Yine sallanmaya başladık

Güncelleme Tarihi:

Yine sallanmaya başladık
Oluşturulma Tarihi: Eylül 01, 1999 00:00

Haberin Devamı

Adanalılar, şu son aylarda tam biraz unutmaya başlamışlardı ki, bir kez daha uykuları bölündü

Geçen yılın 27 Haziranı'nda bir akşamüstü büyük bir sarsıntıyla evlerinden fırlayan Adanalılar, üzerlerindeki deprem stresini yeni yeni atmaya başlamışlardı ki, Marmara depremiyle birlikte eski korkulu günlerine geri döndüler. ‘‘Bir yıla yakın bir süre, sallanıyoruz hissi devam etti. Şu son aylarda biraz unutmaya başlamıştık, şimdi yine uykularımız bölünüyor, sallanıyoruz zannediyoruz ve korkuyoruz’’ diyor, Ceyhanlılar.

Geçen yılın haziran ayının 27. günü, 145 kişinin öldüğü, 3 bin 500 kişinin yaralandığı, 10 binden fazla evin yıkıldığı Adana depremini yaşayanlar, gece uykularını deliksiz uyumaya daha yeni yeni başlamışlardı ki, onların yaşadığından daha büyük bir deprem Marmara'yı vurdu.

Böylece onlar da tıpkı Erzincan depremini yaşayanlar gibi, zorla sakinleştirdikleri ruh sarsıntılarına geri döndüler. 14 aydır psikolojik tedavi görüp son zamanlarda bunu aksatanlar, yeniden uzmanların kapısını aşındırmaya başladı.

DEPREM ŞAKALARI

Ceyhanlı bir şoför, ‘‘Marmara depremiyle birlikte o eski sallanma duygusu geri geldi’’ diyor. ‘‘Burada herhangi bir sarsıntı kaydedilmedi, ama deprem olduğundan emin olanlar çoğunlukta.’’ Bir gazeteci, bütün yıl boyunca sabah işe gelen kimi elemanların sık sık ‘‘Abi duydun mu, yine sallandık dün gece’’ dediğini, onun da sık sık Kandilli Rasathanesi'ni aradığını ve herhangi bir sarsıntı kaydedilmediğini öğrenip diğerlerine aktardığını anlatıyor.

Paranoya, 14 aydır öylesini artmış ki, artık aralarında ‘‘deprem şakaları’’ yapar olmuşlar. Biri odasına girdiğinde, anlaştığı bir başka arkadaşı çelik rafları sallıyor ve herkes hep bir ağızdan ‘‘deprem oluyor’’ diye bağırınca, paranoyası olanlar can havliyle dışarı fırlıyormuş. ‘‘Ama son Marmara depreminden sonra bu şakaları kestik, ayrıca korkular daha anlaşılır bir hale geldi’’ diyor.

BURADA OLDU SANDIM

Ceyhan'da, 11 yaşındaki kızını kaybettiği deprem dehşetini, Marmara depremiyle birlikte yeniden içinde büyütenlerden biri de 37 yaşındaki Nigar Aktan.

Sekreterlik yaparak yaşamını sürdüren Aktan, kızının ölümünden bu yana zaten eski hayatına dönemediğini anlatıyor. Belli ki 14 ay önce böyle değilmiş, ama şimdi donuk, kımıltısız bir yüze sahip; yine de duygularını, alçak ve monoton bir sesle de olsa çok güzel ifade ediyor.

Marmara depremini duyar duymaz, sabahın köründe bilinçsizce sokağa fırlayıp yollarda dolandığını söylüyor. Ve herşeyin yeniden Ceyhan'da olduğunu sandığını...

‘‘Mesela yolda yere yatan insanlar gördüm, 'Ay, ölüleri buraya koymuşlar', dedim. Sinek var dediklerinde, 'enkazdaki cesetlerdendir' diye düşünüyordum.’’

NORMALE DÖNÜŞ

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Birimleri Bölümü Başkanı Prof. Banu İnanç da Marmara depremiyle birlikte kendilerine başvuranların sayısında artış beklediğini söylüyor.

