KABUL, kesin bir kural değildir ama yine de, şeyleri açıklayabilmek için kelime etimolojisine başvurmak, yani sözcüklerin kökenine uzanmak, faydalı bir yöntemdir.
O halde, madem ki bugün hálá tartışılmakta olan entipüften konuyu "üniversitede türban" sorunu oluşturuyor,yukarıdaki yöntemi iki bu tanım için de uygulamaya çalışalım.
* * *
ÜNİVERSİTE kelimesi Latincede "camia", "bütün", "toplam" anlamlarını çağrıştıran "universitas"dan iner. "Evrensel" mánasına gelen "universalis"ten türemiştir.
Zaten, din lisánımız olan Arapçada da aynı ifade kullanılır.
İbn Kuzman dilinde üniversiteye dosdoğru "camia" denilir.
Osmanlıcadaki "Dár-ül Fünûn" ise "ev", "mekán", "yer" anlamındaki "dár" ile, esas olarak bilimin kastedildiği "fen" sözcüğünün çoğulu "fünûn"un bileşimiyle üretilmiştir.
Cumhuriyet’in bu Arabi kökenli tamlama yerine "üniversite"yi benimsemesini de genel "laikleşme" ve "garplılaşma" atılımının içinde değerlendirmek gerekir.
Her halükárda, demek ki üniversite derken etimolojik olarak, "evrensel"i kucaklamak ve "bilim"i öğretmek ve öğrenmek isteyen ve "camia" oluşturan bir kurumu tanımlıyoruz.
Gelelim "türban"a.
* * *
BÜTÜN yaşayan dillerde rastlanıldığı gibi, bukelimenin geçmişi gayet maceralıdır!
Farsçadaki "dulbánd" Türkçede deformasyona uğrayarak "tülbent"e dönüşmüş, oradan da Frenk dillerinde tekrar deforme edilip "türban" şeklini almıştır.
Esas olarak da, ecdádımızın başına giydiği "sarık" için kullanılmıştır.
Ancak, bunun üçüncü bir deformasyondan sonra dilimize bambaşka bir anlamla girip, bütün Müslüman Álem’in "hicáp" dediği örtünme şeklinin bizde "türban" sözcüğüyle ifade edilir olması, çok önemli bir ipucunu da yansıtıyor.
* * *
O da şu, nasıl ki Osmalıca - Arapça "Dár-ûl Fünûn"dan Latince "üniversite" kelimesine geçerken özünde etimolojik bir "laikleşme" gerçekleşmişti, üç aşağı beş yukarı, aynı şey burada da tekrarlandı.
Kolektif bilinçaltımızda ve hemen hiç farketmeden, tanımı "sekülerleştirdik".
Çünkü, Farsi kökeni zaten unutulup giden "türban" Frenk dillerinde önceleri sırf sarığı ifade ediyordu ama, hanidir uğradığı anlam kayması ve genişlemesiyle, Cardin’den Chanel’e modacıların ürettiği ve onu çağrıştıran kadın başlıkları için kullanılıyordu.
Zaten de, sözcüğün irádi biçimde ve "Batı’dan esinlenmeyle" neden sonra Türkçeye girişi bu son anlamdan hareketle gerçekleşti.
Yani, "dini simge" addedilen bir tarzda dahi, o dinin lûgatine dahil olan "hicáp", "mahrem", háttá "başörtüsü" yerine "türban"ı kullanmakla, Türkiye’nin bütün İslam Dünyası içindeki "nev-i şahsına münhasır" farklılığı bir kere daha kanıtlanmış oldu.
Ve işte, bu "kendine has" özellik de bizim toplumumuz şansı ve erdemidir!
* * *
ÖYLE, çünkü bir ülke düşünün ki, "Dár-ül Fünûn" sözcüğündeki "bilim camiası" tanımıyla yetinmeyerek ona "üniversite"nin evrenselliği de katmak ihtiyacını hissetmiştir.
Artı, "dini aidiyet simgesi"ni bile etimolojik açıdan "seküler" kılabilmiştir.
Kimse korkmasın, oraya ne "Şeriat" (!), ne mollakrasi, ne de teokratik devlet gelir.
Ve şüphesiz, söz konusu kurumun bu ev-ren-sel niteliğinden ötürüdür ki, "türban" takmak tercihi yapmış kızlar da o "üniversite camiası"nın doğal ve ayrılmaz bir parçasıdır.
Zaten de "fünûn", yasağı asgári ve göreceli kıldığı ölçüde "bilimler bütünü" olur.
Kelimelerin arkasında bilinçaltı sır vardır ve evvel Allah, bizimkisi yakamozludur!