Güncelleme Tarihi:
Ahmet Kaya’nın sesi hâlâ kulağımdadır; hem şarkılarının icrasındaki sesi hem de görsel ya da yazılı basındaki söyleşilerindeki sesi... Bunların hepsi bir ve aynı sestir. Ahmet Kaya’nın şarkı söylerkenki sesi, bir yapıntı, bir kurgu değil; bir kendiliğindenlik biçiminde vücut bulan tinselliğin dışavurumuydu. Ahmet Kaya’nın Selda, Cem Karaca, Edip Akbayram, Zülfü Livaneli gibi protest müziğin diğer güçlü isimlerinden farklı bir konumu vardı. Bu sanatçılar, 70’lerde devrimci mücadelenin toplumsal bir hareketlilik kazandığı bir dönemde, bu hareketliliğe paralel olarak ortaya çıkmışlardı. Ahmet Kaya ise 12 Eylül yıllarında, devrimci mücadelenin siyaset dışı bırakıldığı bir dönemde ortaya çıkmıştı. Sol, geçmişten çok gelecekten, ütopya kavramından beslenir; romantizm ve arabeskten çok protesto ve opera sesinden. Ahmet Kaya, bu bakımdan da diğerlerinden ayrılıyordu.
İlkay Kara’nın, ‘Açık Yaranın Sesi - Bir Politik Anlatı Olarak Ahmet Kaya Şarkıları’ adlı çalışması, Ahmet Kaya’yı tam da bu problematik üzerinden irdelemektedir. Kara’ya göre, sağ nostaljinin, sol ise ütopyanın kalesidir. Bununla birlikte, sol kendisine modern bir gelenek icat etmiştir. Ahmet Kaya’nın şarkıları, solun kendisine bir tarih atfetmesinin şarkılarıdır. Kara’ya göre, Ahmet Kaya, öncelikle uzak geçmişin direniş, mücadele, isyan anlatılarını şarkıları vasıtasıyla güncellemiştir. Ona göre, Kaya, bu stratejiyle, tarihle muhafazakâr olmayan bir ilişki kurmuştur. “Devrimci romantizmin amacı geçmişe dönüş değil, geçmişten dolaşarak ütopik bir geleceğe yönelmektir.” (Michael Löwy)
Kara’ya göre, Ahmet Kaya şarkıları, siyaset dışı bırakılmış toplumsal muhalefetin geçmişteki mücadele figürlerine atıfta bulunarak, 12 Eylül sonrasında, devrimci mücadelenin duygusal bakımdan devre dışı bırakılamayacak yeni bir anlatısını kurmuştur. Ona göre Ahmet Kaya’nın ikinci ayırıcı özelliği de yine geçmişle kurduğu ilişki biçiminden ortaya çıkar: Kendi müzikal çizgisini, bir yanda Ruhi Su’nun olduğu, diğer yanda arabesk müziğin yer aldığı bir yeniden düzenlemeye dayandırır. Ahmet Kaya’nın şarkıları, siyaset ve tarih dışı bırakılmış olanın, kendi mücadele geçmişi içinden seslendirdiği şarkılardır. Bu şarkıların, derin bir dışlanmışlık ve yok sayılmışlık duygusu uyandırmasının nedeni burada gizlidir.
İlkay Kara’nın çalışmasının belki de en önemli tezi şurada: “Ahmet Kaya darbe öncesinde kalan toplumsal mücadele deneyimini darbe sonrasında yeniden düzenlenen söylemsel hatta taşımakla” Benjaminci tarih içinde yer alır. “Benjaminci tarih anlayışında, geleneği hâkim sınıfın aleti durumuna düşmekten kurtarmak, onun hükmünden çekip almak gerekir.” Ahmet Kaya şarkıları, egemen sınıfın anlatısına karşı, kendi hikâyesini dile döken şarkılardı.
Benim kuşağım, bir Ahmet Kaya kuşağıdır. Ahmet Kaya’yı, 1980-83 arasında, lisede okuduğum yıllarda, henüz ilk albümü ‘Ağlama Bebeğim’ çıkmadan keşfettim. O yıllarda, sanatçının, şurada burada söylediği şarkıların kayıtlarından kaset dolumu yapılırdı. Çarşıdaki vaktimi, Tahir’in çay ocağında geçirirdim. Biz, şiir ve edebiyat hakkında konuşurken, teypten Zülfü, Kerem Güney, Sadık Gürbüz ya da Ruhi Su çalardı. Tahir, bir gün, “Ahmet Kaya diye yeni biri çıkmış” dedi. Ahmet Kaya’nın sesi, bizim de içinde olduğumuz bir duygu durumu yaratıyordu. 12 Eylül sonrasıydı ama onun sesini dinlerken, kendi yazgımızın içinde gibiydik. “Ahmet Kaya için Gazel”im, belki nihayet yeni şiir kitabımda yer alacak. Bu yazıyı, Tahir Bıçak’ın aziz hatırasına ithaf ediyorum. Tahir, onun sesi için, “Anlatılan bizim hikâyemiz” derdi. Biz? ‘Açık Yaranın Sesi’, bu ‘biz’i çok güzel açıklamış. İlkay Kara’ya, bu çalışmasından dolayı teşekkür ederim.