Yemek siyasettir

Güncelleme Tarihi:

Yemek siyasettir
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 14, 2011 00:00

Öğretim üyeliğiyle gazeteciliği Artun Ünsal kadar başarılı biçimde birleştiren, peynirden kan davasına, simitten Anayasa Mahkemesine kadar kalem oynatabilene pek kolay rastlanmaz. Onun kadar hayat dolu, onun kadar yaptığı işten keyif alana da... Ünsal son kitabında yemek kültürüyle siyasi birikimini birleştiriyor.

Haberin Devamı

Ben gurme değilim. Öyle yazıyorlar ama gurme değilim, ‘yemeksever’im. Sanki gurmelik bir şeymiş gibi! Komik unvanlar! Gurme, bilmem ki ne yapıyor? Türkiye’yi tanımadığından İtalyan şarapları, bilmem ne viskileri üzerinde konuşuyor. 20 yıl önce televizyon programları yaptım. Hem Anadolu’yu hem İstanbul’un her kesimini dolaştım.
Posta’da lokanta eleştirileri, haftada bir de ‘Tanıdık Çehreler’ başlığıyla portreler yazıyorum. Radikal’de köşe yazarlığını yapamadım; sevmedim siyaseti. Nitekim oradaki yazıları kitaplaştırdım, ‘Bezgin Martı ve Çılgın Kelebek’ adıyla çıktı. Kitabın girişi de “Ben zaten hiçbir zaman iyi bir köşe yazarı olamadım” diye başlar. Ama insan yazılarını sevdim. Sözgelimi ilk hıdrellezi yazan benim Hürriyet’te. Onun için hem lokanta yazarım hem insan yazarım.
Geziniyorum, fotoğraflarımı da artık kendim çekiyorum. Yemek, lokanta yazıları artık çok sıradanlaştı. Çok menfaate dönüştü, ben de rahatsız olmaya başladım. Eskiden beğenmediğim lokantaları da yazardım, şimdi beğenmediklerimi yazmıyorum.
Önölog (şarap bilimcisi) olduğum bilgisi de yanlış. Wikipedia’ya hakkımda önolog diye yazmışlar. Sadece kötü şaraptan anlarım ama önolog değilim. Onun için hiç şarap üzerine yazmam. Sadece sosyal içiciyim. Tek bağımlılığım tütün, o da dudak tiryakiliği.

Haberin Devamı

ARTIK HER YER GİRİT MUTFAĞI OLDU

Ama Türk yemeğinden anlarım. Favorim yok, zeytinyağlılara ağırlık veririm. Ne de olsa Girit ahvalim var. Artık her yer Girit mutfağı, Cunda mutfağı oldu. O da güldürüyor beni. Füzyon mutfağı sözü beni güldürüyor. Türk mutfağı zaten füzyondur. Öteden beri sentez mutfağıdır. Moda tabirle füzyonun Allah’ı Türkiye’de. New York, Kaliforniya, Avustralya, Japonya mutfağından...
Benim vatandaşım füzyon müzyon anlamaz; cebinde parası varsa et yiyor. Onun için ortaya karışık bir şeyler istiyor. Yormuyor kendini. Tabii belli bir zümre var, yemekten de anlıyor, keyfini de çıkarıyor. Geriye kalıyor Anadolu kültürünün bekçiliğine soyunan kişiler. Diyelim Zonguldak’ta bir lise öğretmeni, Kütahya’da bir emekli memur, yerel tarihin dışında, yemekleri ve kültürü yazıyor. Bunlar çok mühim insanlar. Çünkü ölümsüzleştiriyorlar.
Hep ilkleri yazdım Türkiye’de. Peynir, zeytinyağı, yoğurt, ekmek, simit konularında da benden önce kitap yoktu. Batı kültürünün Türkiye şubesi olmayı hep reddettim. Türkiye gerçeklerinden hareket ettim. En son kitabım ‘İstanbul’un Lezzet Tarihi’ni bir yemek kitabı basitliğinde yazmadım. Bilim adamı ciddiyetinden bir an bile ayrılmadım. Üslubun farklı ve rahat okunur olmasında gazetecilik geçmişimin etkisi var.

