Güncelleme Tarihi:
* “Mi Minör” için tiyatronun son icadı diyebiliriz. Nasıl çıktı bu oyun ortaya?
Pınar Öğün: Ben “Türkan” dizisinde oynarken, Meltem Arıkan’a rica ettim “Bana bir senaryo yazar mısın?” diye. O da yaşadığı bütün sosyal medya sürecini içeren ve kendi görüşlerini ifade eden bir metin yazdı.
* Ne anlatıyor bu oyun bize?
Memet Ali Alabora: Pinima, demokrasiyle yönetilen ama her şeye başkanın karar verdiği bir ülke. Kadın-erkek eşitliğinin sorun olmadığı, çünkü kadınların kendi aralarında erkeklerin de kendi aralarında eşit oldukları bir ülke. Seyirci oyun alanına geldiği andan itibaren bu ülkede yaşamaya başlıyor. Oyunda yaşanan ve başkanın halkı için yaptığı düzenlemeleri birebir tecrübe edebiliyor. Seyirci Pinima ülkesinde olup bitenleri bir gösteri olarak izlerken, piyanist ve ekibi tarafından da bir oyuna katılmaya davet ediliyor. Aslında bu, seyircinin oyunu. Seyircinin seçimleriyle yönlendiriliyor. Ayrıca yaşanan her şeyi sosyal medya üzerinden de takip edebiliyorlar.
* Oyunun adı neden “Mi Minör”?
MAA: Meltem’in kendi kişisel hikâyesiyle ilgili. Üç yıldır oyunun müziklerini yapan Evrim Demirel’den piyano dersi alıyor ve aynı zamanda özel bir nedeni de var. Ayrıca Meltem “Mi Minör” tonunun kadın sesini ifade ettiğini düşünüyor. Bu yüzden de oyunun ismi en başından beri “Mi Minör”.
PÖ: Mi sesi aynı zamanda isyanın sesi.
* Peki Pinima’nın bir anlamı var mı?
PÖ: Bütün uzay matematiği ve gezegenlerin birbirine olan mesafesi, pi sayısıyla hesaplanıyor. Değişmeyen tek sayı, pi sayısı. Matematiğin bir mucizesi. Değişmezliği ifade ediyor. Ülkenin kurallarının değişmezliğini ifade edebilmesi için de seçilen isim pi sayısından geliyor. Meltem’in kendi içinde kurguladığı bir dramatolojisi var.
* Pinima’yı kurarken model alınan bir ülke var mıydı?
MAA: Yok. Pinima dünyanın her yerinde olabilir ya da hiçbir yerinde olmayabilir. Zaten bir sürü tepki bunu çok net anlattı. Oyunu izleyen arkadaşlarımızdan biri “Aynı Amerika olmuş” dedi. Başka biri Türkmenistan’a benzetti. Biri “Pinima tam anlamıyla Kore olmuş” dedi.
EŞEKLERİN KÜVETTE YIKANMASI YASAK!
* Oyundaki bazı yasaklar da farklı ülkelerde uygulanıyor değil mi?
MAA: Evet, mesela pazar günleri pembe pantolon giymek Avustralya’nın belli yerlerinde yasak. Yani oyunda seyirciye çok saçma gibi görünen yasaklar dünyanın çeşitli yerlerinde gerçekten var. Tavus kuşlarına öncelik tanınması, kutup ayısının uyandırılmasının yasaklanması, barlara çorba zorunluluğunun getirilmesi gibi.
PÖ: Eşeklerin küvette yıkanmamasını unuttun!
* Oyuna seyirciyi dahil etme fikri tamam da sosyal medya üzerinden oyunu anlatmak ve oradan da dijital oyuncuları “Mi Minör”e dahil etme fikri nasıl çıktı ortaya?
MAA: Meltem oyunu yazdıktan sonra, oyunu nasıl realize edeceğimizi düşünmeye başladık. Nasıl bir evren yaratacağımıza karar verdik. Onun kurgusunu yaparken oyunun içine seyircileri daha fazla çekebilmek için kendi hayatımızdan yola çıkarak sosyal medyayı oyuna dahil ettik.
PÖ: Oyun çok fazla ilke imza atıyor. Bunlardan birincisi Roll Playing Games’i oyuna dahil etmesi. Ben oyunu belli bir dramatoloji içinde internet üzerinden yayına veriyorum. Bir yere kamerayı koyup anlatmıyorum. Oyun içinde elimde kamerayla her yere koşturuyorum. Böylece siz dünyanın neresinde olursanız olun, benim karakterimin web sayfası üzerinden oyuna ulaşabiliyorsunuz.
