Güncelleme Tarihi:
Çanakkale Bienali İnisiyatifi (CABININ)
Çanakkale Bienali’nin bu yıl 7’ncisi düzenleniyor. Geride bıraktığınız bu süreçte Çanakkale Bienali’nin geçirdiği dönüşümden bahseder misiniz?
Çanakkale Bienali, Çanakkale kentinde yaşayan ve çalışan, çağdaş sanata ilgi duyan, takip eden, günümüz kültürüne dair ilgisi ve soruları olan insanların birlikteliğiyle başladı. Büyük ölçekli çağdaş sanat sergilerinin ardından 2008 yılında ilk Bienali gerçekleştiren kentin bu dinamikleri, yıllar içerisinde hem deneyim kazandı hem de ulusal ve uluslararası ölçeklerde ilişkilerini genişletti.
Çanakkale Bienali, kurumsal yapı itibariyle başlangıcından bu yana sivil bir inisiyatif, farklı kuşaklardan ve uzmanlıklardan insanları bir araya getiren bu sivil yapı tarafından hayata geçiriliyor. Çağdaş sanatın farklı disiplinlerinden üretimlerden, günümüz küresel sanatından örneklerden oluşan özgün bir içeriği iki yılda bir Çanakkale’de sergilemek, sanatçıları üretmek üzere buraya davet etmek kentin sivil toplumu için de farklı açılardan besleyici, geliştirici bir süreç oldu.
16 yıllık bir geçmişi olan bu esnek, geçirgen ve hiyerarşik olmayan yapı, 2012 yılında kurduğumuz dernek ile kurumsal bir kimlik kazanarak sivil toplum odaklı işleyişini korumuş oldu. Bu süreçte bienal, Çanakkale kentinin çağdaş sanatın da içinde olduğu bir kültür-sanat kenti kimliği kazanmasında önemli bir değer haline geldi.
7. ÇANAKKALE BİENALİ ÇEVRİMİÇİ TURUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN... https://www.canakkalebienali.com/
Farklı kurgulara sahip, birbiriyle konuşan üç ana serginin yanı sıra altı aya yayılacak bir takvimde; sergiler, film gösterimleri, Çanakkale’den ilham alan yürüyüş rotaları, ses ve flora arşivleri ile panel ve atölyelerden oluşan bir program sunulacak. Çanakkale Bienali’nin çok disiplinli yapısı hakkında bilgi verir misiniz?
Çanakkale Bienali, hep farklı disiplinlere açık bir yapıda hayata geçirilmiştir. Sinema, edebiyat hatta sosyal bilimleri çağdaş sanat üretimleriyle kesişim alanları üzerinden bienal bağlamına taşımak gibi bir perspektifle hareket etmiştir. Normalde bienal sergi takvimiyle eşzamanlılıkta yürütülen program ve paralel etkinlikleri, pandemi sürecini de göz önünde bulundurarak altı aylık bir sürece yaymayı tercih ettik. Azra Tüzünoğlu da, bienal için kurguladığı sergilere ek olarak, özellikle ses ve kent ekolojisine yoğunlaşan, çevrimiçi mecraları kullanarak Çanakkale’ye dair özgün izlek ve rotalar oluşturmayı hedefleyen mikro projeler geliştirdi. Bu projelerin yanı sıra, CABININ’in farklı ilişki ve işbirliklerini yansıtan proje ve etkinlikler de bu dönemde Çanakkale’de yeni takımyıldızları oluşturacak. Örneğin Kültür için Alan desteğiyle ve K2 işbirliğiyle Portizmir-Çanakkale Bienali hafızası üzerine karşılıklı etkinlikler, SAHA Derneği desteğiyle Çanakkale’de yaşayan ve çalışan sanatçılardan oluşan Troya Kazıları Sanat Ekibi’nin çalışmaları, yine K2 ile yürüttüğümüz ve AB destekli olarak 9 ilde hayata geçirilen sanatçı konuk programlarından oluşan Daire Projesi kapsamında ortaya çıkan üretimler gibi, CABININ’in bir çok işbirliği ve üretim alanını görünür kılacak içerikleri pandemi koşullarının elverdiği ölçüde paylaşıma açmak hedefleniyor.
