Güncelleme Tarihi:
İlk kitabıyla değil, en bilinen, şairiyle özdeşleşen kitabıyla başlamış İş Bankası Kültür Yayınları: ‘Acıyı Bal Eyledik’. İlk baskısı 1973, kim bilir kaç kez basılmış ve okunmuştur sonrasında. Hasan Hüseyin’in şiir kitaplarının adlarında, ‘Haziranda Ölmek Zor’, ‘Acılara Tutunmak’, acı, ölüm bol bulunur ama şiir dilinin altında merhem niyetine belki de bal bulunur.
Halk balı, türkü balı, dil balı. Mayasında acı olan coğrafyalardan, kavimlerden, kültürlerden söz ederken delibaldan da acıbaldan da dem vurmamak ne mümkün! O nedenle acıdan bal çıkaran bir şiiri de hiç garipsemiyoruz. Niye garipseyelim hem? Hayatta acıdan bol, türküde ve şiirde acıdan bal ne var?
Halk şiirinin katlarını aça aça, gözlerine yeni sözler, alışılmadık söyleyişler koya koya, sanki halk kumaşından, ipeğinden, basmasından imgeler biçe biçe geldi Hasan Hüseyin’in şiiri. Ahmed Arif’in ‘Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi’ şiirinde “Hoş gelir, safa gelir, Ahmed Arif’in yeğeni” demesine benzer ki, ‘Acıyı Bal Eyledik’ de, Ahmed Arif’in yakışıklısı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’den (1968) beş yıl sonra yayımlanır ve iki kitap da acı birliği içinde şiir birliğiyle uzun seferlerden gelmiş denizcilerin sırlı öykülerini cankulağıyla dinlemeye doyamamış halklar ve onların evlatları tarafından şiirin ve acının kutsal kitapları olarak okunurlar. Daha da çooooook uzun zamanlar okunacaklar!
AHMET KAYA GİBİ
Hasan Hüseyin’de bir başkalık var dersem, doğal olarak hangi iyi şairde yok ki dersiniz. Ama o ‘acıların coğrafyası’ dediğimiz anda arabeske dönüşecek, çoktan dönüşmüş bir ülke halinin sırattan ince sınırlarında yürümeyi bildi. Biraz Ahmet Kaya’ya benzetirim onu. Kaya da nasıl ilkin arabesk olmakla suçlanıp sonradan İslamcılar ve hatta Ülkücüler tarafından da sevildiyse, Hasan Hüseyin de folklorik olmakla, suçlandı diyemem çünkü suç değil, eleştirildi, ama herkes tarafından da sevildi, ezberlendi, bestelendi.
Bazı tarihleri hatırlatınca, bazı kıyımları söyleyince, bazı yerleri dile getirince ve kuşkusuz bazı türküleri söyleyince folklorik olursun olmasına da, daha fenası sakıncalı bulunursun! Yezit’e Yezit denir ve denmelidir, ne kadar da yakışır adı Yezit’e! Hasan Hüseyin de gerek bu kitabında, gerek önceki ve sonrakilerde adlı adınca söyler her şeyi, tıpkı kendi adının da söylediği nice acılar gibi: Hasan ile Hüseyin.
1963’te ‘Kavel’ kitabıyla ve ünlenen aynı adlı şiiriyle başladı Hasan Hüseyin’in şiir yolculuğu. Dur durak bilmeden, şiiri bir yol olarak seçen tüm iyi şairler gibi o da yürüdükçe açıldı, yolu genişledi, ufku, şiiri, görüşü, söyleyişi gelişti, ‘Temmuz Bildirisi’ (1965), ‘Kızılırmak’ (1966), ‘Koçero Vatan Şiiri’ (1976), ‘Filizkıran Fırtınası’nın da (1981) aralarında olduğu pek çok kitabıyla sesi gür, akışı yüksek ve tek kişilik bir ‘düğün ve cenaze orkestrası’ gibi gözyaşının aynı anda hem acıdan hem de sevinçten döküldüğü hissini kuvvetle uyandıran şiirler yazdı.
