Güncelleme Tarihi:
Bir roman kahramanı düşünün: Bir yandan Antik Yunan’dan kalma çözülemeyen bir matematik problemine yorum getirir, bu konu üzerine kitap yazar, bir yandan Fatih Sultan Mehmet’in kütüphanesinin başındadır, onunla senli benli olup şakalaşabilecek kadar yakındır. Astronomi, felsefe, tıp ve dini ilimler üzerine bilgileri hâkimiyet seviyesindedir. Bu kahramanı bütün bu yönleriyle anlatacak roman nasıl yazılabilir?
İskender Pala bu sorunun cevabını Molla Lütfi’yi anlattığı romanda vermiş. Yalnızca Molla Lütfi değil devrin önemli bilim adamları, mollaları ve sanatçıları romanda yerlerini alarak 15. yüzyıl İstanbul’unun atmosferini mükemmel bir şekilde canlandırıyor.
‘İtiraf’ın sayfalarında hem bir polisiye romanın heyecanını hem de bir sanat kitabının doyuruculuğunu bulabilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet’in tablolarını yapmak için İstanbul’a gelen Bellini minyatüre karşı gerçek sanatın resim olduğunu söylediğinde, kitabın anlatıcısı şöyle cevap verir: “Siz bir at resmi yaparken yahut Büyük Kartal’ın (Fatih Sultan Mehmet) portresini boyarken aslına benzetebileceğiniz ölçüde sanatkârlık göstermiş olursunuz ama buradakiler onu aslından farklı nasıl yorumlayabileceklerinin peşindedirler. Mesela atın bacaklarını öyle zarif çizerler ki gerçek hayatta o derece ince bacakların öyle bir gövdeyi taşıyamayacağını düşünür, ata acırsınız. Oysa burada bir nakkaşın at resmini seyreden hiç kimse atın gövdesini düşünmez, bilakis atın bacağındaki zarafete bakarak hayran olur.”
Romanın sayfalarını çevirdikçe yazarın Molla Lütfi’ye ve hasımlarına söylettikleriyle devrin tartışmalarının içine sürükleniyoruz. İnandığını doğrudan söyleyen Molla Lütfi’nin bu özelliği İskender Pala’nın kaleminde çok iyi canlandırılmış: Kalbin gördüğü gözün gördüğünden çok daha değerlidir. Aklın manalardan anladığı güzellik, gözün gördüğü suretlerden anladığı güzellikten daha büyüktür. Akıl, bir şeyi bilmekten zevk duyar, lezzet alır.
Romanda, sonunda Molla Lütfi’nin yargılanmasına kadar giden süreçte söylediklerinin nasıl eğilip büküldüğü, kelimelerinin nasıl cımbızla seçilerek ters manalara çekildiği çok güzel yansıtılmış. Bunun en güzel örneği ‘namazın kuru kuruya eğilip kalkma’ olduğunu söyleme iddiası. Molla Lütfi bir konuşmasında Hz. Ali’nin savaşta vücuduna giren okun ucunun çıkarılması için namaza durduğunu anlatır. Bu çok acı veren işlemi huşu içinde namaz kılarken fark etmez bile. Bunu anlattıktan sonra Molla Lütfi “Namazı böyle kılamıyorsak kuru kuruya eğilip kalkmadır” mealinde konuşur. Daha sonra dedikodu yayılırken Hz. Ali ile ilgili kısım tamamen atlanır, hikâye de Molla Lütfi’ye yapılan zındıklık ithamını desteleyecek bir delil haline dönüştürülür.
Molla Lütfi hem kendi sivri dilliliğinin hem de söylediklerinin eğilip bükülebileceğinin farkındadır. Onun için kendini şöyle savunur: “Beni söylediklerimden dolayı değil, yazdıklarımdan dolayı yargılamadan hakikati ortaya çıkaramazsınız. Eğer suçum zındıklık ise zındıklık denilen yol iddia sahibi olmayı gerektirir ve benim en kesin iddialarım kitaplarımdadır. Suç addettiğiniz şeyler orada yoksa davanız yalnızca bir iftira hükmündedir.”
Tarih romanlardan, dizi filmlerden öğrenilmez tabii ki! Ama ‘İtiraf’ bunun bir istisnası demek lazım. Okuduğum sürece pek çok tarih kitabına da başvurarak epeyi bir şey öğrendim doğrusu.
Son olarak, romanı bitirip kenara koyduğumda yazarın anlatmak istediği en önemli şeyin “Bir devleti yıkmak istiyorsanız âlimlerin serbest tartışma ortamlarını yok edin, onlara korku salın” olduğunu da düşündüm...
İtiraf
İskender Pala
Kapı Yayınları, 2019
247 sayfa, 22 TL.