları, birlikte çalışmaları, âşık olmaları, evlenmeleri de var bu hikâyede. Birbirlerine hem yoldaş hem iş ortağı hem de eş olarak bakan bu iki insanın bu zor ve gergin günleri soğukkanlılıkla atlatması da kitabın farklı bir tarafı. Bir hastanede vizitte tanışan çift, kendilerini bağışıklık sistemine adayan, iki teknoloji ve bilim meraklısı. Ve önlerinde bütün dünyanın belası kanser var. Kanserle savaşabilmek için birlikte RNA’ya yöneliyorlar ve dünyayı değiştiriyorlar.
İnsan ama en çok kendilerine, bilime, çalışanlarına, ortaya çıkardıkları aşıya, çözümlere odaklanmalarından etkileniyor. Etraftaki sesleri dinlemeden, sadece çalışmalarından. Aşı başarılı olduktan hemen sonra her gün aşıdan, hastalıktan, varyantlardan konuşulduğunda Uğur Şahin, “Herkes her gün bir şey olmasını bekliyor” diyerek Facebook ve Twitter’a ara vermenin iyi olacağını söylemiş etrafındakilere, kendimize de pay biçebiliriz bu nasihatten.
BioNTech, 2020’nin başında yarım milyar Euro borcu varken, 2021’de 16 milyar Euro gelir bekleyen bir şirkete dönüşmüş durumda. İleride mRNA’nın bağışıklık sistemiyle iletişim kurma yeteneğinin alerjilerden kilo hastalıklarına kadar her şeyin üstesinden gelmekte kullanılabileceğini, mesela bir kalp durması sırasında hücrelerin ölmesini durdurabileceğini söylüyorlar. Molekülün bir gün yaşlanma sürecini tersine çevirmeye bile yardımcı olabileceğine inanıyor Özlem Türeci. Bu kısa ama uzun hikâye insana ilham veriyor. Koronavirüs aşısı, kanser araştırmalarından yola çıktı, şimdi kanser araştırmaları bu aşının başarısından faydalanacak. Kanser dışında sıtma, tüberküloz, MS ve HIV için de çalışıyorlar. Bilimin heyecanlandırdığı herkesin seveceğini düşünüyorum bu kitabı ve ‘Aşı’nın öyküsünün bir gün sinemaya uyarlanacağından eminim desem yeridir. Joe Miller, Türeci ve Şahin’e duyduğu hayranlığı ve ikisinin aslında neyi başardığına olan heyecanını hiç gizlemiyor; “Aşının ana bileşeni RNA değildi. Uğur Şahin ile Özlem Türeci’ydi” diyor. Kitabı bitirdikten sonra Miller’a hak veriyor insan.
AŞI: BIONTECH AŞISINA
GİDEN YOL VE GELECEĞİN TIBBI
Joe Miller, Özlem Türeci, Uğur Şahin
Çeviren: Kemal Atakay
Kronik Kitap, 2021
320 sayfa, 40 TL.