* Bu kadar muhalif bir oyun oynamak konusunda çekinceleriniz oldu mu?
MAA: Benim olmadı.
PÖ: Aslında biz muhalif bir oyun oynamıyoruz. Absürt tiyatronun bunda çok büyük bir etkisi var. Hangi kültürden olursan ol, oyun sana kendinle ilgili bir ilişki kurdurtuyor. Bizim oyunumuzda da herkes olaya kendi kişisel tarihinden bakıyor. Çağrışımlar kişinin kendi kafasının içinde animasyonların oluşmasına sebep oluyor. Bu animasyonlar da benzetme, rahatsız olma, hiç beğenmeme, acayip etkilenme, hiç etkilenmeme gibi sonuçlar yaratabiliyor. Ya da muhalif gözükme algısı yaratabiliyor.
* Memet Ali Alabora için başka bir özelliği daha var oyunun; ilk kez yönetmenlik yaptınız bu oyunda. Nasıl bir deneyim?
MAA: Zor. Ben hiçbir zaman oyunun tam anlamıyla nasıl ilerlediğini göremiyorum. Çünkü bir yandan da oyunculuk yapıyorum. İktidarın ulaşılamaz olduğunu vurgulamak için başkan karakterini seyircinin içine hiç karıştırmıyoruz. Hem oyunculuk hem yönetmenlik yapmak bu anlamda zor. Ama salt yönetmenliği düşündüğüm zaman hazırdım yönetmenlik yapmaya. Bu yönüyle çok zorlandığım bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim. Evet, yönetmen olarak bir oyun sahneye koymadım ama çok projede yer aldım.
“CLOSED CIRCUIT” FİLMİNDE AJANIN KARISINI OYNUYORUM
* Pınar Hanım, sizin yeni bir projeniz var mı?
PÖ: Benim oynadığım bir film gösterime girecek. Eric Bana başrolde oynuyor. John Crowley’nin filmi. Filmin adı “Closed Circuit”. Hollywood yapımı bir film. Orada travmatik hayatı olan bir Türk kızını oynuyorum. Film, Almanya’dan İngiltere’ye gelmiş bir ajanın Londra’daki bir patlamanın şüphelileri arasında olmasını ve bunun üzerine dönen olayları anlatıyor. Ben de ajanın karısını canlandırıyorum. Film önümüzdeki yaz gösterime girecek.
* Nasıl dahil oldunuz bu filme?
PÖ: Yurtdışında eğitim aldığım için orada da audition’lara (seçmeler) katılıyorum. John Crowley’nin audition’ına gittim ve çok iyi anlaştık. Sonra çalışmaya başladık. Çok acayip bir set ortamı var orada. Her şey çok büyük ve kurallara uygun. Dört gün sürdü benim sahnelerimin çekimi. Herkes için dev konteyner’lar var ve herkesin ismi bir konteyner’ın üzerinde yazılı. İçeri giriyorsunuz; yataklar, DVD seti, filmler, televizyon, içi doldurulmuş bir buzdolabı... Acayip büyük bir prodüksiyondan bahsediyorum. Her oyuncunun kendine ait bir şoförü var. Çekimler bitince bana mail attılar adresiniz gerekiyor diye. Adresi yolladım ve bana filmlerinde oynadığım için hediye gönderdiler. Resmen şoka girdim diyebilirim. Bunların hiçbirini beni sevdikleri için yapmadılar. Bu onlar için bir kural.
* Siz de Türkiye’deki sektörde bazı şeyleri değiştirmeye çalışıyorsunuz. Neler yapıyorsunuz?
MAA: Oyuncular Sendikası olarak temelde yapmak istediğimiz şey; oyuncuların çalışma koşullarını ve dolayısıyla da setin, sektörün emekçilerinin çalışma koşullarını uluslararası standartlara getirebilmek. Etap etap bunları yapmak mümkün. Yıllar içinde birikmiş çok sorun var. Birinci meselemiz çalışma koşullarını düzenleyebilmek. Oyuncuyla yapımcı arasındaki ilişkiyi işçi-işveren ilişkisi haline getirmeye, çalışma saatlerini, çalışma koşullarını, iş güvenliğini ve sağlığını düzenlemeye çalışıyoruz. Şu anda en öncelikli gündemimiz çocuk oyuncular. Bununla ilgili olarak Ankara’yla görüşmelerimiz devam ediyor. 2013 yılında daha önce attığımız tohumların karşılığını almaya başlayacağız gibi görünüyor.
MELTEM OLMASA BİRBİRİMİZİ YERDİK
* İlişkiniz başladığından beri beraber yaptığınız ilk iş “Mi Minör” değil mi?