Çanakkale Bienali sürdürülebilir bir güncel sanat etkinliği olarak uzun yıllardır düzenleniyor. Çanakkale Bienali nasıl bir strateji çerçevesinde hazırlanıyor ve kendinizi kültür sanat dünyası içinde nasıl konumlandırıyorsunuz?
Çanakkale Bienali’nin sürdürülebilirliği, çok farklı kesimlerden bireylerin, uzmanların, kurumların birlikteliğinden oluşan bir inisiyatif olarak, Çanakkale bağlamında oluşturduğu dayanışma ağını, hem ulusal hem uluslararası ölçekte yaygınlaştırmasıyla mümkün oldu denebilir. Çağdaş sanatı ve kültürü merkezine alan, gönüllülük ve toplumsal fayda ekseninde hareket eden sivil inisiyatif yapısı sanat ortamı, sanat kurum ve uzmanları ile sanatçılar için de yıllar içerisinde özgün bir bağlam oluşturdu. Bir yanda Çanakkale kentinin bir arada yaşama kültürü ile insan potansiyeli, diğer yanda ise küresel ölçekte de anlam ifade eden tarihsel, kültürel ve doğal zenginlikleri, Çanakkale Bienali’nin bu kenti günümüz kültürü için bir paylaşım ve etkileşim noktası olarak konumlandırma yönündeki vizyonunu hem besledi hem de ileri taşıdı. Bu doğrultuda Çanakkale, çağdaş sanatın toplumsal olanla etkileşimi için ilgi çekici bir bağlam olma kimliğini giderek sağlamlaştırıyor denebilir.
Çanakkale Bienali’nin bu yılki teması “Takımyıldız / Constellation” ve bütün sergiler birbiriyle takımyıldızmışcasına birleşiyor. Bu yılki kavramsal çerçevenin belirlenme süreci nasıl gerçekleşti?
Çanakkale Bienali’nin 7. edisyonuna gelen süreçte, yukarıda bahsettiğimiz bir arada düşünme, üretme, ilişki, işbirliği ve iletişim odaklı yapısını “takımyıldız” kavramıyla özdeşleştirerek bienalin hem üst başlığına taşıdık, hem de bienal sergilerinin kurgusuna yansıttık. Tek başlarına kavramsal çerçeveleri ve sanatsal içerikleriyle özgün bir bütünlük oluşturan sergilerden ortaya çıkan çeşitliliği, çeşitliliğin kendini ifade edebileceği bir alanda var olduğu bir kümelenmeyi hayata geçirmeyi amaçladık. Takımyıldız başlığıyla, sanat eserlerinin taşıdığı çoklu katmanları tek bir kavramsal çerçeveye bağlamak yerine, farklı kavramları ve bakış açılarını yansıtan eserlerin özgül kümelenmeler bağlamında bir aradalığını sağlamaya çalıştık.
İstanbul dışında gerçekleşen tüm sanatsal etkinlikler o bölgenin kültür ve sanata erişim konusunda çok önemli rol oynuyor. Bu kapsamda Çanakkale’de bienal düzenlemek o bölgenin kültür-sanat hayatı için neden önemlidir?
Çanakkale kentinde günümüz kültür ve sanatına dair ilgisi, merakı ve heyecanı olan bir kent, üniversite kaynaklı genç nüfusu da bu heyecanın itici gücü denebilir. Fakat bu talebi karşılayacak bir kültür altyapısından söz etmek maalesef mümkün değil. Bienal, iki yılda bir kenti günümüz sanatıyla buluşturan ilk ve tek etkinlik. Çanakkale Bienali yapısının ayrılmaz bir parçası olan sosyal programlar kapsamında çocuklar, gençler ve engellilere yönelik uygulamalar hem bu kesimlerin çağdaş sanatla etkin ilişkiye girmesini hem de bienalin izleyici kitlesinin nitelik ve nicelik bakımından her geçen sene gelişmesini sağlıyor. Bu süreçte ortaya çıkardığı, deneyimlediği ve geliştirdiği uygulamalar, farklı kurumlar, yapılar ve girişimler için de model oluyor. Kültüre erişim temel insan haklarından ve gönül isterdi ki bu süreçte kentin kültür altyapısı da çağdaş sanata dair bir vizyon doğrultusunda gelişebilsin ama bu istikrarlı çalışmalarla er ya da geç kentin potansiyeline yakışır bir altyapının da oluşacağına inanıyoruz.
