Güncelleme Tarihi:
Sadece bir CD ötemde duruyordu ve bana en yakın arkadaşımdan bile yakındı.
Aşıkken, hüzünlüyken, içiyorken ya da mutluyken onun şarkıları bana eşlik ediyordu.
Konserlerindeki performansları ve hiç değişmeyen muhteşem fiziği de her defasında beni büyüleyip kendine aşık etmeye yetiyordu. Ama nihayetinde o hep sahnede uzaktan gördüğüm, bazen dokunacak kadar yakından izlediğim ama uzanamadığım Süperstar’dı.
Ee ne de olsa yıldızlar ulaşılmaz değil mi? En azından ben öyle sanıyordum.
Geçen hafta “Ajda Pekkan kabul etti, beş gününü onunla geçireceksin” haberini alınca önce şaka sandım.
İlk 10 dakika havalara uçtum ama sonra bir silkelendim, omuzlarıma ağır bir yük bindi.
Birçok gazeteci Süperstar’a sadece üç soru sormak için günlerce uğraşıp, bir kare fotoğraf için saatlerce beklerken ben beş gün beş gece onunla yaşayacaktım.
Peki ona nasıl yaklaşacaktım? Yoğun temposunda nasıl sorularıma cevap bulacaktım? Ya onu sıkarsam ve ‘artık bitti’ derse ne yapardım? Gazeteye ne hesap verirdim?
Kafamda bu deli sorular büyük gün geldi çattı...
Pazartesi günü saat 10.00’da Boğaz kenarındaki Arnavutköy semtindeki evine ulaşmak için yola çıktım ve macera başladı. Ajda Pekkan bir apartman kadını değil, ona ferah ve özgür ortamlar mutluluk veriyor. Ama bir süredir kardeşi Semiramis Pekkan’a daha yakın olmak için Arnavutköy’de yeşillikler içinde bir sitede yaşıyor.
Semiramis Hanım onun alt kat komşusu. En büyük zevkleri de sık sık bir araya gelip dizi izleyerek sohbet etmek. Apartmanın bir katı, yani sağlı sollu iki dairesi Ajda Pekkan’a ait. Sitenin girişinde sizi korumalar karşılıyor. Hürriyet’ten geldiğimi söylediğimde Süperstar’ı arıyorlar, kısa bir beklemenin ardından “Tamam yukarıya çıkabilirsiniz” onayını alıyorum.
TELEFONLAR HİÇ SUSMUYOR
Asansörde hemen parfümümü tazeliyor, ağzıma naneleri atıyor ve dairesinin kapısını çalıyorum. Karşımda Ajda Pekkan’ın eli ayağı ve bu beş gün boyunca bize en çok yardım eden isim: Etel Sason. Etel’in telefonları hiç susmuyor. Biriyle konuşurken hattında hop yeni biri… iPad’ine sürekli mailler düşüyor: “Ajda Hanım’a mutlaka ileteceğim… Ajda Hanım şu an müsait değil… Ajda Hanım şu an uyuyor…” diye kimseyi kırmadan herkese yanıt vermeye çalışıyor. Benim payıma düşen de: “Hakan Bey, Ajda Hanım birazdan gelecek” oluyor ve Etel yeniden telefonlarına dönüyor.
BEYAZ KAPILI YATAK ODASI
Süperstar’ın dairesinin geniş bir salonu var. Salonun oturma bölümü spor, yemek alanı daha klasik mobilyalarla dekore edilmiş. Oturma grubunun hemen yanında bir piyano ve konser öncesi provaları için küçük bir kayıt stüdyosu bulunuyor. L koltuk, hem büyük ekran plazma televizyonunda dizilerini izlerken, hem de arkadaşlarıyla sohbet ederken evde en çok vakit geçirdiği yerlerden biri. Masa sandalyeleri ve bazı yastıkları imitasyon leopar deseniyle kaplı. Salonun en ilginç yanı, aynı zamanda Ajda’nın beyaz kapılı yatak odasına direkt bağlanıyor olması. Ama orası sadece bir yatak odası değil. Ayrı bir daire… Süperstar orada sporunu yapıyor, duşunu alıyor, giysi odasında rahat rahat kıyafetlerini seçiyor ve kendini hazır hissettiğinde misafirlerinin karşısına işte o büyük beyaz kapının ardından çıkıyor.
