Güncelleme Tarihi:
Edebiyat tarihinin şaheserleri arasında yer alan, 300 dil ve lehçeye çevrilen, milyonlarca kopya basılan ‘Küçük Prens’ 75 yaşında. Ama tüm bu rakamlar sadece büyükler için önem arz ediyor. Çocuklar, çocuk kalabilenler, çocukluğuna özlem duyanlar için işin sırrı sayıların çok ötesinde. Peki ama nedir onu benzersiz kılan bu sır?
Emmanuelle Kecir, ‘Küçük Prens ve Evreni’ ve ‘Küçük Prens ve Felsefesi’ uyarlamalarıyla bu sırrın peşine düşüyor. Her yaştan çocuğun anlayabileceği sadelikle kaleme alınan kitaplar bu büyülü dünyaya giriş niteliği taşıyor. İlk kitapta tek tek karakterlere eğilen yazar ikinci kitabıyla ‘Küçük Prens’in evrenini oluşturan arkadaşlık, sevgi, zaman, güven gibi felsefi kavramları açıklıyor. Orijinal çizimler ve alıntılarla zenginleşen kitaplar çocuklara okuduklarını derinleştirmeleri ve sorgulamaları için kılavuzluk ediyor.
Antoine de Saint-Exupery hikâyesine bir çocukluk anısıyla başlar. Altı yaşındayken yaptığı resim büyükler tarafından anlaşılmamış, hevesi kırılmış, çocukluğundan uzaklaşıp ‘ciddi şeyler’le ilgilenmek zorunda kalmıştır. Pilotluğu meslek edinmiş ama çocukluğunu da içinde bir sır gibi saklamıştır. Ve resmini anlayacak kişiyle karşılaşıncaya kadar, “gerçek bir dostu olmadan yapayalnız” yaşamıştır.
İşte o dost, Büyük Çöl üstünde uçağıyla bir kazaya uğrayınca karşısına çıkar pilotun. “Lütfen, bir koyun çizer misiniz?” diye seslenerek hayret verici bir şekilde ortaya çıkan Küçük Prens boa yılanının içindeki fili de, kutunun içindeki koyunu da görebilecek masumiyete sahiptir. Böylece pilot da içinde sakladığı çocuğa yeniden elini uzatır.
Dünyaya çok uzaklardan, Asteroid-B612’den gelen Küçük Prens’le pilotun birlikte geçirdikleri zaman çocukluğun kırılgan evine giden, hüzünle ve ışıklarla dolu bir yola dönüşür.
Bir çiçekle başı dertte olduğu için gezegenini terk etmiştir Küçük Prens. Gülüne küserek çıktığı yolculukta farklı farklı gezegenlere uğrar. Her biri derin bir yalnızlığın ve anlamsızlığın içinde dönüp duran; kral, kendini beğenmiş, ayyaş, işadamı, fenerci ve coğrafyacıyla tanışır. Bu büyük ve ciddi insanların küçük dünyalarından çabucak sıkılan Küçük Prens ardında güce, kibre, zenginliğe ve budalalığa dair sorular bırakarak yoluna devam eder.
‘BAŞAKLARIN RENGİNİ HATIRLASANA’
İnsanların asıl önemli olanı hep unuttuklarını, evcilleştirmek-bağ kurmak için zaman ayırmadıklarını dünyada karşılaştığı tilkiden öğrenir Küçük Prens. ‘Birbiri için eşsiz olmanın’ anlamını tilkiyi evcilleştirerek keşfeder. Gülüyle aralarındaki bağın benzersizliğini de görür böylece. Pişmanlık ve sorumluluk duygusuyla gülüne dönmeye karar verir ve ondan tilkiye başakların rengi kalır.
Pilota ise çıkrığın ezgisi, kuyunun şarkısı, birlikte su içtikleri zaman, gülmeyi bilen çanlar ve yıldızlar ama en önemlisi çöldeki kuyuya giden yol kalır. O yolda, yaşamından sürgün etmek zorunda kaldığı çocukluğunun hazineleri gizlidir.
Antoine de Saint- Exupery, annesine yazdığı 1940 tarihli mektubunda, ferahlatan tek pınarı çocukluk hatıralarında bulduğunu, ruhun çöle dönmüş olduğunu, susuzluktan ölünebileceğini söyler. (Küçük Prens’in Güzel Hikâyesi, Mavibulut Yayınları, 2013)
‘Küçük Prens’, her okuyana o kuyudaki sudan içirmeyi başarır. Herkesin baobabları türlü türlü, gülü farklı renk, volkanları boy boy olduğu gibi sudan aldığı tat da benzersizdir. Değil mi ki yazar Küçük Prens’i hikâye boyunca defalarca farklı şekillerde resmetmiştir. Her birinin elinde beş yüz milyon farklı çan vardır sanki. Her ruhta farklı yankılanan, duyumsanan ama anlatılamayan kahkahalar çınlar. Onun benzersizliği de bu anlatılamazlıkta saklıdır. ‘Küçük Prens’ herkesin kendisiyle çocukluğu arasındaki bir sırdır.