17 Ekim tarihine kadar randevu sistemi ile ziyaret edilebilen bienal şimdi ise çevrimiçi olarak gezilebilecek. Bu konuda nasıl bir hazırlık yapıldı?
7. Çanakkale Bienali kurulduktan ve ziyarete açıldıktan hemen sonra, tüm mekanlardaki sergilerin dijital ikizleri hazırlandı. En başta bunu yapma nedenimiz, pandemi koşullarında olası önlemlerin yol açabileceği ziyaret kısıtlamalarıydı. Bu olduğu anda çevrimiçi sergilemeye geçebilecek şekilde kendimizi hazırladık. Tüm sergiler, farklı görsel eklentilerin de işlere eşlik ettiği bir kurguda çevrimiçi ziyaret için dijitale aktarıldı. Bienal sergilerinin fiziki olarak kurulması, böylesi bir dijital uyarlamanın da önkoşuluydu ve her ne olursa olsun eser üretimlerini ve sergileri mekanlara kurmayı bu nedenle de önemsedik.
Takımyıldız başlıklı bienalin bileşenlerinden biri de Agah Uğur Koleksiyonu seçkisi oldu. Türkiye çağdaş sanatına ve 2000 sonrası uluslararası video sanatına odaklanan bu koleksiyonun Çanakkale’de sergileniyor olmasının önemi nedir?
Agah Uğur, sadece sanat nesneleri toplayan bir koleksiyoner olmanın ötesinde, Türkiye sanat ortamının dinamiklerini ve potansiyellerini de yakından takip eden, çağdaş sanata yapısal özelliklerini ve ihtiyaçlarını gözeten bir hassasiyetle yaklaşan bir sanat insanı. Kendisiyle 2015 yılında Çanakkale’de tanışmamızla başlayan iletişim ve işbirliği süreçlerimiz 7. Çanakkale Bienali bağlamında meyvesini vermiş oldu. Agah Uğur Koleksiyonunu yakından tanıyan Azra Tüzünoğlu’nun oluşturduğu ve hem koleksiyonun özgün yapısını yansıtan hem de 2000’ler sanatına dair ilginç bir izlenim sunan seçkinin Troya Müzesi gibi özel bir mekanla buluşması çok anlamlı oldu. Arkeolojiyle buluşan çağdaş sanat, farklı kavramsal ve estetik katmanlara açıldı.
Azra Tüzünoğlu
CABİNİN ekibi ile bir araya geliş hikayenizi anlatır mısınız?
CABININ ekibinden Deniz Erbaş ve Seyhan Boztepe, farklı kanallardan yıllardır tanıştığımız, yapıp ettiklerini takip ettiğim kişiler. Deniz, İstanbul sanat ortamı içinde, Hafriyat’tan, Kültür Başkenti projesine uzanan farklı alanlardan tanıdığım biri. Seyhan, hem sanatçı olarak yıllar öncesinde sergilerini izlediğim, hem sonrasında İzmir ve Çanakkale’de sivil örgütlenmeler içinde yapıp ettiklerini takip ettiğim biriydi. Önceki yıllarda yapılan Çanakkale Bienallerini görme fırsatım da olmuştu. Bu ilişki de organik biçimde gelişti aslında. Birlikte ne yapabileceğimizi düşünmeye, konuşmaya başladık, ben daha sık Çanakkale’ye gidip gelmeye başladım, lokal bağlamı anlamaya çalıştım ve sonrasında süreç bu şekilde gelişti.
Bienal kapsamında kurguladığınız “Tehdit Altındaki Kültür” ve “Reklamların Dili” başlıklarındaki sergilerde yalnızca kadın sanatçılardan oluşan bir seçki var. Bu sergilerden ve sanatçıların kadın olmasıyla ilgili kurduğunuz bağdan söz eder misiniz?
