Kıbrıs'ta yolun sonu

GERÇEKTEN de insanın içini burkan bir durum ortaya çıkacak ayın 16'sında. Yunanistan'ın on yıldan beri adım adım geliştirdiği parlak diplomasi sonucunu gözler önüne serecek. Avrupa Birliği, Irak krizinin yol açtığı çatlaklara rağmen, o gün tam bir birlik ve bütünlük tablosu sergileyerek yeni üyelerine bu arada Kıbrıs'a kapılarını açacak.

Türkiye, tam üyelik müzakereleri için tarih alan ve kendisinden bir adım daha ileri durumda bulunan Bulgaristan ve Romanya ile birlikte aday ülke olarak bu seremoniye katılacak.

İşte bu noktada büyük bir tartışma var. Türkiye katılmalı mı, katılmamalı mı?

Katılırsa, bunun Rum kesimini tanıma anlamına geldiğini ileri sürenler var. Bence bu doğru değil. Çünkü Türkiye AGİT toplantısında Kıbrıs'ın temsilcisi olarak Rum Yönetimi'ni Türkiye'ye davet etmek durumunda kalmıştı anımsarsanız. O dönemde bu konu tartışıldı ve bunun Rum Yönetimi'ni tanıma anlamına gelmeyeceği yorumu yapıldı.

İslam Konferansı Örgütü ile Avrupa Birliği üyesi ve adayı ülkelerin, medeniyetler arası buluşma konulu konferans için İstanbul'da yaptıkları toplantıda da aynı durum tekrarlandı. Ankara, Kıbrıs Rum Yönetimi'ni davet etti.

Dünyanın tanıdığı bir ülkeyi siz tanımıyorsunuz ve size ait olan bir kararı, ancak siz değiştirirsiniz. Toplantıya katılmanız ya da katılmamanızın bu açıdan bir önemi yok.

* * *

AMA tabii burada başka bir şey var. O da Türkiye'nin Kıbrıs'ın Avrupa üyeliği ile ilgili tavrı.

Türkiye Kıbrıs'ın, çözümden önce AB'ye üye olmasına karşı çıkıyor. Eğer bu noktada kriz politikası izlemeye karar verilmişse o zaman başka.

Bunun için de, Avrupa ile ilişkileri tamamen Kıbrıs'a endeksleyen köklü bir değişiklik kararı gerekmez mi?

Üstelik, bu pozisyonun etkili olması için devamlılık da şart. O zaman da, Türkiye'nin Kıbrıs'ın üye olduğu Avrupa Birliği ile hiçbir toplantıya katılmaması gerekir.

Kıbrıs'ta Türk devleti tanınmadan, Avrupa ile ilişkilerin askıya alınmasını zorlayan bu çizgi, Türkiye için bir yol seçimidir.

Avrupa Birliği ile ilişkilerde, adaylık statüsü de dahil, bugüne kadar Türkiye'nin elde ettiği haklardan, uzun müzakerelerle ulaşılan kazanımlardan fedakarlık ederek Avrupa yolundan ayrılmak mı, yoksa bu yola devam etmek mi?

Gelinen nokta, öncelikleri yeniden netleştirme noktasıdır.

* * *

EĞER Kopenhag'da KKTC, Annan planını kabul ettiğini açıklamış olsaydı, 16'sında Kıbrıs Türk kesimi de Avrupa Birliği anlaşmasının altına imza atıyor olacaktı.

Ve Rum kesimi, Türk tarafına katiyen tanımak istemediği hakları, Avrupa Birliği üyeliğinin onayına sunulduğu aynı referandumda onaylamak zorunda kalacaktı.

Daha da önemlisi Türkiye, dış politikasında Kıbrıs ipoteğinden kurtulacak, Kıbrıs ile ilgili yeni koşullara uygun etkili bir dış politika oluşturma olanağı bulacaktı.

16'sında Rum Yönetimi, Avrupa ile ilk birlik anlaşmasına imza atacak. Üstelik de, Birleşmiş Milletler'in, Avrupa Birliği'nin ve Amerikan Kongresi'nin Türkleri ‘‘çözüm istemeyen taraf’’ olarak niteledikleri bir uluslararası ortamda.

Bu, Türkiye'nin Kıbrıs politikalarının iflasıdır. Artık bu saatten sonra, ‘‘toplantıya katılırsak tanımış olur muyuz, olmaz mıyız? AB üyeliklerini kabul etmiş olur muyuz olmaz mıyız?’’ gibi şekilsel tartışmaları, sembolik eylemler sadece Türk kamuoyunu oyalama anlamını taşır.

* * *

AVRUPA Birliği, aday ülkelerle üyelik anlaşmasını 16 Nisan'da imzalayacak ama tam üyelik 2004'de gerçekleşecek. Aynı tarihte Türkiye ile de, Kopenhag kriterlerine uyum sağlamış olması koşuluyla, tam üyelik görüşmeleri başlayabilir.

Bir yıl, net hedeflere sahip siyasetlerin hayata geçmesi için hiç de az bir süre değil. Kıbrıs'ta bugüne kadar uygulanan politikalarla yolun sonuna gelindi. Ama yeni bir yol açmak de elimizde.
Yazarın Tüm Yazıları