Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de kitapların dünyasına dışarıdan bakıldığında rakamlar ve görüntüler umut verici diye yorumlanabilir. Ne var ki bu görüntü detaya inildiğinde sorular/ sorunlarla doludur. Yayımlanan kitap sayısının bu yıl da artması, başta TÜYAP kitap fuarı olmak üzere hemen her şehirde düzenlenen fuarlar göreceli bir hareketlilik izlenimi vermektedir. Buna belediyelerin düzenlediği yazar buluşmaları ve bazı kamu kurumlarının faaliyetleri eklenebilir. Ayrıca öteden beri geleneği olan, üniversiteler ve orta eğitim okullarındaki etkinlikler de dahil edildiğinde kitabın dolayıma girdiği alanın daha genişlediği görülecektir. Hatta bugün yayın hayatını sürdüren hemen hemen bütün günlük gazeteler (Haftalık kitap eki yayımlayan Hürriyet ve Cumhuriyet hariç) aylık kitap ekleri yayımlamakta, yayın dünyasının aynası olmaya soyunmaktadır.
Yayınevlerinin yurtdışından aldıkları telif miktarları hem çeşitlenmekte hem de rakamsal olarak yükselmektedir. Bu, yayın dünyasının ‘ithalci’ karakterini pekiştirirken, telif ajanslarının çalışma yöntemlerini de değiştirmekte, daha rekabete dayalı ve ‘açık artırma’ usulünü yaygınlaştırıcı boyuta çekmektedir. Böylesi bir ortamda, minör ve daha kültürel yayıncılık yapma iddiası taşıyan yayıncıların yaşama şansı azalmaktadır. Aynı durum yerli telifler için de geçerlidir. Kalite yönünden her zaman daha az seviyede seyreden yerli ve özgün edebiyat verimleri, yerli yazarlara rakip olacak yayınevlerinin sayısını artırmakta, bu sadece telif oranlarını ve transfer rakamlarını yükseltmekle kalmayıp yayıncılığın ivmesini değiştirmektedir. Yerli ve özgün edebiyat, düşünce ve bilimsel verimlerin kalitesinin ne şekilde artacağı konusu daha derin, tarihsel, sosyal, kültürel ve hatta siyasal bir mesele olarak önümüzde parlamaktadır.
Yayın dünyasında olup bitenlerin belirgin vasıflarından birisi de okurun net bir özne olarak varlığının neredeyse hiç hissedilmiyor olmasıdır. Merkezde toplanan sermaye eliyle reklam, medya planlaması ve propaganda yöntemleri kitap için sonuna kadar kullanılırken edebiyat ve sanatın temel kriterleri kolaylıkla çiğnenebilmekte, bireyin tercihlerinden oluşmuş bir etki ortamı değil güçlünün yönlendirmeleriyle çizilmiş bir manzara doğmaktadır. Gazetelerin kitap eklerinin reklam verenlerin gücüyle doğal olarak manipülasyona açık olması uzun vadede işin kültürel karakterini zedelemekte ve kitabın özneye kendi değeriyle ulaşma ve oradan toplumsallaşma ereğini de engellemektedir.
Eleştiri ve eleştirmenin Türkiye’deki zayıf konumu, edebiyat dergilerinin etkinsizliği ve yine 2017’de sayıca çoğalan (Bavul, Ot, Tuhaf, Masa vb.) popüler kültür-edebiyat dergilerinin yaygınlığı, içinden geçtiğimiz çağın ‘hız’ıyla ilişkilendirilse bile, nüfus yapısı ve dinamik bir toplumun daha yaratıcı hamlelerle ilerlemesi ve özü yüksek felsefe ve estetikle dolu bir yayın karakterine bürünmesi beklenir. Kitabın bir meta değil toplum varlığının parçası olduğu/ olması gerektiğini söylemek fazla mı gerçekdışı bir yaklaşımdır?
2018’de daha canlı ve verimli bir yayın dünyasının olacağını kestirmek zor değil. Umutları sayılardan hareketle canlı tutmanın keyfini de çıkarmalı. Ama düşünerek, eleştirel aklı yitirmeyerek... Herkesin yeni yılını gönülden kutlarım.