Kadın sanatçıların sanat dünyasındaki görünürlüğü ve müze ve bienal sergilerine katılımları bir süredir üzerine düşündüğüm konular. 1986 yılından beri Venedik’teki Amerikan Pavyonu’nda sadece 5 kadın sanatçının solo sergisi gerçekleşmiş mesela. 2008-2018 yılları arasında Amerika’da yerleşik kadın sanatçıların müze alımlarındaki yeri %11 iken, belli başlı 26 müzede %14 oranında sergilenmişler. (Hep Amerika’dan bahsediyorum zira buralarda yapılmış bir araştırmaya denk gelmedim.) 1986 yılında feminist kolektif Guerrilla Girls’ün “It’s Even Worse in Europe” başlıklı araştırması, Avrupa’daki sanat kurumlarındaki cinsiyet ve ırk eşitsizliğine odaklanıyordu. Belki de müze ve sanat kurumlarını, toplumsal hiyerarşilerin ve güç ilişkilerinin birer aynası olarak düşünmeliyiz. Beyaz, batılı erkeğin ayrıcalıklı tarihinin bir tezahürü olarak müzelerde kadın sanatçılar ne şekilde varlar hep birlikte düşünmeliyiz.
Bu sergide yer alan sanatçılar, sanat tarihinde kadınların temsiliyetini olduğu kadar, toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl inşa edildiğini de düşünmekteler. Baba figürünün katli, periferideki sanatın durumu, sömürgeciliğin normalleştirdiği eser hırsızlığı kadar, unutulmuş Polonyalı bir kadın yazarın şiiri de eserlerde gündeme geliyor. Küresel sanat üretiminin “ayrıcalıklı”, “orijinal” olana yaptığı vurgu sorgulanırken, geri dönüştürülmüş malzemelerle üreten sanatçılara, tarla ve şehirlerde gıda toplayanlara kamerasını çeviren Varda’nın derinlikli bakışı sergiye yol gösteriyor.
Çanakkale Bienali’ni nasıl konumlandırıyorsunuz? Bu birlikteliğin kazanımları neler oldu?
Bugün, sanat alanlarını, geçmişteki merkez-periferi ayrışmalarının ötesinde düşünmeye yönelik bir tavır/yaklaşım var. Çanakkale; üniversitesi, Troya Müzesi, irili ufaklı sanat atölyeleri/inisiyatifleri ile bir mikro-kozmos. İstanbul’dan farklı çalışan dinamikleri, yerelle kurduğu farklı bağlantılar var. Bu anlamda benim için oldukça farklı, öğretici bir süreç oldu Çanakkale. Bir yandan da covid 19 salgını sebebiyle, sanatın dolaşımı ve sergilenişlerini yeniden düşünmek gerekti. Özellikle performans sanatının nasıl hayat bulacağı oldukça önemli bir mevzuydu. Önümüzdeki süreçte, sanıyorum çok daha bireysel, bir odada yalıtılmış kişilerin veya eşzamanlı olmayan, online performansları izleyeceğiz. Çok sayıda performansçının yan yana, izleyiciyle temas içinde oldukları performanslar görmemiz çok zor, en azından bir süre. Yanı sıra, dünyanın bir ucundan diğerine taşınan büyük boyutlu yapıtlar için de yeniden düşünme zorunluluğu doğuyor. Uluslararası dolaşımın bunca zorlu ve maliyetli olduğu bir dönemde, kişilerin olduğu kadar eserlerin dolaşımı da ciddi bir mevzu. Çanakkale Bienali, bu zorlu koşullarda, limitli kaynaklarla, her şeye rağmen yapılabildiği için mutluyum. Keşke salgın olmasaydı ve yerelde önceden kadınlar, gençler, engellilerle kurulmuş bağları sürdürüp, derinleştirebileceğimiz yeni temas alanları da geliştirebilseydik. Ancak bu yıl, fauna arşivi ve turu ile ses arşivi ve turunu online olarak gerçekleştirebileceğimiz için mutluyuz. İleride genişletilebilecek projeler olarak bienal içinde yerlerini aldılar.
Agah Uğur koleksiyonundan bir seçkinin de küratörüsünüz. Bize hem bu seçkiden hem de Agah Uğur Koleksiyonundan biraz bahseder misiniz?
