Zaman değil insan ve halleri daha önemli

Güncelleme Tarihi:

Zaman değil insan ve halleri daha önemli
Oluşturulma Tarihi: Eylül 24, 2011 23:31

Öykücü Şule Gürbüz’ün son kitabı Zamanın Farkında’daki kahramanı, kendi kendine konuşurken şunu söylüyor; “Yetmiş adım mı, yetmiş sene mi yakın bilemiyorum; yetmiş adımı ben yetmiş senede alabildim mi hiç sanmıyorum.” Aranızda böyle sıkıntıları olan var mıdır bilinmez ama öyküyü okuduğunuzda bunun ne büyük bir kasvet olduğunu çok daha iyi anlıyorsunuz.

Haberin Devamı

Kitaba ismini veren Zamanın Farkında öyküsünde olduğu gibi, diğer öykülerindeki kahramanları da içinde bulundukları zaman, çağ ve biyolojik dönemle sıkıntısı olan kişiler. Farkındalıkları arttıkça, daha da dertlenen tipler. Yazar Şule Gürbüz’le kahramanlarını konuştuk.

* Zamanın Farkında, birinci elden veya dolaylı olarak zaman mefhumunu ele alan öyküler kitabı.
- Zamanın Farkında, aslında her iyi kitabın anlatmayı esas aldığı bir konuyu ele alıyor. İnsanın kendine biçilen ve ömrünü oluşturan zaman parçasını neyle nasıl geçirdiği, bu geçişe nasıl baktığı, ne gerçeklikle değerlendirebildiğiyle ilgili. Ama geri dönebilse de bir şeyleri değiştiremeyeceği, yaşarken her durumda değişen gücü, kendi terazisi ile dışarıya göre hep farklı ölçüler veren algısı, baş edemediği karakteri ve bunların arasında yol alırkenki halini anlatıyor. Buradaki zaman insan ömrü elbet, kendi zamanını oluşturan ve sorumlusu olduğu ömrü.
* Buradan hareket edecek olursak, sizin zamana bakış açınız nedir?
Ben bu sorumluluğu yerine getirmenin, hakkıyla üstesinden gelmenin insanın hem kendi gözünde, hem başkalarının gözünde ne olduğu ile ilgiliyim. Kendi gözüne girebilmenin güçlüğü, başkalarını kandırmanın kolaylığı ile hesaba durulduğunda olacak olanlar, her halin, her şartın ayrı ayrı tartılması ve hep kusurlu çıkılması, en hafif şeyin de ağırlığı değiştirebilmesi ile detayların önem kazanmasını, neden bile olabilmesini sağlıyor. Ben de kendi zamanıma ve olabildiği nispette başkalarının hayatına onun içinde aldığım şekli ve neyi ne kadar anladığımı, ne kadarını yapabildiğimi süzerek bakar, olunmaya değer bir şey bulmaya çalışırım.
* Tanpınar’dan günümüze kadar uzanan bir çizgide ele alabiliriz zamanla ilgilenen yazarları. Siz kendinizi bu çizgi içinde nerede görüyorsunuz?
- Zamanı çok da öne almış değilim aslında. İnsan ve onun halleri çok daha önemli. Zaman anlamada, sığdırmada, yetişmede ve ne şekil aldığına bakmada bir zemin. Bakabilene göre uzayabilen, genişleyebilen, öncesini ve arkasını da gösterebilen bir zemin. Ama zemin nihayette önemli değil, zeminden çıkana bakılacak. Zaman insanın hasat dönemidir, her rekolte bunu tek, kendi için sanır. Ve zaman tekrardır. Bergsonculuk o dönemin adeta bir modasıydı ama Tanpınar ve Peyami Safa gibi insanla, ruhla, derinlere dalmakla, biraz da mistisizmle ilgili yazarlarda bu etki daha çok görülüyor. Ama başka pek çok yazarda da, hem de çok kaba haliyle yine var. Ama onun Bergsonculuk olduğunu anlamak ayrı bir hüner işi. Belki de Türk edebiyatı ve o zamanki aydın çevrede bulduğu rağbeti başka bir yerde bu rütbeyi bulamamıştır. Ben Tanpınar’ı da, Peyami Safa’yı da kafa yorarak yazı yazan sadece yazının dehlizinde, elinde, hayalâtın ipi ile dolaşan yazarlar olarak görmüyorum. Yazının her çilesine talipler. Bu nedenle de her sefasına uzaklar. Gerçeği, olan biteni arayan, her yazarın, sanatçının peşinde olması gerekenle uğraşacak kudrette olduklarını görüyorum. Darısı başıma.