Çünkü anlattığına göre, insanın depremle birlikte varlığını tehdit altında hissetmesi, bastığı toprağa bile güvenememesi kolay atlatılır bir travma değil.

Normal hayata dönebilmek aylar alabiliyor. Hele bir de bu felaketle yaşanan kayıplar varsa; insan sevdiklerini, yaşadığı evi, geçmişini kaybettiyse, iyileşme süreci daha da uzun sürebiliyor.

DAHA BÜYÜK ACI

Profesör İnanç, yine de daha önce psikolojik bir rahatsızlığı olmayan insanlarda normale dönüş sürecinin daha kısa sürdüğünü söylüyor; tabii yakınların, toplumun, uzmanların yardımı olduğu sürece...

‘‘Fakat Marmara depremi bize eski yaşadıklarımızı hatırlattı. Şimdi insanlar yeniden tedirginlik duymaya başladı. Üstelik bu kez yaşanan, bizim yaşadıklarımızdan çok daha büyük bir acı. Normale dönmek daha uzun zaman alabilir’’ diyor.

İNSANLIKTAN ÇIKTIM

‘‘Normal’’e dönmenin o kadar kolay olmayabileceğinin bir örneğini de Erdoğan Ailesi'nin yaşadıkları ortaya seriyor. Ceyhan'da elektrik malzemesi satan bir dükkan işleten Enver Erdoğan ve oğulları Ercan ile Erol, 27 Haziran 1998 günü üç kuruş daha kazanmanın peşindeyken, aynı evde bulunan eşlerini kaybetmişler.

Erol Erdoğan'ın iki yaşındaki oğlu da annesiyle birlikte ölmüş. Ercan Erdoğan'ın 2,5 aylık oğlu Emircan enkazdan dokuz saat sonra canlı çıkarılabilmiş.

O günden sonra bir daha kendilerine gelemediklerini anlatıyorlar hep bir ağızdan. ‘‘Artık mutlu bir aile değiliz. Birbirimizi anlamakta bile güçlük çekiyoruz.’’ Ercan Erdoğan, daha ileri giderek ‘‘insanlıktan çıktığını’’ söylüyor. ‘‘İlk başlarda anlamıyordum, sonra giderek çaresizlik, yalnızlık duygusu ağır basmaya başladı. Sürekli huzursuzum. Tedirginlik duygusu hiç azalmıyor. Marmara depremi olunca acılarımızı unutur gibi olduk, ama geçecek gibi değil.’’

PSİKOLOĞA PARA YOK

Ercan Erdoğan psikolojik tedaviye ihtiyaç hissettiğini, ancak hala duvarı çatlak bir evde otururken bir de buna para ayıramayacağını ekliyor. ‘‘Eğer masraflarım karşılanırsa, çok istiyorum’’ diyor, Çukurova Üniversitesi Psikiyatri Polikliniği'nin depremden dolayı rahatsızlık hissedenlere ücretsiz tedavi imkanı sağladığından habersiz.

Geçen yılki depremin üzerinde yarattığı stresten dolayı yedi aylık bebeğini kaybeden kızkardeşi Meltem Supçin ise konuşurken gözyaşlarını tutamıyor. Üstelik onun yaşadıkları ikiye katlanmış durumda. Çünkü ‘‘biraz rahatlayabilmek, unutabilmek için’’ İstanbul'a tatile gitmiş ve orada da Marmara depremini yaşamış. ‘‘İki gün sokakta kaldım ve iki gün boyunca gözyaşlarım elimde olmadan akıyordu. Biz nasıl düzeleceğiz bilmiyorum.’’

CANIMDAN BAŞKA

Erdoğan Ailesi'nin ve daha pek çok Ceyhanlı'nın anlattıkları, deprem şoku yaşayan insanların verebileceği doğal psikolojik tepkiler yanında, ‘‘terkedilmişlik’’ duygusundan gelen bir umutsuzluk durumu yaşadıklarını da gösteriyor. En yakınlarını kaybettikleri için ‘‘travmatik matem’’ duygusu içine giren, geçmişleri, evleriyle birlikte toprağa gömüldüğü için kendini güvensiz hisseden insanlar, bir de üstüne, her seferinde söz verilmesine rağmen ‘‘yaraları sarılmayınca’’ iyice içlerine kapanıp, hayattan umutlarını kesiyorlar.

