Güncelleme Tarihi:
* “Kayıp Şehir”deki İsmail Dede çok sessiz bir adam. Daha önce bu kadar sessiz bir karakteri oynamış mıydınız?
- Geçmişte uzun uzun, sayfalarca konuştum. Burada ise suskun, mutsuz bir adamı oynuyorum. İsmail memleketinden İstanbul’a gelmiş, şaşkın, yaşama küsmüş bir adam. Yakınlarım da sürekli “Niye konuşmuyor bu adam?” diye soruyor.
* Konuşmasanız da gözlerinizle anlatıyorsunuz duygularınızı...
- Ben, oyunculuk yaşamımda yüzle ifade etmeye çok önem verdim. Yüzle çalışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Benim oyun tarzım, oynamadan oynamak. Bu da zor bir şeydir aslında...
* İlk filminizden bu yana hep “oynamadan mı oynuyorsunuz”?
- Evet, baştan beri öyle. Ben abartıyı sevmiyorum.
* “72’nci Koğuş” filmine kadar sinemaya uzun bir ara vermişsiniz. Neden o kadar uzak kaldınız setlere?
- 14 sene istemediğim için çalışmadım.
* Bıkkınlık mı geldi?
- Hayır, sinemayı birkaç kere bıraktım kafamda.
* Hangi süreçlere denk geliyor bu bırakmalar?
- 20’li, 30’lu yaşlarımda çalışmak istemedim, bıraktım. Sonra babam hastalandı, onun hastalığıyla uğraştım. Bitkisel hayata girdi, iyileştirme çabaları derken 1,5 sene geçti. Ben artık “Acaba sinemada forsumuz kaldı mı?” diyordum, ama yine buldular beni, çalıştım.
* İkinci kez bırakmanızın nedeni neydi?
- İkincisinde de annemin hastalığı çıktı. Onunla uğraşmak iki senemi aldı. O bitti, tekrar döndüm. 1988’de TRT’de “Osmanlı’nın Kuruluşu” diye bir diziye başladım. O da beni çok yordu. Büyük prodüksiyondu. Nerede dağ var, biz oradaydık. Bıktırdı beni, yine bıraktım.
* Sinemayı bıraktığınız zamanlarda başka bir işle uğraştınız mı?
- Hayır, kesinlikle uğraşmadım.
* İyi bir birikim yapmıştınız o halde?
- Hayır, sadece beni yaşatacak kadar birikimim vardı. Başka iş yapmadım, çünkü oyunculuktan başka iş bilmiyordum, ticaret de bilmiyordum. Bir ara politika yaptım, onu da sevmedim.
KENAN PARS İKNA ETTİ
* Her oyuncunun farklı bir keşfedilme hikâyesi var. Sizinki nasıl?
- Ben biraz zorla oyuncu oldum. 1956 yılıydı, beni zorla sinemaya soktular...
* Kaç yaşındaydınız o zaman?
- 25 yaşındaydım. O dönem hiç bilmediğimiz bir dükkan açmıştık Bakırköy’de. Batırdık, iflas ettik.
* Ne dükkanıydı?
- Parfümeri, bijuteri. Bir ortağım vardı ama parasız ortaktı o. Kötü yollara girdi, dükkanı soydu...
* Sonra?
- Çevremde eski oyunculardan Kenan Pars var, Sırrı Gültekin var ve daha sinemayla uğraşan birçok kişi var. Biz de o zaman genciz, sporcuyuz, biraz da yakışıklıyız, “Sinema yap, sinema yap” diye ısrar ettiler. Ama istemedim.
* Niye istemediniz?
- Bilmem, istemedim. Ben kaçtım, onlar zorladı. O ara da aile olarak ekonomik krizdeydik, sonunda peki dedim. İzmir’de bir film çektik.
* Devamı nasıl geldi?
- İzmir’den İstanbul’a döndüğüm sabah “Fuat Bey sizi bekliyor” dediler. Fuat Bey, Rutkay’ın (Aziz) amcası. Halk Film diye bir firması vardı, benimle film çekmek istediğini söyledi. Ama ben “Bir tane yaptım bitti, başka yapmayacağım” dedim.
* Nasıl ikna etti sizi?