DİL HER ŞEYDİR
* İlk öyküden sona kadar, kahramanlar açıkça olmasa da zamanın su gibi aktığını dile getiriyorlar. Biraz da pişmanlık var elbette. Yanılıyor muyum?
- İnsan doğduğuna pişman olabilir ama yaşadığına ve yaptıklarına değil. Yapabildiği, olabildiği ve olacağıdır da. Olanı beğenmemek, kendinden memnun kalamamak, az ve çeşnisiz bulmak, yüksek ve başkayı hayal etmek... Bunlar pişmanlık makamına ait değiller. Herkes yapabildiğini yapar. Kimse eksik ya da geride değildir. Neler yapacaktım diyenler, ben düşünmüştüm diyenler, gerçek ve yüksek bir şey yapabilmenin çetinliğini tartamayanlardır. Ya da zayıf ve gündelik şeyleri bir şey sananlardır. Haliyle bu yaşam sergüzeştini kahramanların ağzından dinlemek nedenleri, halleri, olanı olamayanı dinlemektir, pişmanlığı değil. Benim hikâyelerimdeki kahramanlar zamanın da kendilerinin de farkındalar ve bu fark edişlerini dile getirmeleri, bunu aklına bile getiremeyene pişmanlık notası olarak çarpıyor.
* Öykülerdeki kahramanlarınızın asıl trajedisi zamanın onlara istemedikleri şeyleri yaptırmış olması veya hayatlarındaki en sıkıntılı zamanı yaşıyor olmaları belki de.
- Kahramanların sıkıntısı kendilerini, dikildikleri yeri anlamaları, neyi ne kadar yapsalar ne olacağını az çok kestirebilmeleri ama ne olursa olsun yaşarken de, bir kitaba kahraman olurken de bulunduğu yerin insanı olmanın, ne yaparsa orada ve o halle yapmanın insanı kahraman yapacağını biraz da bilmektendir. Mutfak hikâyesindeki kadın o evden çıkmayarak, aklından geçenlerin hiçbirini yapmayarak, tahammül ederek kahraman oluyor; çıksa herkese karışsa bulunduğu yerdeki taşlaşmayı terk etse böyle bir anıt olamayacak.
* Dil meselesine de değinmeli. Zengin kelime çeşitliliği olan metinler bunlar...
- Dil her şeydir. Anlamadığını anlar, kabul etmediğini kabul eder hale getirendir. Kelime haznesi yazanın okuyana bir hediyesi olmalı, kitaptan bir hatıra gibi kalmalı. Ama mesele farklı kelimeler kullanmak değil elbet. Bir derde değen ifade ile onu başka bir şeye dönüştürebilmek, başka türlü de düşündürterek bir teselli vermek, ifade edilmemiş acının verdiği ıssızlık duygusunu paylaştırarak seyreltmek güçlü ve derin ifadelerin, tanımlamaların okuyana dağıttığı bir şifadır. Anlatan, anlayabildiklerinin zekâtını verir, dinleyip, okuyup buna dâhil olan aradığına kavuşur. Aşina olunan artık eski keskinliğini yitirir. İfade ediş şekli her şeyin üzerine birer kat daha çıkar, yükseklik, genişlik ve vuzuh verir, daha çepeçevre kuşatır.

Haberin Devamı

Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile yakınlık mesleğim ve kitabımın adından kaynaklanıyor

Haberin Devamı

Müzik hocası ile Hayri İrdal’ın yakınlığı Tanpınar’ın eserinin adının “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ve kahramanın amatör bir saatçi olması, benim kitabımın adının “Zamanın Farkında” olup mesleğimin de saat ustalığı olması gibi bir nedene dayalı herhalde. İnsanın yaşamına, bunu algılayışına ve dile getirirkenki ferasetine çaresizlik denmesi, başına geleni, kendini, dünyayı sezmede ve bu hususta tek söz etmeden aciz kalana güçlü ve muhkem insan olarak bakılması kadar ironiktir. Aslında Hayri İrdal da ona mümasil kahramanlar da çaresizliği dile getirebilmenin çaresizlik olarak algılandığı bir dünyayı şüphesiz ki bir şeye saymayanlardır.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!