Güncelleme Tarihi:
Türkçeye çevrilen ‘Kiracı’ (1989), ‘Salamina Askerleri’ (2001), ‘Işığın Hızı’ (2005), ‘Sınırın Yasaları’ (2012) ve ‘Sahtekâr’ (2014) romanlarıyla tanıdığımız Javier Cercas (Mena), 1962 yılında İspanya’nın Ibahernando kasabasında doğdu. Ailesi o beş yaşındayken -ekonomik nedenlerle- Katalunya bölgesindeki Girona’ya göç etti. Barselona Autònoma Üniversitesi’nde edebiyat lisansı ve doktorasını tamamladıktan sonra bir süre Illinois Üniversitesi’nde çalıştı. 1989’dan bu yana Girona Üniversitesi’nde İspanyol edebiyatı profesörü olarak görev yapıyor. Edebiyat dünyasına Jorge Luis Borges’in eserlerini okuyarak adım atan Cercas’ın hikâyelerini topladığı ilk kitabı ‘El Móvil’ 1987 yılında yayımlanmıştı. İlk romanı ‘El Inquilino’ (Kiracı) 1989’da, ikinci romanı ‘El Vientre de la Ballena’ (Balinanın Karnı) 1998’de okurlarıyla buluştu. 2001 yılında basılan, kısa sürede 14 dile çevrilen ve birçok ödül kazanan üçüncü romanı ‘Salamina Askerleri’ ona uluslararası saygınlık kazandırdı. Romanları, deneme, makale ve anlatı kitaplarıyla çağdaş İspanyol edebiyatının en önemli temsilcilerinden sayılan Cercas, ulusal ve uluslararası alanda çok sayıda ödül kazanırken, 2011 yılında eserlerinin tümü için ‘Premio Internazionale del Salone del Libro di Torino’ya (Torino Uluslararası Kitap Fuarı Ödülü) layık görülmüştü.
AİLE TARİHİNİ, HOMEROS REHBERLİĞİNDE DEŞİYOR
“Manuel Mena’ydı adı. On dokuz yaşında, Ebro Çarpışması’nda öldü. İç Savaş’ın sonuna doğru, 21 Eylül 1938 tarihinde, bir Katalan kasabasında, Bot’ta sona erdi hayatı. Bağnaz bir Frankocuydu, daha doğrusu Falanjist bir bağnaz; en azından savaşın başında öyleydi. O dönemde, Câceres’teki Üçüncü Falanj Birliği’ne yazılmış; ertesi yıl, asteğmen rütbesini aldığında, Ifni’deki -Regulares’e bağlı- Birinci Avcı Taburu’na atanmıştı. On iki ay sonra, çarpışmada öldü. Yıllarca ailenin kahraman subayı olarak anıldı. Annemin amcasıdır Manuel Mena. Onun hikâyesini, daha doğrusu o efsaneyi çocukluğumdan bu yana defalarca anlattılar bana.”
Romanın giriş paragrafından yaptığım bu alıntı, 270 sayfalık romanın en genel özeti. Boşlukları Javier Cercas’ın büyük amcası Manuel Mena ile daha doğrusu onun hikâyesiyle kendisi ve yazdığı romanı arasındaki sancılı ilişkisi dolduruyor. Tam da bu nedenle iki koldan ilerliyor hikâye. Bir tarafta tarihçi kimliğine bürünen Cercas’ın, Manuel Mena hakkında topladığı belgelere dayalı tarihi anlatısı, diğer tarafta yazar Cercas’ın romanın yazım sürecini ve iç hesaplaşmasını dillendirmesi.
Belgelere dayalı anlatı bizi doğrudan kanlı çarpışmaların yaşandığı cephelere, onca yıl birlikte yaşamış insanların birbirini boğazladığı küçük kasabalara, en kısa özetiyle İspanya’nın -bugün herkesin unutmak istediği- utanç dolu yıllarına, insanların en çıplak hallerine götürüyor. Şöyle demiş Cercas: “Bu hikâyeyi içinde utancın yanı sıra kıvanç, onursuzluğun yanı sıra dürüstlük, sefaletin yanında cesaret, ahlaksızlığın yanı sıra asalet, dehşetin yanı sıra sevinç olduğu için anlatacaktım, benim ailemde, belki de bütün ailelerde olan şeyi -hezimeti, ihtirası, gözyaşlarını, suçu, fedakârlığı- barındırdığı için...”
Edebiyatçı bakışıyla anlatılan bölümlerde ise Cercas, Mena’nın yaşadığı ve çarpıştığı yerleri ziyaret ederek, Mena’yı tanıyan insanlarla konuşarak geçmişin o uçucu imgesini yakalamaya çalışıyor. Mena’nın trajik ölümünü edebi anlatıların, Homeros destanlarının kılavuzluğu eşliğinde değerlendiriyor. Mena hakkında edinilen bilgiler derinleştikçe kahramanlık efsaneleri altüst olacak ve Mena ete kemiğe bürünecek... İşte o zaman “Akhilleus mu, yoksa Ulysses mi?” sorusu takılacak Cercas’ın aklına...
İSPANYOL İÇ SAVAŞI’NIN AKILDIŞILIĞI...