- Tekrar Kenan Pars araya girdi. Birinci filmden 800 lira almıştım, ikinci filmden de 1000 lira aldım. Arkasından bir film daha yaptım, yine 1000 lira. Baktım iyi para geliyor, devam ettim.
* İstemeye istemeye başlamışsınız ama oyunculuğu sevmişsiniz sanırım...
- Yeşilçam gerçekten müthiş bir olay, zamanla onu öğrendim. Yeşilçam’a müthiş bir sevgim var. Zamanla fark ediyorsunuz nasıl bir iş yaptığınızı. Yeşilçam okul gibiydi, halka çok şey öğretti.
İNGİLTERE’YE GİTMEDİĞİM İÇİN PİŞMAN DEĞİLİM
* Kendi filmlerinizi izlemiyormuşsunuz siz, neden?
- Çünkü kendimi izlerken çok eleştiririm. Çok da kötü eleştiririm. Eleştirmeyeyim diye izlemem.
* Yeşilçam filmlerinde rol alan oyuncuların çoğunun eğitimi yoktu ama aralarından hep usta isimler çıktı...
- Yeşilçam sokak sinemasıdır, sokak çocuklarıdır. Ben Yeşilçam’ı İtalyan sinemasının ilk zamanlarına benzetiyorum. Şöhretlerle değil de şöhreti olmayan yeteneklerle çalışmışlar, Yeşilçam da öyleydi, eğitimli insan yoktu.
* İngiltere’den oyunculuk teklifi almışsınız ama gitmemişsiniz. Hiç pişman oldunuz mu bu kararı verdiğiniz için?
- Hayır, burada mutluydum. İngiltere zordu. İmkanları kısıtlıydı. Kalacak yer ve yemek verecek, çok az da para ödeyeceklerdi. Ben o zaman Türk sinemasında zaten Ahmet Mekin’dim. Ailem ve çocuklarımı da bırakıp gidemezdim.
* Çocuklarınız daha sonra “Keşke gitseydin baba” demediler mi?
- Hayır, hayır. Biz bu konuları konuşmayız.
* Sinemayı, anılarınızı da mı konuşmazsınız?
- Pek konuşmuyoruz, onlar da merak etmiyorlar.
* Hiç anlattırmıyorlar mı size Yeşilçam günlerinizi?
- Hayır. Büyük kızım seti hiç görmedi, merak etmedi, gelmedi. Birkaç kez küçük kızım geldi, o da eşyalarımı toparlamak için. Ben iş ve özel yaşamı ayırdım. Karım bile son zamanlarda gelmeye başladı sete.
* Eşiniz de oyuncu değil mi?
- Eski oyuncu. Biz beraber olmaya başladıktan sonra oyunculuğu bıraktı.
* Siz mi istediniz bırakmasını?
- Hayır, ben ona “Devam et, çok iyi yoldasın” dedim. İyi bir oyuncuydu çünkü. “İkisi bir arada yürümüyor” dedi, bıraktı.
* Bu arada uzun süredir Erdek’te yaşıyorsunuz, oraya ne zaman yerleştiniz?
- 30 senedir Erdek’teyim ama İstanbul’u terk edeli 15 sene oldu. İstanbul çok karmaşık bir yer oldu artık. Ben asıl İstanbullu olmama rağmen sevmedim bu halini. Şimdi bile İstanbul’a gelmek bir eziyet benim için. Bizim gibi İstanbullular hep dışarı gitti, zaten benim yaşımdakiler de öldü.
* Sizin ömrünüz uzun olsun...
- E öyle ama, 81 yaşındayım.
KIVANÇ’IN GÖZÜNDE BİR IŞIK VAR
* Oyunculuk dışında yönetmenlik ya da senaristliğe ilgi duydunuz mu hiç?
- Yok...
* “Selvi Boylum Al Yazmalım”da birlikte rol aldığınız Türkan Şoray yönetmenlik de yaptı. Sizin hiç aklınızdan geçmedi mi?
- Türkan cesurdu. Kendine güvendi, yaptı. Ben cesur değilim. Ben yaptığım filmin Lütfi Bey’in (Ömer Lütfi Akad), Atıf’ın (Atıf Yılmaz) filmleri gibi ölümsüz olmasını isterim. Onu beceremeyeceğimi anladım, o yüzden yapmadım. Yoksa piyasadaki yönetmenler gibi yönetmenlik yaparım ama beni tatmin etmez.
