Güncelleme Tarihi:
Kişisel verilerin güvenliği, 1980’li yıllardan beri dünyanın gündeminde. O yıllardan itibaren de Avrupa ülkelerinde ve ABD’de yasal düzenlemeler yapılıyor, uluslararası sözleşmeler hazırlanıyor. Amaç, bireylerin mahrem alanına yönelik ihlalleri önlemek, kişisel verileri üzerinde serbestçe tasarruf etmelerini sağlamak. Başka bir deyişle bireyi, verileri metalaştıran piyasa ekonomisi aktörlerine, elektronik olanakları bireylerin özel alanını gözlemek için kullanan kamu otoritesine ve diğer saldırılara karşı korumak hedefleniyor.
TBMM’de tartışılan tasarı ise, bireyin değil devletin önceliklerini esas alıyor. Kamu kurum ve kuruluşları, “suçun önlenmesi için gerekli olması” durumunda ve denetleme veya düzenleme görevlerini yerine getirirken, kişisel verileri işleyebilecek. Bireyler, bu durumlarda kendilerine bilgi verilmesini, işlenen verilerin düzeltilmesini ya da silinmesini isteyemeyecek. Bu maddeyle, güvenlik birimlerinin kişilerle ilgili “fiş” tutabilmesinin de önü açılıyor.
“İstisnalar” başlıklı 28. maddede de kişisel verilerin “milli savunma, milli güvenlik, kamu düzeni veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi”ne izin veriliyor. Böylece güvenlik güçlerinin, özellikle de istihbarat kuruluşlarının kişisel veri mahremiyeti engeline takılmaması sağlanıyor.
Devletin her türlü kişisel veriye müdahalesi yasal güvenceye kavuşturulurken, “sanat, tarih, edebiyat veya bilimsel amaçlarla” işlenmesine sınırlamalar getiriliyor. Üstelik bu sınırlamalar “milli savunma, milli güvenlik, kamu güvenliği ve ekonomik güvenlik” gibi muğlak kavramlarla tanımlanıyor.
Medya ve dijital medya konusunda ise hiçbir düzenleme yok tasarıda. Ama 6. maddede “ceza mahkûmiyeti” de “Özel nitelikli kişisel veriler” arasında sıralanıyor. Böylece kişilerle ilgili “mahkûmiyet” kararlarının kullanılması da bireylerin açık rızasına bağlanıyor. Bu yaklaşım mahkeme kararlarının yayınlanmasının ve arşivlerde bulunmasının önünde engel haline gelebilir.
Umarım alt komisyon tasarıyı yeniden kaleme alır; bireyleri koruyan, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünü temel alan bir metin haline getirir.
ŞEHİT AİLELERİNE SAYGI
ŞEHİT haberlerinin ritüeli haline geldi. Ailelerin, çocuklarının şehit olduğunu öğrendikleri anda çekilen fotoğraf ve görüntülerin yayınlanmadığı gün yok.
Çoğu zaman subaylar, gazetecilerle birlikte çalıyorlar kapıyı. Gazetecilerin ve kameraların önünde haber veriyorlar aileye. Sonra da “O an/Şehit haberini böyle verdiler” gibi başlıklarla yayınlanıyor fotoğraflar...
Hürriyet ve birçok medya kuruluşunda 22 Ocak’ta yayınlanan haberdeki fotoğrafta da, Manisa’nın Turgutlu ilçesinde kapıyı açıp, karşısında subayları ve gazetecileri gören baba M. Emin Şahin’in yıkıldığı an görüntülenmişti.
Bu fotoğrafı gördüğümde üzülmüştüm. İzmir’den yazan genç meslektaşım Ercan Çelebi de çok etkilenmiş bu fotoğraftan. Hürriyet’e bir öneride bulundu:
“Şehit aileleri, askeri yetkililer gelmeden gazetecileri karşılarında görünce durumu anlayıp şoka giriyor. İnsanların dünyalarının yıkıldığı andaki o görüntü, haberci refleksiyle önemli olabilir. Ancak bu travmayı atlatmaları zaten zor olan bu insanların en savunmasız anlarının görüntülenmesi vicdani anlamda çok yaralayıcı. Gelin siz önayak olun. Askeri yetkililer, bilgi vermeden muhabirleri şehit ailelerinin evlerine göndermeyin veya o görüntüleri yayınlamayın.”
Bu öneriye katılıyorum. Hatırlarsınız, geçen yıl Hassa Kaymakamı Mustafa Pala, şehidin ailesine ölüm haberini kameralar önünde verdiği gerekçesiyle eleştirilmiş; duyarsızlıkla suçlanmıştı. O zaman da aynı duyguya kapılmıştım. Madem şehit ailesine ölüm haberinin kameralar önünde verilmesi ayıplanacak bir davranış, gazetecilerin de ailenin öğrenmesini beklemeleri gerekmez mi?
