Güncelleme Tarihi:
Adam zeki. Üstelik komik. Anlattıklarına sürekli gülüyorsunuz ve ondan bir dolu şey öğreniyorsunuz. Boru değil, Ahmet Tulgar'ın sıkı tespitleri var. Kendisiyle dalga geçmeyi de ihmal etmiyor. Mesela, en ciddi haliyle ‘‘Gazetecilik işlevinin dışında Yılmaz Erdoğan'la karşılaşınca onda garip bir tedirginlik oluyor!’’ diyor. Ee gülüyorum tabii. Bir dolu yerde çalışmış, deli deli zamanlar yaşamış. Bu Milliyet’te gördüğünüz durulmuş hali! Herkesin idolleri vardır ya şu hayatta, Ahmet Tulgar'ın da olmuş. Avusturya Lisesi'ndeki Almanca hocası ve Murat Belge hiç unutmadıkları...
Nasıl bir aşıksınız? Bela olur musunuz?
- Eskiden olurdum. En büyük silahım da şuydu: ‘‘Seni öyle seviyorum ki, gidilebilecek son noktaya kadar giderim’’. Şimdi daha farklı bir taktik uyguluyorum. ‘‘Bir tür aşk mühendisiyim ben. Hayat beni buna zorladı’’ diyorum. Aşklar inşa ediyorum ve içine istediğim insanları oturtuyorum. Karşımdaki ne yaparsa yapsın, isterse onurumu zedeleyecek sözler sarfetsin, ben ona sevgi enjekte ediyorum. Her gün bir seviye. Buna alışamayacak insan yoktur. Son kertede alışıyor. Bir gün ilacı kestiğimde, o beni geri arıyorsa, o zaman ben kazandım demektir. Ben zaten beklemeye alışkınım.
Platonik aşklar yaşayan zavallı bir adam mısınız siz? Aşk için ölen filan.
- Ölmeyeceğimi o kadar iyi bilirim ki! Bir kere akıl her zaman devrededir. Şimdiye kadar, sokakta ya da cafede görüp kimse bana aşık olmadı. Hep ben seçtim. Akıl gerçekten en büyük silahım.
Kadınlara benziyorsunuz yani.
- Doğru, kadınlar seçer. Ve aşkta daha çok erkekler aklını kaybeder. Kadının daha çok devrededir aklı. Eee, savaşa girerken, bütün cephaneliğinin yanında olması gerekiyor. Ben de öyleyim.
Plancı, hesapçı bir kadın gibisiniz yani.
- Olabilir.
GAY’LERE GÜVENİLMEZ Mİ?
Aşk için neleri göze alabilirsiniz?
- Lafta ölümü bile! Ama sanırım bunu şarkılardan filan öğrendim. Ama zaman zaman çok şiddetli tepkileri göze alırım. Kafayı birine o kadar takmışsındır ki, o hazır mı, değil mi onu bile anlamamışsındır, evine çağırır, gidersin. Halbuki karşına çok farklı bir şey çıkabilir. Olsun. Korkusuzca şehrin bir ucundaki ücra bir yere gidebilirim ben.
Gay'lere güvenilmez gibi bir yargı var. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
- Bütün azınlıklarda olan bir şey. Hoş görülmeli. Azınlıkların hepsi kendi içlerinde müthiş bir ahlak geliştirirler. Kullanılmamak için çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmek zorundadırlar. Kim köşeye sıkıştırıldığında nasıl davranıyorsa, gay'ler de öyle davranır.
Röportaj sırasında tanıdığınız ve hayran olduğunuz birileri oldu mu?
- Tanıdıktan sonra Yılmaz Erdoğan'ı çok sevdim.
O da sizin ilginizi çeken adam tipolojisine giriyor, değil mi?
- Zaten o röportajın girişine de yazdım bunu, hayatım boyunca bir şeyler beni bu tür adamlara karşı dürttü dedim. Ama sonraki karşılaşmalarımızda bana karşı temkinli olduğunu hissettim. Gazetecilik işlevinin dışında karşılaşınca onda garip bir tedirginlik oluyor. Sanıyorum o da biliyor benim bu tarz adamları sevdiğimi.
Korkuyor mu sizden?
- Yok canım. Çok akıllı bir adam. Üstesinden gelir de, nedense böyle bir tedirginliği var.
Teyp bende ya, adaletsiz bir durum. Sizin de böyle hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?
- Elinde teyp olan, istediği soruyu sorabilir. Antidemokratik bir durum! Cevap vermediğin zaman da korkak durumuna düşüyorsun. Garip bir ilişki. Ama bu, röportajcılığın işleviyle ilgili. Ya benim gibi röportajı kabul ediyorsun, her soruya cevap veriyorsun ya da hiç işim olmaz diyorsun...
Bir tür aşktı Murat Belge'ye duyduğum
Gazeteciliğe ne zaman başladınız?
- 87'de.
Yaşınız?
- Söylemem! Olduğum yaştan biraz daha gencini oynuyorum. Bu zorunlu bir oynama, çünkü yaşım gibi olamıyorum.
Peki yılı boş verdik. Nerede doğdunuz?