Hasan Hüseyin şiirlerinin modern Türk edebiyatı klasikleri arasına girmesiyle Orhan Kemal’in de bu klasikler arasında yer alması benzer nedenlerledir. İkincisi nasıl bir ‘halk yazarı’ olarak okundu, ünlendi ve yoksulluk içinde yaşasa da hakkı teslim edildiyse, Hasan Hüseyin de bir ‘halk şairi’ olarak okundu, sevildi ve tıpkı Orhan Kemal gibi o da yaşarken yapıtlarının ‘mürüvvet’ini gördü. Bir şairin göreceği ‘mürüvvet’ten ne olur diyorsanız...
NÂZIM’DAN PİR SULTAN’A...
Halk yazarlarını, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sait Faik, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Ayşe Kulin, Zülfü Livaneli, yazınsal değerlerinin yüksekliği, yeniliği, özgünlükleri, yani ‘okuma zevki’ni geliştiren öğeleriyle olduğu kadar, edebiyat okuru olmayan büyük çoğunluğun evlerine, kitaplıklarına girebilmeleri ve ailece okunmaları nedeniyle de ‘okuma kültürü’nü genişletip yaygınlaştırmaları bakımından çok önemli ve çok değerli bulurum. Şiirde bunu ilkin Orhan Veli gerçekleştirmiştir, sonra Hasan Hüseyin, Ataol Behramoğlu, Yaşar Miraç, küçük İskender, Didem Madak, şimdiyse tek başına Şükrü Erbaş.
Açık Şiir diyebileceğim bir yanı var Hasan Hüseyin şiirinin. Pek çok şairle yakınlığını saklamıyor çünkü. Nâzım Hikmet’le de, Attilâ İlhan’la da, tabii yolun ulularından Pir Sultan’la da hiç saklamıyor, geleneğin bence en önemli parçalarından olan ironi, yani hiciv ve taşlamayla da. Geçtiği yerleri, yol izlerini iyi taşıyan ve bunlarla da şiirini güne taşıyan bir şair oldu Hasan Hüseyin. Günün şairi oldu. Güncelin şair için bir sınav olduğunu, toplumcu şiir için bunun şart olduğunu ve aslında güncel deyip çoğun uğramadan geçilenin bu şiirin ‘olmazsa olmaz’ı olduğunu da biz en iyi onun şiirinden öğrendik, öğreniriz. Neruda’nın, Alberti’nin, Brecht’in, Aragon’un, Nâzım Hikmet’in şiirinden öğrendiğimiz gibi tıpkı.
HALK ŞİİRİNİN ANLATIM GÜCÜ
Açık Şiir çünkü, yukarda saydığım şairlerin limanlarına uğramış, rüzgârlarını yelkenine doldurmuş, güncelin tehlikeli sularına gözü kapalı dalmış, bunu yaparken de halkın ‘ümmi’ geleneğinden ve o geleneğin kadim bilgeliğinden nasiplenmeyi unutmamış.
Açık Şiir’in gerekçelerinden biri de Halk Şiiri geleneğini güncellemesi ve bunu yaparken de doğal olarak yalın bir şiire yönelmesi sayılmalı.
Açık Şiir’in yakınlığını bir olanak olarak farklı şairlerle benzerlik bulma ve kurmada da gösteriyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu nasıl halk şiirinin renklerini bir motif olarak değerlendirip rengârenk bir şiir oluşturduysa, Hasan Hüseyin de halk şiirindeki sesin yüksekliği, anlatım gücü, içliliği ve dokunaklılığıyla şiirinin sesini dokudu.
Bu kitabın en sevdiğim şiirlerinden ‘Amado’lu Ağustos’la selamlıyorum ‘acımızı bal eyleyen’ yakın şairimiz Hasan Hüseyin’i: “gece sıcak ve ishaklı/ yaralı bir geyik gibi yalnızım/ kesilmiş karpuz gibi kalabalık/ ve umutlu/ amado/ hey amado”.