Bence ailelerin o an yalnız bırakılmaları gerek. Öyle bir andan daha özel, daha mahrem bir zaman olabilir mi? Üstelik gazeteciler birkaç dakika bekleyip, ailenin şehit haberini almasından sonra fotoğraf çekmekle bir şey kaybetmezler. İnsanların acılarını yaşamasına saygı göstermiş olurlar.
O fotoğraflar çekilse bile editörler kullanmamalı. Muhabirler zor durumda kalmaktan kurtulur. Kameraların ardında da insan olduğunu gösterme zamanı.
OKURDAN KISA KISA
SERMET Fer: İstanbul’da genç kıza tecavüz olayı ile ilgili duyduğum acı, gazetenizdeki haberle katlandı. “Olayın genç kızın rızasıyla gerçekleştiğini iddia etti” şeklindeki iğrenç ibareye -tecavüzcünün iddiası da olsa- gazetenizde yer veren editörü ve sonuçta gazetenizi, esefle kınıyorum. (27 Ocak)
Abdullah Demir: Anlaşılan sanatçı S. Saim Tekcan’ın sergisi sizin için çok önemli. Aynı gün hem sanat sayfasında hem de Kelebek’te haberini vermişsiniz. Keşke her sanat haberine bu kadar önem verseniz! (25 Ocak)
Sinan Emre: DHA’nın “Polis memuru eşini öldürdü” haberinde buzlama ve çocuk görseli yok. Neden sizde çocuk görseli var ve polisin yüzü buzlu? Ayrıca özellikle kadın cinayetlerinde “mutlu aile” görselinden vazgeçilmeli. (21 Ocak)
Birgül Ergev: 24 Ocak’ta İzzet Çapa röportajında eşkal yerine eşgal yazılmış ve bu hata birkaç kez tekrarlanmış. Kelimenin ortasında g değil k harfi olmalı.
Not: Ana gazetede doğru şekilde eşkal yazılmıştı. “Eşgal”in anlamı, iş bırakma. “Eşkal” ise zanlıların biçimleri ve kılıkları anlamına geliyor.
Gökhan Varoglu: İnternette “Genç kasaptan elektrik üreten motor” ve benzeri haberleri yapmaktan bıkmadınız. Bu gibi uğraşlar hobi olarak güzel. Ama bilimsel doğruluğu varmış gibi bir hava yaratmanız çok yanlış. (26 Ocak)
Musa B.: “Savcı Kürşat Kayral’a tenzili rütbe” haberinde anlatılan durum ‘tenzili rütbe’ değil, görev değişikliğidir. Söz konusu savcı zaten unvansız bir savcı ve yeni yerinde de unvanı aynı... Ayrıca savcının ayrıldığı büro ile yeni görevlendirildiği büro arasında hiyerarşik bir fark da yok.(27 Ocak)
Emin Civaz: Beşiktaş haberinin olduğu sayfada harf hataları ve kelime eksiklikleri var. Soyunma odasının tavanının yükseltilmesi ayrı yerlerde iki sefer yazılmış. İşinizi biraz özenerek yapsanız. (27 Ocak)
Gül Hürel: Üçüncü sayfadaki haberde “Hamsili ölüm” başlığı kullanmışsınız. Oysa mizah içerikli bir haber algısı uyandıran bu haberde sonuçta bir insan hayatını kaybetmiş. (29 Ocak)
İlter Çelik: Seyahat ekinde Patagonya hakkındaki güzel yazıda “Dünyanın en güney ucunda yer alan El Calafate’nin biraz güneyinde yaşanabilir kara parçası bitiyor” denilmiş. Ama bu kentin 870 km güneyinde ve Arjantin Patagonya’sında Usuhaia var ve “dünyanın sonu” esprisi de bu kente ait. (24 Ocak)
M. Altundağ: 28 Ocak nüshası sayfa dokuzda “53 yıl geçti unutmadık” demişsiniz. Trakya’da kara saplanan aracın içinde donan meslektaşlarınızı unutmadıysanız keşke ilk sayfa üst kısma yerleştirseydiniz o kutucuğu...
Orkun Koparan: İnternette “İsrail’den küstah suçlama” başlığı atmışsınız. Çok merak ediyorum; İsrail’den ülkemize bir suçlama yapılmış ise bunun “küstah”ça olup olmadığının başlığa eklenmesi doğru mudur? (26 Ocak)
Sinan Şahin: Alman, İngiliz ve ABD gazetelerinin internet sayfalarında sizdeki gibi, muğlak, haberi tıklamaya sevk etmeye çalışan başlık yok. Her haberi tık almak için şoka çeviren böyle başlıkları gazetenize yakıştıramıyorum.