Aslında bir özel koleksiyonun bir bienal sergisinde yer alması pek sık rastlanmayan bir şey. Ancak Agah Uğur gibi özel bir koleksiyoncudan bahsediyorsak, beklenmedik durumlara da açık olmak gerekir. Sanatçıların kilometre taşı sayılacak eserlerini bir kurum titizliği ile son derece özenle biriktiren ve video, heykel, enstalasyon, performans ve nesnesiz fikre dayalı çalışmalardan oluşan eserlerini, bugüne dek kendi koleksiyoner evi Why Not?’ta izleyicilerle paylaşan Uğur, tutkulu, meraklı, sanatla nefes almaktan büyük mutluluk duyan biri. Bu anlamda, onun için de zorlu bu daveti kabul etmesi nasıl bir sorumlulukla hareket ettiğinin de göstergesi. Memleketimizin sanat ortamı, sırtını uzun zamandır kamudan ziyade özel girişimlere-kişilere dayadı. Banka galerileri, özel müzeler ve kurumlar, vakıflar, hatta şahısların kurduğu destek kurumları sayesinde, ülke sanatı nefes alabilecek ortamlar, destekler bulabildi. Düşünün ki, bienalin bu edisyonuna da destek olan SAHA Derneği gibi Türkiye çağdaş sanatına destek veren bir kurum, son 10 yıldır yaşamımızda ve pek çok sanatçı için çok önemli bir destek sağlıyor. Bu anlamda Agah Bey’in koleksiyonunu sergilemeyi de bu devamlılık içinde düşünüyorum. “Hiç istemeden ama seve seve” başlığı da aslında bu başkasının üstlenmesi gereken sorumluluğu istemeden de olsa sahiplenmeye dair bir vurgu. Bana memleketin ruh haline de uygun bir başlık gibi görünüyor.
Bu sergide Troya Müzesi ev sahipliğinde yan yana getirdiğim eserler, toplamda 248 eser arasından seçildi. Sergi, Türkiye çağdaş sanatının tarihsel eserlerini örneklemenin yanı sıra, 2000 sonrası üretilmiş, uluslararası video sanatından örnekler sunmakta ve koleksiyoncunun obje-merkezli olmayan yeni meraklarını göstermekte. Bu koleksiyon baz alınarak yapılabilecek onlarca sergi olabilir, ancak benim seçimlerim hem koleksiyoncu olarak Agah Bey’in yönelimlerini göstermeyi, hem de bazı kılcal damarlar üzerinden bu eserlerin nasıl birbirlerine bağlantılandığını ve bugüne oturduğunu düşünmeyi önemsiyor.
Çanakkale’de nasıl bir sanat ortamı buldunuz, merkez dışında ve Çanakkale bağlamında çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Çanakkale’de sanatın gösterim alanlarından ziyade üretimi çok daha güçlü. Küçük girişimler, tekil ve biraz da ne yazık ki birbirinden kopuk çalışıyor. Hem sivil inisiyatifler arasında hem de üniversite ve bireysel olarak hareket eden Çanakkale’ye yerleşik sanatçılar arasında daha yakın iletişimlere ve iş birliklerini geliştirmeye ihtiyaç var. Bir yandan kamu ve özel sermayenin de bu girişimleri desteklemesi hayati önem taşıyor. Mahal’in yanı sıra aktif programlarla, Çanakkale’deki meraklı sanat izleyicilerini ve öğrencilerini besleyecek canlı oluşumların desteklenmesi şahane olurdu. Benim açımdan Çanakkale, kısa süreli bir ilişki kurduğum bir şehir olmanın ötesinde uzun vadede neler yapabileceğimi, nasıl bir katkı sunabileceğimi düşündüğüm bir yer oldu. Bu anlamda bienal güzel bir başlangıç noktası. Çanakkale’nin yıldızlı göğü, kekik, iyot ve lavanta kokuları taşıyan hiç bitmeyen rüzgarları, boşluğa bakmaya imkan veren yapısı buralarda farklı düşünme biçimleri geliştirmeyi mümkün kılıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ filmindeki o gencin yaşadığı zorlukları, çelişkili ruh halini de aklımda tutarak, Çanakkale’yi yeni bir insanı tanımaya çalışır gibi farklı noktalarından yakalamaya çalışıyorum.