Güncelleme Tarihi:
Simone de Beauvoir, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” diye anlatır hemcinslerinin meşakkatli serüvenini. Kadın olmak da hiç kolay değildir elbette. Ergenliğe geçişle başlar zorluklar. En güzel Françoise Sagan anlatmıştı ergenliğe geçişin hissettirdiklerini Cecile’in ağzından ‘Merhaba Hüzün’de. Elbette Cecile’den bu yana dünyayla paralel olarak kadınların yaşadıkları da çok değişti ama özünde kadın olmanın zorlukları hep aynı. ‘Hayaller İçindeki Floransa’ adlı kitapta bu kez Floransa’dan bakıyoruz bir kadının serüvenine. Jean Rhys, Elena Ferrante ve Catherine Lacey’nin kahramanlarını hatırlatan bir kadınla tanıştırıyor bizi kitapta Jessie Chaffee. Adı Hannah! Aslında yaşamaya istekli bir kadın Hannah ama kadın olmaya çalışırken karşılaştığı tuzakların bazılarından kurtulamamış. En büyük tuzak ise anoreksiya. Yeme bozukluğu hastalığı var bu kahramanın. Günümüzde güzellik ölçütlerinin şablonlaştırılmasının getirdiği tehlikelerin yarattığı yıkımların en vurucu örneği bu hastalık.
YENİDEN DOĞUŞ
Hayatını ve bedenini harabeye çeviren yeme bozukluğuyla uğraşan Hannah, kendine yeni bir sayfa açmak için Floransa’ya gidiyor. Rönesans’ın yani yeniden doğuşun başladığı kenti bunun için seçmesi de elbette yerinde bir karar. Çünkü Floransa güzelliğin, sanatın, lezzetin ve mutluluğun kenti. Romanın her anında bunu hissettiriyor yazar okurlarına. Çok az İtalyanca bilen Hannah, Boston’dan buraya iyileşmeye geliyor. Kendi kimliğini ABD’de bırakıp yepyeni bir kimlik arayışında bu genç kadın. Floransa kısa zamanda içine alıyor Hannah’yı. Yerel bir kürek takımına katılıyor. Yepyeni bir çevresi oluyor. Futbol çılgınlığının, seksin, yeme-içmenin sonsuz bir ısrarla hayatların içine geçtiği bir yaşamla tanışıyor. Kaptırıyor kendini o da bu canlılığa. O noktada tam bir savaş başlıyor Hannah’nın içinde. Bir yandan bu zevklere hızla dalarken bir yandan üzerine ısrarla yapışan kimliği arasında mücadele ediyor.
Kim mi kazanıyor? Elbette sağduyu. Her zaman kazanmaz mı zaten! Çıkışı bulamaz gibi hissederiz kendimizi ama biraz baksak içimize, çıkıverir bizi feraha yönlendirecek rehber. Hannah’nınki de böyle bir öykü işte. Çok tanıdık, çok içten, çok keyifli. Bir yandan ortak olurken onun dertlerine, bir yandan Hannah’nın en iyi arkadaşı gibi hissedeceğiniz bir öykü. Kahramanla birlikte sizin de labirentten çıkış yolunu bulabileceğiniz bir öykü.
Bedenime teslim olmamı istemeyin
Yer Floransa olunca şehir romanın kahramanlarından birine dönüşüyor. Bu kahramana yine şehrin dört bir yanında ruhlarını kazımış azizler eşlik ediyor. Kendisi de bir süre Floransa’da yaşayan Chaffee, “Üniversitede Floransa’da okudum ve burası beni birçok insana yaptığı gibi ele geçirdi. Yıllar sonra bu romana başladığımda, Floransa ideal bir ortam gibi göründü. Çünkü güzellik, tarih, canlılık ve yemekle dolu bir şehir. Dolasıyla tüm bu özellikler bu şehri, vücuduyla ve geçmişiyle savaşan bir kadın için zengin ve karmaşık bir alan haline getiriyor. Kadın güzellik fikirleriyle mücadele ediyor” diyor. Azizler ise romanda kilit bir noktada yer alıyor. Çünkü azizler ruhsal coşkunluğa ulaşmak için dünyevi bedenleriyle mücadele etmiş insanlar. Zaten yazar da kitapta Aziz Margaret’in “Benden bu bedenime teslim olmamı istemeyin. Ben ve bedenim arasında ölene kadar bir mücadele olmalı” sözünün altını çiziyor.