Güncelleme Tarihi:
‘Göz Güneşe’ (Can) Reyhan Karaaslan’dan çok yakın plan bir insanlık hali. Ağır bir yaşlılık sürecini, içinden dışına, bize göründüğünün ötesinde ve adeta okurun da kitaptan nasıl göründüğüne dek, geçmiş ve şimdi arasında silinenleri, kalanları, çokkatmanlı romanında, çokgörevli bir yazar kimliğiyle, nefes nefese anlatıyor. Hal de payını alıyor bundan kurgu da ve ortaya etkileyici bir yapıt çıkıyor.
Çağla Çinili’den bir ilk öyküler kitabı ‘Kendimi Doğurmadan Hemen Önce’ (İthaki): İlk kitap olmasının doğallığı mı yoksa belli bir olgunluğa ulaşmanın güveni mi, bilemedim ama, rahat söyleyişiyle kendini okutmayı başaran tatlı-sert öyküler okudum. ‘Kasmadan’ denilen şey budur belki de.
'Hevesin Kaçış Yönü' (YKY), Gökhan Yılmaz’ın üçüncü kitabı. Benzersiz öykülerinin üçüncü toplamı. ‘Biraz Kuşlar, Azıcık Allah’ (2012) ile çarpıp, ‘İkiye Kadar Sayamamak’ (2013) ile ustalığını yükselten Yılmaz, en mahrem alanlardan birine, aileye tayin edilmiş bir öykücü sanki. ‘Kurum’un içini hallaç pamuğu gibi atıyor. Ailede hazine bulacak halimiz yok ama Yılmaz’ın öyküleri hazine sandığı sayılır: Şiir, öykü, anı, aforizma. Böyle öyküler yazıldığına ve okuduğuna inanamaz da, sevinçten ağlar insan!
Genç ve yeni yazarların öykü ve romanlarına verdiği önemle de dikkati çeken Alakarga’dan yıl içinde hayli iyi kitap okudum, bazılarına değinebildim. Gözde Kurt’un ‘Böyle Şeyler Hep Gece Olur’ romanı da yeni kent edebiyatının iyi örneklerinden. Tanıdığımızı sandığımız çevrelere, mekânlara bizi yeniden, başka açıdan bakmaya çağıran hoş bir roman olmuş. İçinde şair ve şiir barındırmasıyla da ayrıca ilgimi çektiğini saklayamam. Gözde Kurt bize hep böyle iyi şeyler okutmayı vaat ediyor.
Faruk Turinay’la ‘Şapkamın İçindeki Kıraathane’ (Can, 2019) ile tanışmış ve uzun yıllardır yazan bu öykücüye niye geç kaldım demiştim! Oysa ilk kitabıymış daha! Şimdi ‘Dipsiz Göl’ (Everest) ile bir kez daha tanışmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Çünkü öykülerinde hem çok iyi yazan bir öykücünün olgunluğu, hem coşkusunu gizleyemeyen bir yeni yazarın tazeliği hem de çok deneyen ve bunu oyunun bir parçası haline getiren bir zekânın yaratıcı denemeleri var, ki galiba oyun duygusu, onu içinde tarihsel kişilikler, kadim kitaplar, kült yapıtlar ve edebiyatın ünlülerinin olduğu zevkli ve heyecanlı kurgulara yöneltiyor. Turinay edebi zevkin olduğu kadar edebi zekânın da parlak örneklerini veriyor bu kitabında da.
'Şeytan Düğünü' (Monokl) Nazlı Ayça Özkarahan’ın ilk hevesi. Yaşamın olağan akışı içinde gördüğümüz sıradan insanların kimi dehşete kimi cinnete açılan hikâyeleri. Soğukkanlı. Ama çoğun ‘ailede ölmek’ dediğimiz durumların altını kısık ateşte yavaş yavaş ısıtır gibi yazıyor. ‘Us Yasası’nda dediği gibi “Evlerin içini Tanrı da unutur”. İşte sanat da edebiyat da şiir de galiba Tanrı’nın unuttuğu şeyleri hatırlatmak için var. Özkarahan’ın ilk toplamı, adıyla da bu unutuşa sert, ama gerekli bir itiraz.
Vuslat Çamkerten’in ilk öykü kitabı ‘Görenler Olmuştur’ (İletişim). Zamanın ruhundan güçlü izler taşıyor, başka zamanlardan kalmış ve başka zamanlara da kalabilecek hikâyeler de anlatıyor. Bu küçük kitaptaki 11 öyküyü okuyunca her şeyin kaotik olduğuna ilişkin bir teori bile edinebilirsiniz kendinize. Ne basitçe hatalar yüzünden birbirimizi bitirip ne aptalca nedenlerle dünyadan yok oluveriyoruz. Kara delikler bizi bekliyor. Çamkerten’in öykülerini okurken hemen karanlığa karışıp gitmek yok, öte yandan ne bilinmedik insanlar ne beklenmedik iyilikler varmış diye tatlı bir meğeriniz de oluyor! Turgut Uyar’ın “bütün mümkünlerin kıyısında” dizesi kitabın poetik bir özeti sanki.
Türkçenin son zamanlardaki en özgün şairlerinden biri olarak okuduğum Nihat Özdal, şimdi de ‘Sualtındaki Hafıza’ (Kırmızı Kedi) ile Fırat suyunun altında kalan Mezopotamya’nın önemli kentlerine ulaşıyor ve onları geleceğe ulaştırıyor. Doğduğu Halfeti ve diğer yerleşimlerde hafıza da suyun altında kalmasın diye yaptığı fotoğraf yolculuğunu yazıya geçiyor. Yazının, uygarlığın en kıymetlisi olduğunu bir kez de Özdal’ın hünerli kaleminden okuyoruz. ‘Fırat Nehri’ne derinlemesine bakan’ bu yazıyı İlhan Berk okusa, harika derdi! Fotoğraflara eşlik etmiyor bence, onların imgelerini yaratıyor düzyazı şiir diye okuduğum bu parçalar ve hangisini seçeceğimi bilemiyorum: “Su, gösterişsiz nesneler için vardır. Boş bir bardağı ya da şehirleri doldurur. Terk edilen evler, bahçeler, ağaçlar; ayrılığın telaşı herhangi bir yere gitmeden beklemiş.”
Sözcüklerinin akışının bile şiirden beslendiği bir kitap.