Güncelleme Tarihi:
Audrey Magee İrlanda’da doğdu. University College Dublin’de Almanca ve Fransızca, Dublin City University’de gazetecilik okudu. 20 yıl gazeteci olarak çalıştı. The Times, The Irish Times, Observer ve The Guardian’a yazdı. İlk romanı ‘The Undertaking’ Women’s Prize for Fiction ve Irish Book Awards finaline kaldı. İkinci romanı ‘Koloni’ 2021 Booker Ödülü’nde uzun listeye alındı.
EN KANLI YAZ
Hikâye Londralı ressam Lloyd’un çıktığı deniz yolculuğuyla başlıyor. 1979 yılının haziran ayındayız. Lloyd, otantik bir deneyim yaşamak, adalılar gibi davranmak ve manzaraya nüfuz etmek arzusuyla daha büyük ve motorlu bir tekne yerine kürekli bir sandalı yeğlemiştir. Ancak -Audrey Magee’nin şiirsel bir tasvirle yansıttığı- yolculuk hiç de beklediği gibi geçmez:
“Kayıkçılar ona değil, okyanusun ortasındaki adaya odaklanmışlardı; kayığı ileri geri, iki yana sallayan, denizi yaran, parçalayan, lime lime eden kaya parçasına bakıyorlardı; boyunlarında kabarmış damarlarla, kayığı koydaki kızaktan onlara el sallayan yaşlı adamlara ve kadınlara doğru çevirmek için mücadele ediyorlardı. Lloyd da onlara el sallamak, geldiğini haber vermek istedi ama bir dalga, kayığın pruvasına çarparak kayığı çevirdi; deniz, gökyüzü ve kara karmaşa halinde Lloyd’un etrafında döndü, daha, daha hızlı, fırıl fırıl, kayıkçılar bağırıp çağırıyordu
o gırtlaktan gelen
dilde
ta ki
kürek çeke çeke kayığın dönmesini durdurana, koyu dinginliğine kavuşturana, kızağa dağılmış koyu renk giyimli adalılara, sessizlik içinde izleyen erkek, kadın ve çocuklara yaklaşana kadar.”
Vardıkları kara parçası, İrlanda’nın Atlantik kıyısındaki -ismi verilmeyen- küçük bir ada. Nüfusu ise 100’ü bulmuyor.
Kariyerinde ve evliliğinde sarsıntı yaşayan Lloyd, adaya manzara resimleri yapmak ve sanatında yeni bir sayfa açmak için gelmiştir. Ne var ki bir süre sonra -yapmayacağına söz verdiği halde- ada halkının portrelerini çizmeye koyulur.
Lloyd’un huzuru -kendisini sahibi gibi gördüğü adaya- yeni bir konuk geldiğinde kaçar. Zira gelen konuk, adayı ondan önce sahiplenmiş bir Fransızdır. Dilbilimci J.P. Masson, İrlanda dilini yok olmaktan kurtaracağını umduğu doktora tezini tamamlamak ve akademik dünyada parlamak niyetindedir.
İki adam arasındaki çatışma kaçınılmazdır ve daha tanışma anında gerçekleşir. Her biri kendi hükümranlığında olduğuna inandığı bir alanda diğerinin boy göstermesine tahammül etmeyecektir. Adalılar ise sömürgeci kültürlerini sergileyen ve adada hükümranlık kavgası veren bu iki adamı ciddiye bile almazlar. Onları rahatsız eden huzurlarının kaçacak olmasıdır. Sadece ev sahiplerinin 15 yaşındaki oğlu James, Lloyd’un stüdyosundan, sanatından ve vaat ettiklerinden etkilenmiş, balıkçılık dışındaki bir hayatın hayalini kurmaya başlamıştır.
Küçük adada bireysel gerilimler sürüp giderken 79 yazı İrlanda için tam bir cehennemdir. Adadaki gündelik hayatın aktarıldığı bölümlerin arasına serpiştirilmiş haber küpürlerinden yansıyan şiddet ve suikast sahneleri giderek adalıların hayatını da etkileyecektir...
SÖMÜRGECİLERİN GÖRMEK İSTEDİKLERİ
Edebiyatta ve felsefede ada motifi genellikle metafor işlevi görür -’ve genel bir kural olarak ada ne kadar küçükse metafor o kadar büyüktür’. ‘Koloni’deki bu küçük, adsız İrlanda adası, kolonileştirilmiş toprakların mükemmel bir mikrokozmosudur.
Audrey Magee, İngiltere’nin ilk kolonileştirdiği topraklar olan ve daha sonra diğer Avrupalı sömürgeciler için şablon işlevi gören ülkesi İrlanda’nın günümüze kadar uzanan lanetli tarihine nüfuz etmek için küçük bir ada seçmiş kendisine. Ülkesinin -birey, toplum, dil, kültür, gelenek anlamında- genel karakteristiklerini bu küçük adada ve az sayıda karakter üzerinden görünür kılıyor. ‘Koloni’de karşımıza çıkan karakterlerden dördünün içsel yaşamları var. Bunlardan ikisi modern sömürgeciliğin büyük canavarları olan İngiltere ve Fransa’dan; diğer iki karakter, sömürgeleştirilen ülkeden İrlandalı bir anne ve oğlu.
