Oluşturulma Tarihi: Mayıs 18, 2003 00:00
Ben, gülleri sulayıp yapraklarındaki salyangozları temizlemeye çalışırken Benek de bacaklarımı yalamaya çalışıyordu. Arada bir aşka gelip şefkatle dişlediği de oluyordu.Bunlar höstten çüşten anlamayan itlerdi. Yanlarında şortla gezmeye gelmiyordu. Çıplak bacak meraklısıydılar. Şunu bir tepeyim de sıska bacaklarımı rahat bıraksın diye bir iki tekme savurayım dedim. Önce terliğim komşunun bahçesine gitti. Sonra da elimdeki hortumu unuttuğum için suratım dahil sırılsıklam oldum. Benek oyun oynuyoruz sanıp büsbütün azdı. Öfkemden iti de ıslatmak aklıma gelmediğinden batatiz-suvancılar muharebeleri için hazırladığım kalın masa bacağını almaya koştum.‘‘Bak bu bacağı benim bacaklarımdan daha çok seveceksin!’’ diye naralanıp tam itin peşine düşmüştüm ki 4 kağnı endamında simsiyah bir Lendrovır cip evin önünde durdu. İçinden lacivert elbisesi, lacivert kravatlı ve lacivert subay şapkalı bir herif indi. Bir arazi arabasından üniformalı bir şoför inince de o öfke arasında beni bir gülme tuttu.‘‘Sizi almaya geldim efendim.’’‘‘Niye?’’‘‘Çünkü Sadık Bey çağırıyor.’’‘‘Sadık Bey de kim?’’Şoför sanki Fatih Sultan Mehmet'i tanımamışım gibi yüzüme hayretle baktı.‘‘Sadık Beyefendi, 'Ne olursa olsun onu al getir!' diye emretti.’’‘‘Manavdan karpuz mu alıyorsun be! Her kim ise o dangalak beyine söyle gelmiyormuş de.’’Şoför bir hamle etti ama sonra durdu. Gözü beni kesmişti ama elimde salladığım masa bacağını kesmemişti. Bastı gitti.Öğleye doğru kerahat vakti için piyazlık fasulyeyi haşlarken evin önünde zart diye bir araba daha durdu. Bu seferki öbüründen de uzundu ve Mersedes bilmem kaçtı. Sanıyorum benim küçük evin cephesi kadardı. Arabadan bu kez kaptan şapkalı toparlak bir herif çıktı.‘‘Nerdesin be?.. Seni bulana kadar göbeğim çatladı!’’ diye bağıra çağıra benim minik evin minik bahçesine daldı. Göz unutuyor da kulak unutmuyor. Rokfeller Sadık'ı çatlak sesinden tanıdım. Biz ona alay olsun diye Rokfeller derdik. Yani Amerika'nın en zengin adamının adıyla çağırırdık. Aynı gazetede çalışan gençlerdik. Hepimizin hayalleri vardı. Ben, dergi ve gazete çıkarmak isterdim. Altan Erbulak
film yıldızı, Bedri Kazanova olmak isterdi. Tabii hepimiz para kazanmayı da düşlerdik. Ama Sadık'ın tek hayali vardı. O da zengin olmak... Sadece zengin olmak!.. Hepimizden az kazanırdı ama hepimizden daha çok parası vardı. Yemez, içmez, giyinmez para biriktirirdi. Ayın ikinci haftasından itibaren ufak bir faizle bize borç para verip hayatımızı kurtarırdı.Sarılıp sarmaştık. Belki 40 yıldır birbirimizi görmemiştik. Aldığı yeni 30 kilonun, benden daha kel olmasının, pırıltılı porselen dişlerinin dışında Sadık'ta fazla bir değişiklik yoktu. Mavi gözleri hálá aç aç parlıyordu.‘‘Senin ne haltlar ettiğini gazetelerden, dergilerden filan izledim. Ama sen ne yaptın diye sor bakalım.’’‘‘Ne yaptın?’’‘‘Zengin oldum. Buraya da 40 yıl sonra seni yatıma götürmek için geldim.’’‘‘Niye be?’’‘‘Yıllarca benimle alay ettiniz. Fakirliğimle alay ettiniz.’’‘‘Hayır, fakirliğinle alay etmedik. Zaten hepimiz fakirdik. Senin zenginlik tutarağınla biraz dalga geçtik.’’‘‘O zaman gel de zenginlik nasıl olurmuş gör. O yılan dilini de kulağına sok.’’Bu seferki şoför herhalde ikizdi. Ama tek bedende doğmuştu. İtirazın faydası yoktu. Fasulyenin altını kapattım. İtlerin mamalarını verdim. Yola koyulduk.Yat dediği prematüre bir gemiydi.Bir gemi yolcusuna yakın da mürettebatı vardı. Sadık haşatım çıkana kadar bana yatını gezdirdi. Sonunda arka güvertedeki keçi derisi şezlonglara yayıldık.‘‘Çok
balık tutuyor musun?’’‘‘Ne balığı?’’‘‘İstavrit, lüfer, palamut filan... Böyle yatı olunca adam açılır kılıç balığı bile tutar.’’‘‘Benim yat yüksektir, balık tutulmaz.’’‘‘Cahil cahil sallama... Gariban millet Galata Köprüsü'nden bile çapariyle balık tutuyor.’’‘‘Balıkları satın almak dururken niye uğraşayım be?.. Gel öğle yemeği için