SAAT 11.00’DE UYANIYOR
Ajda’yı her sabah salondaki o L koltukta oturup beklemem gerekiyor. Bu bekleyişlerin süresi 25-40 dakika arasında değişiyor. Çünkü her sabah uyandıktan sonra yerine getirdiği bazı ritüelleri var. Eğer o gün konseri veya özel bir programı yoksa en geç saat 01.00’de yatağında oluyor ve 11.00’den önce kalkmıyor. Uyurken en önem verdiği şey evde çıt çıkmaması. Aynı zamanda odasının camları panjurlarla içeriye en ufak bir ışık sızmayacak şekilde kapatılıyor. Uyandığındaysa ilk iş panjurlarını kendisi açıyor. Sonra 15 dakika yatağında uzanarak zaman geçiriyor. Hemen ardından asistanını arıyor ve yatağından çıkmadan günün programını alıyor. Kahvaltısı tepsi içinde yatağına geliyor.
Kahvaltı tepsisinde, küçük peynir çeşitleri, domates, maydanoz, yeşil biber, organik bal, reçel ve farklı tahıl ekmeği çeşitleri var. Bazı sabahlar bunlara yarım simit eklenebiliyor. Spor yapacağı günlerdeyse midesini boş bırakmak ve rahat hareket etmek için müsli veya yoğurtla birlikte mısır gevreği yiyor. Spor sonrası en büyük zevki yumurta beyazıyla yapılmış maydanozlu omlet yemek. Sahanda yumurtaya ekmek banarak yemeye bayılıyor. Benim gibi bir fast food manyağı bile onu bu beş gün içinde fast food yemeye yanaştıramıyor.
YAKINDAN TAM BİR FISTIK
Neyse dönelim ilk güne… Odasının beyaz kapısı açılıyor ve Süperstar kanlı canlı karşımda. Herkesin merak ettiği “Ajda yakından nasıl görünüyor?” sorusuna hemen cevap vereyim: Emin olun yüzünde neredeyse yok denecek kadar az makyajla bile çok ama çok fıstık! Tavırlarındaysa hem sıcak bir kız, hem şarkısındaki ‘cool kadın’ var. Elimde bir sürü soru, kafamda yapmak istediğim bir sürü şey… Heyecanla anlatmaya başlıyorum. O ise çok sakin, sadece gülümsüyor ve “Bana istediğini sorabilirsin ama hadi önce alışverişe çıkalım” diyor.
NİŞANTAŞI’NA DEĞİL MARKETE
Şoförüne bilgi verildikten sonra arabası hazırlanıyor ve Range Rover ile yola çıkıyoruz. Ben Nişantaşı’na ya da İstinyepark’a gideceğimizi sanırken arabanın güzergâhı değişiyor. Şaşırdığımı hemen fark eden Ajda Pekkan ‘Hakancığım fırsat buldukça markete gidiyorum seninle de bir market alışverişi yapmak istedim” diyor. Bu beş gün boyunca her an yanımızda olacak fotoğrafçı arkadaşım Emre Yunusoğlu’nu arıyorum hemen ve marketin önünde buluşarak alışverişe başlıyoruz.
YARIM KİLO TULUMBA
Önce ekmek reyonuna gidiyoruz. Ajda Pekkan ekmek çeşitleri arasından tahıllı olanları seçiyor. Sonra organik ürünlere yöneliyoruz: Yoğurt, süt, peynir çeşitlerinin az yağlı ve organik olanlarını tercih ediyor. Sepetimizin vazgeçilmezi tabii ki müsli ve mısır gevreği. Ajda Pekkan tatlı yemez, aç yaşar sananlar yanılıyor. Tatlı reyonuna takılıyor ve yarım kilo tulumba tatlısı paketlettiriyor. Denemek için sepetine bir çikolata atmaya çalışıyorum. Ama yakalanıyorum. Önünde diz bile çöksem o çikolataya Ajda’yı ikna etmek mümkün değil.
EVİ DUTY FREE GİBİ
Krem ve şampuanların bulunduğu reyona geldiğimizde Süperstar “İşte en sevdiğim yer” diyor. Marka ayırt etmeden başlıyor denemeye. Hindistancevizli vücut kremlerine bayılıyor, bir tane bana bir tane de kendisine alıyor. Bu arada evi de zaten duty free mağazası gibi. “Cildim çok kuru. Birkaç krem sürdükten sonra ancak nemleniyor” diyor. Peki gün içinde neler kullanıyorsunuz? diye soruyorum: “Önce serum, sonra yine bir serum ve nemlendirici krem kullanıyorum” cevabını alıyorum. El, ayak ve vücut kremleri ayrı ayrı. Ama kremleri önce elinde deniyor. Markette fotoğraf çektiren hayranlarının ardından eve doğru yola çıkıyoruz. Yorgunluk kahvelerimiz yapılırken biz de erkekler ve ilişkiler hakkında sohbet etmeye başlıyoruz...