MAA: Aslında biz 2004’te “Hayalet” diye bir dizinin çekimlerinde tanıştık. Ancak çok kısa, altı bölüm sürdü dizi. Ben bir piyanisttim. Erkeğin piyanist, kadın başrolün boksör olduğu ilk diziydi herhalde.
* Şimdi beraber çalışmak zor oldu mu?
PÖ: Oldu tabii.
Neden?
* PÖ: Bir dakika ya! Memet Ali sen benim senden memnun olup olmadığımı biliyorsun. Sen benden memnun musun?
MMA: Pınar ilk provalarda beni gerçekten zorladı. Çünkü ikimiz de farklı oynama halleriyle ilgileniyorduk. Pınar bir karakteri yaratmak ve o karakteri oynamak üzerine klasik bir eğitim aldı. Metni unutturup onu oyun oynatma haline geçirmek biraz zor oldu. İlk 15-20 gün biraz sancılıydı ama sonra uyum sağladık.
PÖ: Ben eve gidip ağladığımı biliyorum sinirden. Yanlış anlaşılmasın, Memet Ali beni ağlatmadı, ben sinirimden ağladım. Onun anlatmak istediğini anlamadım. Gerçekten çok zorlandım. Öğrendiğim bütün disiplinlere aykırı şeyler söylüyordu çünkü.
* Neler söylüyordu mesela?
MMA: Mesela şarkı sözleri var, şarkı yok. Şarkı varmış gibi oyna diyordum.
PÖ: “Önünde 50 kişi varmış farz et ve onları organize et” diyordu. Ama orada 50 kişi yok! Boş orası.
MMA: Mesela ben “Bırak lafları” diyordum. “Nasıl bırakayım, laflar bırakılır mı?” diye cevap veriyordu bana.
PÖ: Metin yoksa neye tutunacağımı bilmiyordum. Çok zordu ama sonra neyse ki Meltem devreye girdi. Ben anlamadığımda bana gelip “Memet Ali şunu demek istiyor” dedi, Memet Ali beni anlamadığında “Pınar şu yüzden anlamıyor” deyip bize arabuluculuk yaptı. O olmasa birbirimizi yerdik.
MUTLULUĞUN RESMİ: PİJAMA, TV, BATTANİYE
* Çok göz önünde olmayan bir hayatınız var. Nasıl koruyorsunuz kendinizi?
PÖ: Ben gerçek bir ev kuşuyum. Pijama, televizyon ve battaniye benim için mutluluğun resmi.
* Evde iş bölümü yapar mısınız? Kim ne yapar?
MMA: Değişiyor. Ben bir tek çamaşır yıkamaktan anlamam. Yani zorda kaldığımda yıkıyorum ama anlamam. Londra’daki evde yıkamıştım.
PÖ: Ben 3,5 sene yurtdışında okudum. O sırada Memet Ali yanıma geldiğinde yemek yapıyordu, evi temizliyordu. Ben okuldan dönünce onun yaptığı yemeği yiyordum.
MAA: Ben en son Londra’da yemek yaptım, değil mi ya?
KENDİMLE DOĞRU DÜZGÜN İLGİLENEMİYORUM, NE ÇOCUĞU!
* Çocuk yapmayı düşünüyor musunuz?
PÖ: Hımm... Şimdi şöyle anlatayım: Çocuk, bir insan dünyaya getirmek anlamına geliyor. Gerçekten çok büyük bir sorumluluk. Her kadının çocuk yapması gerekir diye bir klişeye inanmıyorum. Evli çiftlere bu sorunun sorulmasını kadına baskı olarak görüyorum. Hayatta herkes biricik, bunu kabul ediyoruz değil mi? Bunun sebebi de yaşadığın hikâyeler, genetik bağlantıların falan filan. Herkesin kendine ait bir yaşamı, algısı ve kendini tanımlama biçimi var. Ben kendi dünyamı biliyorum. Sırf dünyaya bir insan getirmek uğruna bir çocuğun hayatını, kendi mesleğime daha çok değer verdiğim için geri planda bırakamam. Kedimle doğru düzgün ilgilenemiyorum ben daha! Çünkü oyunculuk başka mesleklere benzemiyor, ne zaman ne geleceği belli olmuyor. Zaten 28 yaşındayım, önümde seneler var. Başkaları istiyor diye niye çocuk yapayım?
PINAR GÜZEL MEMET ALİ YAKIŞIKLI
Birbirinizle ilgili üç sıfat sıralamanızı istesem bana neler söylersiniz?
MMA: Güzel, doğal, komik.
PÖ: Sakin, huzurlu, yakışıklı.