* Hiç denediniz mi peki?
- Bir kere denedim, o da yarım kaldı.
* Hangi aşamada kaldı?
- Senaryo aşamasında... Bayağı heveslenmiştim aslında. Bir otelde bulmuştuk hikâyeyi. Bir hakimin anılarıydı. Senaryoyu almak istedik, sahibini bulamadık, o yüzden yapamadık. Biraz namuslu davrandık.
* Şimdi bir film çekecek olsaydınız, kimleri oynatırdınız?
- Gençleri. Benim çalıştığım ekip çok iyi; Gökçe (Bahadır), İlker (Kaleli), Taner (Ölmez), Nazan (Kesal)...
* Yeni nesil oyuncular arasında iki kişi jön olarak gösteriliyor; Kıvanç Tatlıtuğ ve Kenan İmirzalıoğlu. Onları nasıl buluyorsunuz?
- Ben Kıvanç’ı seviyorum. Kenan’ı sevmiyorum demiyorum ama onun filmlerini bilmiyorum.
* Kıvanç Tatlıtuğ’la tanıştınız mı?
- Evet... Ben “Gümüş”te Kıvanç’la çalışacaktım ama anlaşmalar yapıldıktan sonra karımın hastalığı çıktı. O ara tanıştık Kıvanç’la. Biraz dikkatliyseniz, onda bir şey olduğunu hissedebiliyorsunuz. Kıvanç için “Bu çocuk iyi olacak” demiştim, gözünde bir ışık var çünkü...
FAZLA İLGİ BENİ SIKIYOR
* Şu hayatta sizi en çok sıkan şey nedir?
- Üstüme düşülmesi. Fazla ilgi beni sıkıyor.
* Şöhretin getirdiği ilgiden de sıkılıyor musunuz?
- İnsanlardan kaçmıyorum. Sadece fazla vıcık vıcık olmayı sevmiyorum.
* Oyunculuğa dair en sevdiğiniz şey ne?
- Ben oyuncunun bağımsız olmasını seviyorum. Bir de seçme hakkın var, “Ben çalışmıyorum” diyorsun ve çalışmıyorsun.
* Özgür ruhlu bir insansınız o zaman...
- Öyleyim.
* “Oyunculuktan başka iş yapmadım” dediniz, ne yapmak isterdiniz?
- Ben okumak, akademisyen olmak istiyordum. Ailede duygusal sorunlar yaşandı, olamadım.
* Hangi alanda okumak isterdiniz?
- Tıp okumayı isterdim.
ANILARI YAZARSANIZ BİRİLERİNİ KIRARSINIZ
* Anılarınızı yazmayı düşünüyor musunuz?
- Hayır. Anılar deyince işin içine kişiler giriyor. Ben insanların herhangi bir şeyini anlatmak istemiyorum. Olumlu da olsa olumsuz da olsa bir şeyler yazacaksınız, birilerini kıracaksınız. Ölmüşse çok kötü olacak arkasından böyle şeyler yazmak. Onun için hiç düşünmedim. Yoksa 57 senedir sinemanın içindeyim, tabii ki birçok şeye tanık oldum. Ama evimde filmlerle ilgili bir fotoğraf dahi yok. Arşiv marşiv de yok.
* Nasıl olmaz? Çocuklarınız hiç mi merak etmedi, bir fotoğraf bile görmek istemediler mi?
- Biz böyle yaşıyoruz. Onlar merak etmedi, ben de getirmedim. İsteseler yapabilirlerdi, mesela filmlerin kopyalarını alabilirlerdi, yapmadılar. Ben de işle evi hep ayrı tuttum. Sinemada da ailece görüştüğüm insan olmadı. Benim arkadaşlarım daha çok yazar, çizer, ressam, gazetecilerdi.
* Set bitince hep evin yolunu mu tuttunuz?
- Evet. Ben hep ekip dışındaydım, yemeğimi bile ekip dışında yiyordum.
* Sizi yanlış anladıkları oldu mu?