YILLARDIR KENDİMİ TAŞIYORUM
Kadınlar arasında laflar vardır: “Şekerim bir kadını taşımak çok zor” derler. Kim kimi taşıyor! Ben zaten yıllardır kendimi taşıyorum. Türkiye’de kadın imgesini değiştirmeye çok çalıştım ve sanırım başardım. Kadınlar güçlü olmalı. Bir tarafta kadın, bir tarafta güçlü sanatçı duruşum ve bir tarafta insan duruşum var. Bir de kadınlar çok güçlü gibi dursa da aslında çok nazik ve naifler. Akıllı kadın erkeğin arkasındaki ikinci CEO’dur. O yüzden hayat kadınla erkeğin karşılıklı paylaşması ve güven duymasıdır. Ama nerede? Ben bunu çevremde de göremiyorum!”
PARA KAZANIP EV ARABA ALIRSIN AMA BAHTINI SATIN ALAMAZSIN
İlk aşkla başlarsak... Hatırlıyor musunuz?
- Sanırım 16 yaşımdaydım. Kadıköy’de oturuyorduk. Birbirimizden hoşlanıyorduk ama o okumak için İngiltere’ye gitti ve yollarımız ayrıldı. Orada bir Türk kızıyla da tanışıp evlendi. Ama hâlâ karşılaştığımızda merhabalaşırız.
Peki hepimizin başına gelen, ilk kalp çarpıntısını yaşatan o ilk öpüşmeyi nasıl yaşadınız?
- Bir yıl sonra... Birlikte sinemaya gitmiştik ama ona öpüşme denir mi bilmiyorum. Korka korka, sanki arkamızda birileri bizi izliyormuş gibi. Zaten o zamanlar el ele tutuştuğumuzda bile neredeyse heyecandan ölüyorduk.
O yaşlarda evlenmeyi düşünüyor muydunuz?
- O yıllarda aileler, kızları biraz büyüyüp içinde kadınsı kıpırtılar başlayınca “Hadi kızımızı evlendirelim” diyordu. Ama benim evlilikte hiç gözüm olmadı.
Ne istiyordunuz?
- Aklım her zaman şarkı söylemekteydi. Hatta önce film dünyasına girdim ama o hayata hiç konsantre olamadım. Emin ol, set aralarında bile müzik dinlerdim. Tabii sesimin güzel olduğunu biliyordum ama derecesini kestiremiyordum. Hatta konservatuvarı bile kazandım. Ama ailevi problemlerden dolayı okula devam edemedim.
ŞÖHRET FAZLA GELMİŞTİ
Peki 1984’te Ali Bars ile neden evlendiniz? Bir aşk evliliği miydi?
- Tabii çok sevdim ama aşık olmaya vakit kalmadan evlendik. Beraberliğim süresince çok mutluydum. Ali Bars anlayışlı ve entelektüel biriydi. Hakancığım ben aslında ani kararlar veren biriyim. Evlenmem de öyle olmuştu. Kendimden kurtulmak istedim!
Evlenince bir insan kendinden nasıl kurtulur ki?
- Aslında şöhret bana fazla gelmişti. Taşıyamadım. Bir de evlilik nasıl bir şey diye merak ediyordum.
Nasıl bir şeymiş?
- Gerçekten güzelmiş.
Peki sizinle evlenmek isteyen onlarca erkek varken Ali Bey’in farkı neydi?
- Egoları yoktu.
Evliliği sevdiyseniz o zaman neden bitti?
- Tam hatırlamıyorum ama öyle olması gerekiyordu. Zamanla monotonlaşmaya başladı. Sanırım iç dünyamdaki beklentileri de daha fazla karşılayamadı.
AŞK DEDİĞİN ÜTOPYA
Sonra da bir daha kimse sizi nikah masasına oturtamadı...
- ‘Nikah Masası’ en sevdiğim şarkılardan biri. Hatta bir ara cep telefonumun melodisiydi. Neyse soruna gelelim... Ama bu nedeni şimdi sana nasıl açıklarım: Gerçekten bilemiyorum!
Ama Ajda Hanım mutlaka bir sebep olmalı...