Bu karakterler aracılığıyla sömürgeci bir ülkeden gelmenin ve sömürülen bir ülkede yaşamanın anlamını, böyle bir yaşamın dile yaptığı etkileri araştırıyor. Özellikle de insanların iç monologlarıyla dış sesleri arasındaki farklar üzerinde durmuş. Asıl üzerinde durduğu sömürgecinin kullandığı dil ile sömürgeleştirilenin dili arasındaki farklılık, bu farklı dillerin oluşma süreçleri. Karakterlerin dillerini belirleyen -tarih, politika, felsefe, din, etik, eğitim, sosyal duruş ve milliyet gibi- birçok etkeni dış diyaloglar ve iç monologlarla ortaya koymuş. Elbette bir hikâye içinde, karakterlerin birbirleriyle ilişkileri, çatışmaları, yakınlaşmaları gibi olaylar dizisi içerisinde yapıyor bunu. Bir kişinin konuşmasının o kişinin ve karşısındakinin iç konuşmasındaki karşılıklarını yakalamaya çalışan bir hassasiyeti var.
Dil konusu bu romanda özel bir yer kaplamakla birlikte sadece İngiliz diline ve İrlanda özeline sıkışıp kalmamış Magee. Erken ya da geç kolonileşme süreçlerinden geçmiş ya da kültürel eşitsizlik nedeniyle kendi diline, edebiyatına sahip çıkamamış her coğrafyada karşılığı olan çarpıcı bir alegori ve keskin bir hiciv.
İki sömürgeci, Lloyd ve Masson’un iç dilleri, kendileriyle, birbirleriyle ve adalılarla ilişkileri boyunca değişiyor. Ve Kuzey İrlanda’daki şiddet yoğunlaştıkça, iki adam adanın üstünlüğü için savaşıyorlar, her biri kendi ülkelerinin miraslarını kendi dillerinde ve konuşmalarında saklıyorlar.
Kendi işine, sanatının -belki de evliliğinin- bekasına odaklanmış Lloyd’un adalıların yaşamını ve İrlanda’nın dili ve kültürünün yok olmasını umursamaz tavrı itici ve budalaca. Zira bir ressam gibi düşünüyor ama etrafına baktığında o sömürgeci gözleri klişelerden başka bir şey göremiyor. Bu nedenle resimleri bir türlü insanların ve doğanın hakikatini yakalayamıyor.
Hayatını İrlanda dilinin kurtuluşuna adamış Fransız dilbilimci Masson, adalılarla ilişkilerinde çok daha cana yakın ve sevimli. Ancak Cezayirli annesinin yaşadığı dilsel travmayı aşamamış olması Masson’un bakış açısını militanlaştırıyor.
Bu iki adam arasındaki çatışmanın nesnesi ada ama adaya yaptıkları olumsuz etkilerin, orada misafir olduklarının farkında bile değiller. Her iki yabancı da kendi gündemleriyle politikalarını tarihsel olarak kendilerini etkileyen konularda söz hakkı olmamış bir grup insana dayatmaya çalışıyor.
Adalılar onların dayatmalarına aldırış etmiyor aslında. Sadece maddi gelir elde etmek için katlandıkları bir durum. Audrey Magee, onların arızalarını da ortaya çıkarmak konusunda cesur; geleneğin ölü ağırlığıyla köşeye sıkışmış, kimi zaman çıkarcı, kimi zaman bencil İrlandalı yaşamları da tasvir ediyor.
Anlatı bütünlüğü o yaz Kuzey İrlanda’da meydana gelen cinayetlerin kısa, olgusal açıklamalarıyla yapısal olarak bozuluyor. Hem üsluptaki soğuk nesnellik hem de açıkça şiddet içeren sahneleri ile bu kısa bölümler -en kestirme ifadeyle- sarsıcı. Ayrıca okuyucuyu adadaki yalıtılmış yaşamdan çıkararak dış dünya ile yan yana getirmek ve adada yaşanan dilsel ve kültürel çatışmaların aslında dış dünyadaki sorunlarla benzer köklere dayandığını hatırlatmak vazifesi görüyor.
Yakıcı meselelere açılmakla birlikte ‘Koloni’ canlı görüntüler ve etkili diyaloglardan oluşan, edebiyat tadı veren, sürükleyici bir roman. Magee’nin -kısa bir alıntı ile göstermeye çalıştığım- dili berrak, keskin, zaman zaman lirik ve imgesel. İşte bu dille İrlanda’ya özgü melonkolik bir atmosfer kurmayı başarıyor.