- Yok, çalıştığım insanlarla aram hep iyiydi.
ALDATMAK, ERKEĞİN DOĞASINDA VAR
* Peki çok fazla hayranı bulunan bir oyuncu olarak, evliliğinizi sürdürmek zor oldu mu?
- Hayır. Bu işleri yapanların eşlerinin müthiş fedakâr olması lazım. Biz de bugüne kadar kıskançlıkla ilgili hiçbir şey yaşamadık. Tabii ki birtakım insanlar oldu. Birileri giriyor, çıkıyor hayatınıza. Oluyor bunlar, olmuyor değil. Ama eşimle hiçbir zaman ne konuştuk bunu ne de tartıştık.
* Nasıl oldu bu?
- Baştan konuştum ben eşimle. “Böyle şeyler olabilir” dedim. Oldu da zaten. Ses mecmuasında kapaktan patlattılar bir haber, çok kötü oldu. Baktım karım ağlıyor, konuştum, böyle şeyler olacak dedim.
* Niye oluyor böyle şeyler? Meslekle mi ilgili, erkek olmakla mı?
- Meslekle ilgili değil, erkekler poligamik. Biz kadınlar kadar güçlü değiliz. Erkekler sığ yaratıklar. Dünyanın en güzel kadınına da sahip olsanız, kapının arkasında hizmetçiyle oynaşırsınız. O, aldatmak gibi gelmez. Aldatmak, erkeğin doğasında olan bir şey.
* Belki kadının da doğasında vardır bu ama yuvasını dağıtmak istemediği için yapmıyordur?
- Kadın önce beyninde karar veriyor. Biz fizik olarak aldatmaya müsaitiz. Yapmıyorum diyen erkek ya yalan söylüyordur ya da beceremiyordur.
KARIMLA HİÇ EL ELE TUTUŞMADIK
* Erdek’te nasıl bir yaşamınız var?
- Çok sade.
* Bahçeniz var mı, ekip biçiyor musunuz?
- Bahçe var ama ben onunla ilgilenmiyorum. O tip işlere karım bakıyor; odun kırmak, bahçeyi çapalamak dahil. Ben evde hiçbir iş yapmam, bir gazete, ekmek alır giderim eve.
* Eşinizin üstünde çok yük varmış...
- Ama kendisi yaptırmıyor.
* Hep böyle miydi?
- Hep böyleydi. Çok inatçı bir kadın. Ama bizi böyle tutan da o. Başka türlü olsa, ben 50 kere evlenip boşanırdım. Biz tam bir aileyiz. İçeriye olumsuzluk sokmuyoruz. Karım her şeyi güzel yapar. Yemeği de güzel yapar, kaloriferi de güzel yakar. Size ilginç bir şey daha söyleyeyim; biz bugüne kadar hiç el ele tutuşmadık, kol kola yürümedik.
* Hiç sitem etmiyor mu size elini tutmadığınız için?
- Hayır efendim, ben tutuyorum da o tutmuyor. O değişik bir insan. Hep bağımsız hareket ediyoruz. Beyoğlu’nda yürürken birbirimizi kaybettiğimiz bile oldu.
KAYIP ŞEHİR GÜZEL DİZİ
* Filmlerinizi izlememişsiniz, peki “Kayıp Şehir”i izliyor musunuz?
- Vallahi vaktim oldukça seyrediyorum. “Kayıp Şehir” güzel bir dizi. Konusu da güzel, oyuncuları ve teknik ekibi de çok iyi. Ben normalde dizide çalışmıyordum, bunda o yüzden çalışıyorum.
* Rol arkadaşlarınızı nasıl buluyorsunuz?
- Hepsi yetenekliler ve çok iyi çalışıyorlar. Hepsini seviyorum.
ŞÖHRET BERBAT BİR ŞEY
* Genç yaşta gelen şöhret, sizi nasıl etkiledi?
- Hiç etkilemedi. Hâlâ etkilemiyor. Sıradan bir insanım, kimseden farkım yok. Bence ayrıcalıklı olan insanlar, beyinleriyle ilgili şeyler yapanlar. Mesela bilim adamları. Ben sosyalistim, bana göre insanlar ya da meslekler arasında fark yok. Şöhret ise berbat bir şey.