- Evlilik müessese olarak çok zor. Bir kere beraberinde rutini getiriyor. Aynı zamanda ‘şöhret’ sözcüğü de sanırım erkekleri biraz rahatsız ediyor. Seni sahnede görürken onun için bir tabu oluyorsun ama ilişki başladıktan sonra insani tarafını algılaması zorlaşıyor.
Peki bundan sonra evlilik olur mu?
- Hiç kestiremiyorum. Gerçi ne kadar protest olsam da bir kadının doğru bir erkekle beraber olması kadar güzel bir şey yok. Manevi açıdan bir kadının mutlaka bir erkeğe ihtiyacı var.
Hayatınızda manevi açıdan bunu size kim yaşattı peki?
- Öyle zannettiğim oldu ama aslında hiç yaşamadım. Aşk dediğin tamamen kendi yarattığın ütopyan. “Bu benim eşim, sigortam değil ama güvencem” demelisin.
Yani gerçek anlamda hiçbir zaman aşık olmadınız mı?
- Tabii aşık oldum, sonra bitti ve herkes kendi yoluna devam etti. Geriye dönüp baktığımda iyi ki yaşamışım diyorum. Aklımda güzel
anılar var.
ÇOCUK BÜYÜK MESULİYET
Hiç aldatıldınız mı?
- Hayır, Allah’a çok şükür böyle bir şey başıma gelmedi.
Peki şimdi kalbinizi çarptıran biri var mı?
- Yok, kalbim işimle dolu. Ama aşk defterini kapattım da demiyorum. Olursa olur. Bu işler hiç belli olmuyor.
Çocuk sahibi olmayı istediniz mi?
- Evet, çok istedim ama şartlar müsait değildi.
Peki evlat edinmeyi düşünüyor musunuz?
- Çocuk büyük mesuliyet. Ben daha kendi içimdeki çocuğu yaşamadan buralara geldim. O çocuk hâlâ içimde duruyor.
Mal varlığınız için ne düşünüyorsunuz?
- Sevdiğim belirli kişiler arasında paylaşılacak!
İSMİM BİR ŞİRKET CEO’SU DA BENİM
Şarkılarınızda söylediğiniz “Kapı Açık Arkanı Dön ve Çık” ya da “Yakar Geçerim” gibi lafları g
- Hiç öyle şeyler söylemedim ama içim protesttir. İçimde o kadın var ama dile getirmem. Mecazi anlamda, duruşumla ifade ederim.
Üzerinize yüklenen ‘güzel kadın’ misyonuyla nasıl başa çıkıyorsunuz?
- Bak bu çok zor bir soru. Çünkü ne dediysem karşı taraf bunu öyle almıyor. Şöhret ve zirvede olduğun zaman insanlar senin başka şeylerle güzel olduğunu, yemek yemeden yaşadığını, günde üç saat spor yaptığını, birtakım kozmetikler ve estetik müdahalelerle güzel kaldığını sanıyorlar. Tabii kozmetik müdahaleler yapılıyor çünkü insan yıllarca bu işte olunca tahrip oluyor. 17 yaşımdan beri çalışıyorum ama bütün bunları sadece estetik diye damgalamak yanlış. Nerene kadar, nereye kadar estetik yaptırabilirsin?
Peki söylendiği kadar estetik müdahaleniz var mı?
- Canım ne isterse onu yaparım ama bu söylenenler doğru değil. Tabii şöhret olduğun zaman efsanelerin de oluyor. Örneğin günde dört saat spor yapıyor diyorlar. Eğer her gün o kadar spor yapsam yaşıyor olamazdım.
Bacaklarınızın ve göğüslerinizin güzelliği dillere destan…
- Çok şirinsin. Bak neler oluyor hayatta durmayalım ayakta (gülüyor).
Oralarda estetik var mı?
- Göğüslerde var, bacaklarda tabii yok. Ben de insanım, benim de selülitim var, ben de insanım, benim de canım var (gülüyor). Acaba canıma ne yaptırıyormuşum?
Ne yaptırıyorsunuz?
- En başta kendi canımı kendim çıkarıyorum. Jimnastik yap, sahneye çık, bir yandan bir sürü insanla çalış. Ben bir şirketim artık. O şirketin patronu, CEO’su benim.
Peki Türkiye’nin en seksi kadınlarından birisiniz… Cinsellik sizin için tabu mu?
- Tabii tabularım var ama cinsellik insanın içinde kalması gereken bir mesele. Bu konuları çok konuşmayı da sevmiyorum. Herkesin kendi hayatı kendine. Hatta şimdiki dünyaya baktığımda eskiden ne kadar kapalı yaşadığımızı görüyorum. Şimdi gençler daha rahat hareket ediyor. Sokakta el ele gezebiliyor, fantezilerini yaşayabiliyor. Biz bunlardan bihaber büyüdük.
