Güncelleme Tarihi:
Mesela biri ‘Soldaki kalkış, sağdaki iniş saati mi?’ diye soruyor. ‘Hayır, soldaki normal iniş saati, sağdaki fiili, hani gecikme filan varsa...’
Bir diğeri ‘Aynı saatte, aynı yerden iki uçak mı geliyor?’ diyor. ‘Hayır, onlar aynı uçağı paylaşan iki şirket... Yani aynı uçuş, sadece şirketi ve numarası değişik.’
Derken, kendisinden önce bana ‘danışanlar’dan cesaret alarak belki de, mütereddit bir ses duydum sağ cenahımda:
- Affedersin, (uçuşları gösteren panoyu çenesiyle işaret ederek) bunlardan hangisi Şututgart?
- Bakalım... Stuttgart uçuşu görünmüyor burada teyzeciğim...
Derken fark ettim ki, teyzeciğim dediğim kadın taş çatlasa benim kadar. Toparlayayım istedim:
- Saat kaçta senin beklediğin uçak?
Derken, bu sefer de kadına ‘sen’ diye hitap ettim. Başörtülü, uzun entarili ‘İstanbul’da yerleşik köylü’ kadıncağızın yanında duran ve gözümün içine bakarak beni dinleyen 10-11 yaşlarındaki kız çocuğuna sordum:
-Senin okuman yazman vardır, sen...
‘Bu panoda Şututgart ‘Stuttgart’ diye yazar’ diyeceğim, kadın alçak sesle araya girdi:
- Yok, ben okuma yazma biliyorum da...
Artık tamamen bittim. Tükendim.
*
Bir yandan, ‘bu da bizim toplumumuzun bir güzelliği’ diyorum, hani insanların birbirine (yerine - durumuna - kişisine göre belirlenen müthiş bir kod sistemine dayanarak) abi - abla - amca - dayı - anne - teyze - emmi filan diye hitap etmesi, ‘sen’ demesi...
Bir yandan da utanıyor ve eziliyorum.
*
Kadının kılığına kıyafetine bakarak - içimde Allah için en küçük bilinçli bir küçümseme veya üstünlük hissi olmaksızın - önyargıyla karar veriyorum:
- Sosyal üstünlüğüm bana, kadına ‘sen’ diye hitap etme hakkı verir (otomatik)
- Yaşı ne olursa olsun (bu belki de yaşlandığımı idrak edemeyişimdendir) ‘teyze’ demem gerekir (‘Abla’ sanki avam geliyor, ‘teyze’den bir farkı varmış gibi)
- Hani yabancı dil bilmeyenler ‘bağırarak söylersem turistler Türkçe’yi anlar’ zanneder ya... kılık kıyafetine bakınca ‘bu kadının okuma yazma bilmemesi gerekir...’ diye düşünüyorum!
Asıl alçaklık, bu kadından önce bana danışan iki kişiye - kılık kıyafetleri daha şehirliydi - ‘siz’ diye hitap etmem, yanı ‘dış görünüşe göre peşin ayırım’ !..
Zaten o da, bana ‘sen’ dese bile (siz ayrı ve zor bir hitaptır) ‘abi’ demeyi, kılığıma-halime bakarak vehmettiği ‘ekonomik-kültürel-sosyal’ üstünlüğümü baştan kabul ettiğini bana belli etmeyi unutmuyor.
Bildiğim yerden örnek vereceğim: Fransa’da evini temizlemeye gelen hizmetçi kadına, bahçeni çapalayan bahçıvana (ki eğitimsiz, fakir, muhtemelen ‘yabancı kökenli’ yani Arap veya Portekizli’dir - yani evlerinde köylerinde ‘senli benli’ konuşmaya alışıktır) ‘SEN’ diye hitap et de bak, ne ediyor seni! ‘Madame’ diyeceksin, ‘Monsieur’ diyeceksin, özel samimiyetin yoksa ‘siz’ diye hitap edeceksin...
Çünkü o memlekette, sosyal statüsü, maddi durumu, eğitimi ne olursa olsun, herkes VATANDAŞ olarak hemzemindir!
Teoride yanut şekilde, en azından...
*
Her konuda olduğu gibi, bu konuda da ... BİLEMİYORUM!
Hangisi daha iyi, hangisi daha güzel?
Ben hâlâ ısrarla ‘bizimki’ diyorum, ama, içindeki ‘paternalist-korumacı’ tavırdan utanıyor, ‘kendini-üstün-görme’ ve ‘böylece-daha-merhaba-derken-herkes-yerini-seviyesini-bilecek’ mesajı içermesinden endişe ediyorum.
Ben sosyoloji filan okumalıymışım!