Güncelleme Tarihi:
SCARLETT JOHANSSON FOTOĞRAFLARI
Scarlett Johansson’ın dönüm noktası, Woody Allen ile yolunun kesişmesi oldu. “Match Point”teki baştan çıkarıcılığının içinde çaresizlik, çaresizliğin altında bin tilki olabilen Nola karakteri, sinemaseverlerin ağzını sulandıracak kadar yakışmıştı Scarlett’e.
“Lost in Translation” Oscar’ı almadan önce kırmızı halıda zarif topuzu, haute couture tuvaletiyle, kendi yaşıtı yıldızlardan çok Lauren Bacall’ı, Katherine Hepburn’ü anımsatıyordu. Gözlerinde taşralı kızların Hollywood heyecanından çok, New York’luların alaycılığı vardı. O, her röportajında seksiliğinden konu açılmasını küçük hanımefendi gibi sıkıntıyla karşılamıyor; “Ben de karşımda taş gibi bir erkeğin olduğu filmlerde oynamak isterim” diyor omuz silkerek. Kendisiyle röportaj yapan erkek muhabirlerle flört ediyor. Bir anda röportaj konusunu krep tariflerine getirip, “Eğer bir gün beraber uyanırsak, sabah sana da yaparım” diyor. Sonra muhabirin alyansına bakıp, kayıt cihazına yaklaştırıyor dudaklarını: “Karın bunu duysun bakalım!”
Şimdi 2010’un ikinci yarısında çekimleri başlayacağı söylenen Marilyn Monroe’nun hayatını konu alan “My Week With Marilyn”de başrol oynaması bekleniyor.
UYURKEN İÇ ÇAMAŞIRI GİYMEM
Danimarkalı bir mimar babanın, film yapımcısı bir annenin Manhattanlı kızı Scarlett’ın, taşrada acıklı çocukluğunu bırakan Monroe’nun rolüne biraz çalışması gerekecek. Geri kalanı için kostüm ve makyaj yardımına bile pek gerek yok. “Uyurken üzerimde yalnızca Chanel No.5 olur” diyen Monroe gibi, “Uyurken iç çamaşırı giymem” diyen Johansson, seksapel kısmında uyum sorunu yaşayacak gibi durmuyor.
“Scarlett’ın yanlış yapması imkânsız. Ona Tanrı’nın eli değmiş” diyen Woody Allen’dan da sağlam bir referansı var. Ama tüm bunlar onu, gerçek bir film yıldızı, Hollywood’un özlediği insanüstü ikon tahtına oturtmaya yeterli mi? Film eleştirmeni Jason Solomons, ‘daha olmadığı’ görüşünde. Kırmızı halıda göz kamaştıran, kötü filmleri, görünüp kaybolduğu birkaç saniyenin büyüsüyle kurtarabilen bu genç yıldızın önünde “Lost in Translation”, “Vicky, Cristina Barcelona” gibi birkaç çarpıcı film projesi daha olmalı.
KAMERAYLA SEVİŞİYOR
Şimdiye kadar tüm yönetmenlerin onunla çalışmak istediğini verdikleri röportajlardan anlamış durumdayız. Ama Solomons’a göre, o, “İzleyiciden çok, kamerayla ilişki kuruyor. Bu da her zaman iyi değil.” Scarlett’ın tüm güzelliğine, zekâsına, kendisiyle bağ kurulmasına izin veren bir kapı eklemesi ve onu asla ardına kadar açmadan, hafif aralık bırakması gerekiyor. Sıfır bedenlerin döneminde kıvrımlarıyla, bedeniyle barışık özgüveniyle kadın izleyicilerini de sevindiren, moda ve kozmetik endüstrisini kendine âşık eden 25 yaşındaki oyuncu, bir ikona dönüşecekse, bunu, bugünün koşullarını kendine uydurarak yapacak. Hepimizin söylemek isteyip söyleyemediğimizi söyleyecek. Marilyn’in spot ışıkları altındaki parlak gülümsemesinin, kuliste söndüğünü hissettiğimiz gibi siyah beyaz sahne personaları arasında yorulmayacak. Zaten o da, bu ay Pete Yorn ile beraber çıkaracağı ikinci albümüyle tercihini ortaya koymuş gibi görünüyor.
Serge Gainsbourg ve Brigitte Bardot’nun düetlerinden esinlenilerek ortaya çıkan ‘The Break Up’ dokuz şarkıdan oluşuyor. Yorn, albümün tasarı aşamasında, Bardot’nun yerine koymak için aklına ilk Scarlett’ın geldiğini anlatıyor.
Oyuncunun, Marilyn rolünü kabul edip etmeyeceği henüz belli değil ama Serge’in yatağında sigara içip, onunla bir şarkı mırıldanan Brigitte’in boş bıraktığı yer, bugün bir tek Scarlett’e yakışıyor. “Ancak öldükten sonra ikonluk statüsüne ulaşılabildiğini düşünürdüm” diyen yıldız, Woody Allen gibi yönetmenlerin becerikli ellerinde, bir devrin temsili olmaya alışıyor.