AJDA BARDAKLARINDAN MİLYONLARCA LİRA KAYBETTİM
1986’da ince belli bardaklar vardı ama çok küçüktü. Bir yudumda biterdi. Bu bardakların genişini ve altı kristal olanlarını istiyordum. Paşabahçe’ye 10 tane sipariş verdim. Biraz zaman geçti, sahnede kendi derdime düştüm. Bir gün bir baktım mağazalarda harıl harıl ‘Ajda bardakları’ satılıyor. Ajda bir isim olduğu için herkes kullanabilirmiş bu yüzden dava da açamadım. Kimse bana bu iş için ismimi tescillememi söylememişti. Sonra ismi ‘Aida’ olarak değiştirdiler. Ve bu yüzden milyonlarca lira kaybettim.
BIYIK-SAKAL BUNLARIN HEPSİ AKSESUVAR
Sevdiğiniz adamın yanında da sahnedeki gibi star bir kadın mısınız?
- Hiç öyle değilim. İşin en kötü tarafı da bu.
Neden, doğal olmanın nesi kötü?
- Çünkü duygusal yanını gösterdiğin an karşındaki bunu kötüye kullanabiliyor. Bu yüzden de sanırım uzak ve mesafeli durmayı biraz daha seviyorum.
Ama o zaman aşkınızı da doya doya yaşayamazsınız!
- Evet, herkesin gözü önünde aşk yaşanamıyor ki.
Peki o adamın yakışıklı olması ne kadar önemli?
- Hiç önemli değil. Tam tersi zeki, esprili ve entelektüel olması gerekiyor.
Kimi kadınlar erkeklerin önce ellerine, bazıları ayakkabılarına bakar… Siz?
- Ben her şeye bakarım (gülüyor).
Yaş sınırı var mı?
- Hiç öyle bir şey yok. Vallahi bilmiyorum Hakan! Çalışıyorsun, para kazanıp ev araba alıyorsun ama bahtını ve aşkını alamıyorsun işte.
BİR MESAJ BİLE YETER
Bir adamın sizi tavlaması çok zor değil mi?
- Ben mütevazıyım. Bir mesaj bile yetebilir sanırım. Bir de hayal kurmayı çok severim. Bana hayaller kurduran dizilerim var.
Aa hangi diziler?
- ‘Yer Gök Aşk’ dizisini çok seviyorum. ‘Yalan Dünya’, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ ve favorim ‘Muhteşem Yüzyıl’… Bu aşkların hiçbirinin gerçekte olmayıp filmlerde yaşandığını görerek mutlu oluyorum.
Bir ödül töreninden sonra Burak Özçivit’e hayran olduğunuz söylendi. Doğru mu?
- Fikret (Şenes) Hanım’ın torunuyla birlikte. Çok yakışıklı ama akrabalık hissettiğim bir çocuk.
Bıyıklı adamları beğenir misiniz?
- Sen ne komiksin ya! Belki de bir yaban severim (gülüyor). Adam gibi adam olması lazım. Bıyık, sakal bunların hepsi aksesuvar.
STAR OLMAK BENİ YIPRATTI
Şöhret meraklısı değildim. Ama hayat beni en önde şöhret yaptı. Star olmak da beni çok yıprattı. Alışık olmadığım bir şeydi. Kime ne diyeceğimi bilemiyordum. Samimi sandıklarım arkamdan vuruyordu. Ama ben hep insan gibi davrandım. Kader bana yardımcı olmasaydı, istediğim kadar çırpınayım bu noktaya gelemezdim. Demek ki kaderle aklı birleştirmek bir paket. Sonra o paketi biraz süsleyip ardından insan olmak gerekiyor. Hep zeki dostlarım ve ahbaplarım oldu. Bana şimdiye kadar yaklaşmak isteyen insanların emin ol akıllarından başka hiçbir şeylerini kullanmak istemedim. Ben de hep sakladığım gizli zekamla var oldum. Onu hiçbir zaman göstermedim. O benim silahımdı.
YARINDAN İTİBAREN KELEBEK’TE
PAZARTESİ: Sunset Restoran’da; hayat hikâyesi
SALI: Kuaföründe; yedikleri-içtikleri-sevdikleri
ÇARŞAMBA: Stüdyo ve kulisinde; müzikal halleri
PERŞEMBE: Evinde; moda ve yeni projeleri