yemek salonuna geçelim.’’ Yemek salonunda 12 kişilik maun bir masa vardı. Arta kalan yerde de rahat çift kale maç yapılırdı.Bir Fransız aşçı gelip ne yiyeceğimi sordu.‘‘Bu herif Türkçe biliyor mu?’’‘‘Hálá öğrenemedi hıyar.’’‘‘O zaman nece konuşuyorsunuz?’’‘‘Sen de pek cahilmişsin, tabii aşçının tercümanı var.’’Aşçıya karides flambe ısmarladım. Ama flambesini Armanyak'la yapmasını söyledim. Adamcağızın gözleri ışıdı, biraz yüz versem az daha beni öpecekti. Herif Fransa'yı ve aşçılığı özlemişti sanırım. Rokfeller Sadık motoru gönderip kendine sahildeki kebapçıdan ezmeli acılı Adana kebabı getirtti. Bu ara salonun her yerindeki en son model dijital hoparlörlerden ‘‘Dağda da davar güderim... Emine'me selam ederim...’’ diye bir türkü sesi geliyordu. Sadık,‘‘Bu yatın tam 6 tane yatak odası var’’ dedi.‘‘Zor olmuyor mu?’’‘‘Ne zor olmuyor mu?’’‘‘Bir gecede taksitle tam 6 yatak değiştirmek...’’‘‘Üstelik 6 tane de banyosu var. Üstelik tam tekmil...’’‘‘Herhalde çok kirlisin.’’‘‘Niye be?’’‘‘Temizlenmek için bir banyo yetmiyor. Altısını da sırayla dolaşıyorsun. Sen en iyisi hamama git.’’‘‘Hamam yaptırmak istedim ama bu yatı yapan İngiliz gávur firmasının aklı yatmadı.’’Sadık, sonra bana salondaki tablolarını gösterdi.‘‘Bak bu meşhur Fransız ressamı Matiz'in tablosu.’’‘‘Bu Matis değil. Modilyani. Üstelik adam İtalyan'dı. Matis şu kırmızılı olanı.’’‘‘Hay Allah hep karıştırıyorum. Ama bu Miro'yu İspanya'dan aldım.’’‘‘Miro ama sahte. Miro'yu taklit etmek çok kolaydır. Sanatı boşver, aşk hayatın nasıl gidiyor?’’Sadık bir düğmeye bastı. İçeriye birbirinden huri, selvi boylu, sütun bacaklı 3 kız girdi.‘‘Hangisine áşıksın?’’‘‘Zengin adamı biri keser mi yahu? Üçüne de áşığım. Nataşacıklarım benim!’’ Kızlar Rusça kıkırdaştılar.‘‘Anladım sen gerçekten zengin olmuşsun Sadık. Seninle alay ettiğimiz için özür dilerim. Şimdi bana 100 milyar verir misin?’’‘‘Yüzde onla veririm ama sen geriye ödeyemezsin ki.’’‘‘Zaten ödemeyeceğim. Ben o parayı Lösemili Çocuklar Vakfı için istemiştim.’’‘‘Bıktım bu hayır kurumlarından be... Adamı muz gibi soyuyorlar.’’‘‘Çok haklısın Rokfeller'ciğim... Zaten parayı paylaşmak zenginler için değil fakirler içindir. Ama sen zaten zengin olamamışsın.’’‘‘Nasıl olamamışım be?.. Benim gávur dergilerinde bile dünyadaki 200 zengin arasında adım çıkıyor. Tam 10 tane tatil köyüm, uçak şirketim, 15 tekstil ve deri fabrikam....’’Sadık 10 dakikaya yakın saydı döktü.‘‘Zenginlik nedir diye hiç düşündün mü?’’‘‘Sen zaten gençken de pek akıllı değildin. Zenginlik demek, çok parası olmak demektir enayi.’’‘‘Zenginlik çok ya da az olan paranı paylaşmaktır. Çapariyle istavrit tutup tavada pişirip iki duble rakıyla götürmektir. Aşık olup aptal mektuplar yazmaktır. Armanyak'la Kurvazye konyağını birbirinden ayırabilmektir. Zenginlik, Çaykovski'yle Çekiç Ali'nin bozlaklarının beraberce tadına varabilmektir. Müşfik Kenter'le Peter O'Tul'un oyunlarını kıyaslayabilmektir. Bir şiiri yürek çırpıntısıyla okuyabilmektir. Modilyani'deki Afrika etkisiyle Van Gogh'taki Japon etkisinin tadına varabilmektir. Zenginlik minik bahçendeki gülleri sularken Bekir'in itlerini tepiklemektir enayi... Bak şimdi cebimde 60 milyon lira var. Otuzunu sana veriyorum.’’‘‘Niye be?’’‘‘Çünkü çok fakirsin ihtiyacın var. Bu 30 milyonla git iki kitap al.’’‘‘Sen hasedinden benimle dalga geçiyorsun ama milyonlarca vatandaşımız zengin olmak için kıçını yırtıyor!’’‘‘Aklı olan diktirir, gerisi yırtık kalır. Haydi bana izin ver gideyim.’’‘‘Dur seni benim Mersedes'le göndereyim.’’‘‘O yarma şoförü zahmete sokmayalım. Ben kendim giderim’’ deyip yatın sancak tarafından çivileme denize atladım. Sahil zaten yakındı. Kurbağalama yüzerken ardımdan şapşavalak bakan Sadık'a seslendim;‘‘Yat aldıktan sonra yüzme öğrendin mii?’’
button