- İstanbul'da. Tiyatrocu bir anneyle, bir şirkette yöneticilik yapan bir babanın oğlu olarak. Çocukların eğitimine feci konsantre aileler vardır ya, öyle bir aile. Sabahları uyanır, annem ve babamın kahvaltıda ‘‘hüüüüf’’ diye çay çekişlerini duyardım. Abimle beni konuşurlardı: ‘‘Ahmet Almanca'dan şu notu aldı’’, ‘‘Hasan'ın da fiziği iyi’’. ‘‘Ne dersin? Onlara İngilizce hoca tutsak mı?’’ İki zıt kardeştik. Abim müthiş disiplinli bir hayat yaşarken, ben sokaklarla tanıştım.
Olay hangi semtte geçiyor?
- Cihangir! Bolahenk Sokak. Öyle bir sokak ki, bir tarafta travestiler oturuyor, diğer tarafta Almanlar. Ben de bu arada Avusturya Lisesi'nde okuyorum. Ve çok sevdiğim bir Almanca hocam var, onun etkisiyle solcu oluyorum. Adama o kadar hayranım ki, bana ‘‘Solcu değil de, neo-nazi olacaksın!’’ dese yine olurdum. Biraz hızlı gittim tabii, bir kaç yıl geçti, cezaevine girdim.
Ne kadar sürdü cezaevi maceranız?
- Dört yıl kadar. Önce Metris. Altı ay da Bolu Gerede Cezaevi. Devsol davasından yargılandım ama örgütten ceza almadım. O dönemde yazdığım bir yazı bir dergide basılmıştı, yani yayın yoluyla komünizim propagandası! Ama yakalandığımda cebimde sol bir yayın yerine Proust'un ‘‘Swan'ın Aşkı’’ vardı. İçeride vakit geçirmek için Almanca şiirler, makaleler çeviriyordum. Kendim de hikayeler yazıyordum. Ve Murat Belge'ye yolluyordum.
Almanca hocasından sonraki idol Murat Belge yani.
- Evet, yıllarca sürdü. O kadar hayrandım ki, cezaevine girmeden Tünel'de karşılaşmıştım, bir rock star görmüş gibi titremeye başladım. Yazdığı herşeyi okuyordum. Onu inanılmaz bir mektup tacizine maruz bıraktım. Ama cevap gelmiyor. Olsun ben hiç umursamıyorum, yazmaya devam ediyorum. Tek bir resim asılıydı ranzamın yanında, Murat Belge'nin Aydınlar Dilekçesi'ndeki küçük fotoğrafı! Doğum gününü bile biliyordum, kutlayan bir şey yazdım, içine de cezaevinde yapılan tespihlerin boncuklarından bir avuç attım. Açtığında dökülsün diye. Derken, ilk mektup geldi, ‘‘Dostum Ahmet’’e diye başlıyor, meğer daha önce de yazmış, ama elime geçmemiş. ‘‘Düşünsel derinliği olan, karmaşık metinler yazıyorsun. Çıktığında mutlaka görüşelim’’. Öldüm tabii! Cezaevinden çıktığım gün, evdeyim bütün akrabalar tanıdıklar gelmiş, ben içerideki odadan Murat Belge'ye ulaşmaya çalışıyorum. Onun sayesinde gazeteciliğe başladım, Dönemli Yayıncılık'a girdim.
Bir tür aşktı yani ona hissettiğiniz!
- Öyle de denebilir. Bir gün Rejans'ta bir yemek yedik. Eşi o ve bir arkadaşım. Artık kalkacaklar, ona o kadar doyamamışım ki, ağlayacağım neredeyse. ‘‘Yaa n'yapıyorsun?’’ dedi, ‘‘Bir daha görürüşürüz nasıl olsa’’.
Hayranlığınız seneler içinde hiç azalmadı mı?
- Artık daha az görüşüyorum. Ama bana katkısını, etkisini o kadar net hissediyorum ki. Onun yazılarında geçen bir yazarın, bütün kitaplarını okuyarak, o kadar zenginleştiğimi hissettim ki. ‘‘Murat Belge bu kadar etkilendiğine göre Roland Barthes'ın mutlaka herşeyini okumalıyım’’ dedim. Michel Foucault'yu da onun aracılığıyla tanıdım. Bir Almanca Hocam, bir Murat Belge! İkisi de sakallı, ondan sonra zaten idollerim olmadı...
FİLMDE OYNADI İŞTEN ATILDI
Sabah Gazetesi'nde çalışırken yedi yıldır tanıdığım, yanında olmaktan çok mutlu olduğum bir erkekle yollarımız kesişti: İbrahim Tatlıses. Film çekecekmiş, beni Bodrum'a çağırdı. Ben de Sabahçı'ları ‘‘Hem onunla röportaj da yaparım’’ diye ikna ettim, fırladım gittim. İbrahim Tatlıses, ‘‘Sana küçük bir rol yazdım, bizim ekibe katıl, en fazla beş altı gün uzar yolcuğun’’ dedi. Bu arada Urfa'ya geçtik. Kendimi Fırat dizisinin setinde buldum. Tam üç buçuk ay sürdü o çekimler! Doğal olarak da Sabah Gazetesi beni kapının önüne koydu.