Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de yıllardır şikayet edilen 90 dakika sisteminin bir yere gitmeyeceğini artık kabullendik. Arada bir setlerde emeği sömürülen çalışanlara üzülüyor, uzayan sahnelere öfkeleniyoruz o kadar. Yerli diziler reklamlarla birlikte iki saatten uzun bir kuşağı kaplıyor. Bu bir sinema filmi standardı. ABD ve İngiltere’de çözülüp üzerine yeni tuğlalar eklenen sektörün Türkiye’deki yansımasının taşıyıcı kolonları eksik. Özellikle üç temel nokta var:
1. Müzik
Yerli dizilerin kronik problemi müzik pornosu. Tema müziği bazen 6-7 dakikaya uzayan sekansların arkasında uzun uzun ağlıyor. Çoğunlukla aslında fazla dramatik olmayan, focus puller’ın elinde oyuncak olmuş sahnelerde inleyerek bakışmayı bakışmaya bağlıyor. Ya da sıradan bir konuşmanın gerisinde, yüksek tempo versiyonuyla sese ekleniyor. “Naber” derken arkada müzik çalmasının hiçbir anlamı olmadığı gibi, mesela çarşıya çıkmış Sultan Hanım’ın (Yer Gök Aşk) Kapadokya montajında yaylıların gerginliğine ihtiyaç yok.
2. Sanat yönetimi
Bir hikayeyi canlandıran, inandırıcılığıyla izleyiciyi sıkıcı dünyasından kopartıp hayale karıştıran güç sanat yönetmeninin elinde. Muhteşem Yüzyıl’ın gerçekten Kanuni döneminde geçtiğini düşünmek için şeytanı detaylarda ararız. Mahidevran’ın saçında Nişantaşı bijuterilerinde satılan taklit gümüş tokalardan görmek istemeyiz. Son Osmanlı Kıyam sahnelerinde TRT stüdyolarının alçı prop’larının tadı bize 2012’de olduğumuzu hatırlatır. Bu işe özen gösteren Karadayı, işi dramatikleştirerek gözümüze soktuğu için, (Eskicilerden, toplanmış her şey her şey 70’ler 70’ler!) Veda dönemin kostümlerini hiç anlamadığı için, Dila Hanım bu işe hiç önem vermediği için kötü. Suskunlar zaman zaman avant garde’a kaçsa da dramatik mekan seçimleriyle (Nisan, Ecevit ve Sait’in buluştuğu yeraltı), karaktere uygun kostümlerle işi sıkı tutuyor.
3. Oyuncu yönetmenliği ve senaryo
Dizilerde, filmlerde insanlar bizim gibi hareket etmez, konuşmaz. Tıpkı romanlarda olduğu gibi sözleri daha dramatiktir. Hareketleri daha abartılı olsa da gözümüze batmaz. Ama figüranlar öyle değildir. Onlar anı inandırıcı kılmak için oradadırlar. Mesela bir kahvehaneye giren karakter, batak oynayan, gazetenin spor sayfasını okuyan, dertli dertli çayını karıştıran insanlarla karşılanmalı. Terzi konuşurken bir yandan söküğü dikmeye devam etmeli. Fırında karakterimiz girdiği anda üretim durmamalı. Ama bizim senaryolarımızdaki hareket eksikliği sebebiyle sürekli mum gibi durup, asker gibi konuşan oyuncularımız var. Bir tek arka plandaki figüranların durgunluğu değil. İki başrolün karşılıklı konuşması da Yeşilçam geleneklerini takip ediyor. Adam uzaklara bakarken biri arkada ağlıyor. Bunun hüzünlü bir etki yarattığını, acılı bir aşk sahnesine bazen her türlü klişenin gittiğini kabul ediyorum. Ama oyuncularını ellerini bile oynatmadan kazık gibi konuşturan yönetmenlerin, senaryoda yazmasa da konuşurken “saçını kaşı”, “düğmenle oyna”, “kahvenden yudum al” demesini öneriyorum. Bu kuraklıkta Kuzey’in telefon tutuşu bile bizim için nasıl değerli.