‘Salamina Askerleri’ni okuyanlar Cercas’ın İspanya İç Savaşı’na, Franco’ya ve Falanjistlere karşı eleştirel duruşunun farkındadır. ‘Karanlıkların Hükümdarı’nda kendisinin utançla andığı aile tarihi işin içine girdiğinden olmalı, eleştirisi daha da keskin. Hatta anti-Francocu, anti-faşist kimliğinin altını biraz fazla çizmiş.
İspanya İç Savaşı’nın bir karakter kadar önem kazandığı bu romanda cephedeki çarpışmalar, cephe gerisindeki ittifaklar, İspanya’nın o yıllardaki siyasi, ekonomik ve toplumsal durumu uzun uzadıya anlatılıyor. Ne var ki ‘Karanlıkların Hükümdarı’ tarihsel bir roman değil ama geçmişle ilgili bir roman; geçmişle günümüz arasındaki ilişki hakkında, geçmişin bugünü, bugünün geçmişin anılarını nasıl belirlediği hakkında bir roman. Geçmişteki olaylara olan belgeselci yaklaşım -ölü, yaralı sayıları, Falanjistlerin işledikleri cephe gerisindeki cinayetler, onca genç insanın bir avuç muktedirin çıkarı uğruna kendini feda etmesi- İç Savaş’ın ne kadar da akıldışı olduğunu gösterebilmek için.
‘Salamina Askerleri’ de benzer bir arayışın romanıydı ve ortaya pek çok soru atmıştı. Anlaşılan o ki, ‘Karanlığın Hükümdarı’nı biraz da bu soruları yanıtlamak ve yeni sorular sormak isteğiyle kaleme almış Cercas. Cevap vermeye çalıştığı en önemli soru, etik ve siyaset arasındaki ilişki. Cevaplamak istediği nihai soru ise ‘Kahraman nedir?’e odaklanıyor. Manuel Mena, çok iyi bir örnek oluşturmuş; Francocu saflarda savaşmayı seçerek kahramanlık mı göstermişti? Güzel bir ölüm müydü onunkisi ya da boşuna mıydı? Ölümü ailesi ve ülkesine yarar sağlamış mıydı? Ve romanın sonunda yanıtı verilecek soruya geliyoruz: Tüm ölülerin efendisi olan, efsanelere konu edinilen ama kendisi hayatın tadını hiç çıkaramayan, pek çok kişi tarafından kutlanan, ancak bundan tam olarak zevk alamadan hayatı kısa kesilen Akhilleus mu, yoksa uzun ama vasat bir yaşam sürmek için savaştan dönen Ulysess mi olmak daha iyidir?
HİKÂYENİN HİKÂYESİNİ ANLATMAK...
Biyografik, otobiyografik, tarihsel, belgesel özellikler taşıyan ‘Karanlıkların Hükümdarı’nı hangi tür içinde değerlendirmek gerekir? Okuduğumuz kurmaca bir metin mi, yoksa kurgu dışı mı? Açıkçası Cercas, gerçeklik ve kurgu arasındaki sınırlarla oynamış. Romanın yapısını roman içerisinde şöyle tarif ediyor:
“Tam o anda, bir hikâyeyi anlatmanın birçok biçimi olduğunu ama bunlardan yalnızca bir tanesinin iyi olduğunu düşündüm. Gökyüzünün bulutlarla gölgelenmemiş olduğu o öğle vaktinin berraklığında, tek iyi biçimin hangisi olduğunu da gördüm, daha doğrusu gördüğümü sandım. Manuel Mena’nın hikâyesini anlatmak için kendi hikâyemi anlatmam gerektiği sonucuna vardım... Bir yandan, bir hikâye, Manuel Mena’nın hikâyesini anlatmalıydım, onu sanki bir tarihçi anlatıyormuş gibi, olaylara sıkı sıkıya bağlı kalarak, efsaneye, edebiyatçının hayal gücüne ve özgürlüğüne burun kıvırarak, bir tarihçi doğruculuğuyla, kayıtsız, mesafeli ve titizce, ben sanki kendim değil, başka biriymişim gibi anlatmalıydım; öte yandan, bir hikâye değil, bir hikâyenin hikâyesini anlatmalıydım, yani Manuel Mena’nın hikâyesini anlatmak, onun sorumluluğunu üstlenmek, onu ayrıntılarıyla ele almak istemeyişime, hayatım boyunca Manuel Mena’nın hikâyesini anlatmamak için yazar olduğuma inanmış olmama rağmen, nasıl ve neden onu anlatma noktasına geldiğimin hikâyesini anlatmalıydım...”
Kendi hikâyesini anlattığını itiraf etmesine aldanmayın. Tam da Nietzsche’nin söylediği gibi; “Kendinizden çok konuşmak, saklanmanın en iyi yoludur”. Cercas’ın niyeti saklanmak değil, anonimleşmek. İspanya İç Savaşı’ndan zarar gören insanları temsil etmek için katmış kendi hikâyesini. Kendisinden bahsetmek için değil, başkalarının da her şey hakkında konuşabilmesi için kendisini bir roman karakterine dönüştürmüş.
Tarihi aşağıdan, isimsiz insanlarından yana bir bakışla canlandırırken tarihle yüzleşen Cercas, edebiyat dışında anlatılamayacak pek çok yan hikâyecikle iç savaş yıllarından günümüze uzanıyor. Bunlar bir daha yaşanmasın diye...
KARANLIKLARIN HÜKÜMDARI
Javier Cercas
Çeviren: Gökhan Aksay
Everest Yayınları, 2021
280 sayfa, 32 TL.