Tıpkı Nigar Aktan gibi, ‘‘hayatın zevklerini unutuyor, öylesine yaşıyorlar.’’ Ercan Erdoğan gibi, duvarı çatlak bir evde oturmayı umursamıyor, ‘‘zaten neyim kalmış ki benim canımdan başka, onu da alırsa alsın’’ diye düşünüyorlar. Ya da kızını öldürdüğünü düşünen müteahhidin peşinde aylarca koşan ama bir sonuç alamayan Zehra Benli gibi, yeni bir depremden hiç korkmayacak kadar ‘‘duygularını yitiriyorlar.’’

ARTIK MUTLU DEĞİLİZ

Erdoğan Ailesi fertleri, 14 aydır kendilerine gelemediklerini anlatıyorlar hep bir ağızdan. ‘‘Artık mutlu bir aile değiliz. Birbirimizi anlamakta bile güçlük çekiyoruz.’’ Ercan Erdoğan, daha ileri giderek ‘‘insanlıktan çıktığını’’ söylüyor. ‘‘Sürekli huzursuzum. Tedirginlik duygusu hiç azalmıyor. Marmara depremi olunca acılarımızı unutur gibi olduk, ama geçecek gibi değil.’’

Depresyon ve anksiyete

Çukurova Üniversitesi, Psikiyatri Anabilim Dalı doktorlarından Şükrü Oğuz, Adana depreminden sonra, sadece kendi çalışma grubuna başvuranların sayısının 250'ye yaklaştığını söylüyor. Deprem anılarını tekrar tekrar yaşamak ve uyku bozukluğu şikayetleriyle gelen bu insanlardan yüzde 60'ının tedaviye bu yıla kadar düzenli olarak devam ettiğini anlatan Dr. Oğuz, ‘‘Marmara depremine kadar Akut Stres Bozukluğu ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu ön plandaydı. Şimdi, Marmara depremi olduktan sonra başvurular arttı ve bu başvurulardan hastalığın şekil değiştirdiği anlaşılıyor. Şimdi daha çok depresyon ve anksiyete bozuklukları göze çarpıyor’’ diyor.

Dr. Oğuz'a göre, Adanalılar, psikolojik problemlerini çözmemişlerdi ama tam depremin anılarını unutmaya başlamışlarkı ki, sorunları geri geldi. ‘‘Daha önce iyi hissetmeye başlayanlar, kendimi kötü hissediyorum, diye geliyor. Tam olarak tanımlayamadıkları bir kötü hissetme durumu bu. Kimi yakınları ölüp kendi sağ kaldığı için suçluluk duyuyor, kimi, biz bundan kurtulamadık mı, diye fobilerle yaşıyor. Çaresizlik de var. İleriye doğru belirsizlikler artınca, insanların şikayetleri de arttı.’’

Hayata adapte olmaya çalıştım ama olmadı

Deprem günü iki kızı da arkadaşlarındaymış. Küçük kızının misafir olduğu ev çökmüş; kızı, arkadaşı, arkadaşının annesi ve ablası enkaz altında veda etmişler dünyaya.

Diğer kızıyla birlikte hayata adapte olmaya çalıştığını ama bunu başaramadığını anlatıyor Aktan:

‘‘Tedavi de gördüm, ama doktorun verdiği ilaçlar uyuttu, bir yarar sağlayamadım, ondan da vazgeçtim. Bugüne kadar yaşamak için yapmam gerekenleri yaparak yaşadım, yani mecburen yemek yemek, su içmek gibi. Kızım da pek iyi değil ama o genç, gündüz arkadaşlarıyla oyalanıyor, gece olunca ise tedirginlikleri artıyor.’’



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!