Haberin Devamı

Rumca ananemden yadigâr
GİRİT

Giritli bir aileyiz. Bir yanımız Balkanlar’dan, bir yanımız Karadeniz’den. Anneannem annemle Rumca konuşurdu. Ötekinin farkındayım çocukluğumdan beri. Anneannem başını örtmezdi. “Niye başını örtmüyorsun?” diye sorunca “Oğlum biz Evropalıyız” derdi. Sarı saçlı, mavi gözlüydü. Annem de öyle. Tek esmer ben olduğum için bana “Arap” derlerdi. Anneannemden öğrendiğim çat pat Rumca ile Yunanistan gezilerinde hâlâ derdimi anlatabiliyorum. Babam Kabil’de Tıp Fakültesi’nde psikiyatrdı. Harp Okulu’nu ve Tıp Fakültesi’ni Türkler kurmuştu. Babam orada dört yıl kaldı. 1954 ile 1958 arasında. Ben de bir yıl kaldım. 12 yaşında bir çocuğun gözünden Afganistan çok etkileyiciydi.

Haberin Devamı

Uzun atlamada Türkiye ikincisiydim
KOLEJ

Fransa’ya gitmeden önce genç milli oldum atletizmde. Uzun atlamada Ankara şampiyonu, Türkiye ikincisi oldum. Tabii o dereceleri şimdi kadınlar atlıyor. Çalışkan bir öğrenciydim ama hiç hafızlığım olmadı. Herkesle iyi geçinen bir gençtim. O zamanın en büyük lüksü neydi? Sinema, çay partileri. Onları ilk düzenleyen kişiydim. Geçenlerde 50. yıldönümüydü mezuniyetimizin. Bazı tipleri gördüm, “Benim yüzümden evlendiniz” dedim. Düzenlediğim partide tanışmışlardı.

Paris’te iki üniversite bitirdim
DOKTORA

Annemin mutlu bekleyişiyle Fransa’ya gittiğimde yıl 1961’di. Bir yıl Fransızca öğrendim, Ankara Koleji’nde okuduğum için İngilizce biliyordum. Paris Hukuk Fakültesi’nden 1966, Siyasal Bilimler’den 1967 mezunuyum. İki bölümde okumak beni çok yönlü yaptı. Türkiye’deki canlılığın yeni aktörü Türkiye İşçi Partisi’ydi. İyi bir tez konusu olacağını düşündüm. Şansıma o zaman dünyada siyasal bilimler alanında en tanınmış kişi Maurice Duverger hocamdı. Sanırım bir tek yabancı öğrencinin doktorasını yönetmeyi kabul etti, o da bendim. Biraz gayretliydik herhalde, üç yılda doktoramızı verdik. Fransızcayı sonradan öğrenmeme rağmen 28 yaşında, yıl kaybetmeden devlet doktorasını bitirdim.

Haberin Devamı

Efsane olması komik geliyor
1968

Paris hareketlenmişti, orada uslu durduk. Yabancı öğrencileri yakalayınca sınır dışı ediyorlardı. O riski alamazdım. 68 efsanesi bana komik geliyor. Oradaydım, tamam Paris’te öğrenci hareketleri oldu. Çoğu oturduğum semtteydi. Tanıktım ama içinde yer almadım. Hiçbir zaman “68’liyim” demedim. İşçi Partisi’ne sempati duydum ama hiçbir zaman TİP’li değildim. Bağımsız kaldım. Türkiye’de bağımsız kalmak zordur ve büyük bir yalnızlık getirir. Hâlâ yalnız düşünüyorum. “Artun Ünsal kendini yemeğe vurdu, peynire zeytine vurdu” diyenler çıkıyor. Hayır, Türkiye’deki her konuyla ilgileniyorum. Yalnız ben erken öten bir horozum: Doçentlik tezim anayasa mahkemesi ve siyasettir. Daha iki-üç yıl önce millet, “Anayasa mahkemesi siyasal bir mahkemedir” dedi. O kitap bugün dahi aşılamadı. 13 cezaevini dolaşıp yaptığım kan davası araştırması da öyle. İşin ilginç tarafı hiç anlaşılmayan birisi oldum. Herkes eleştirdi beni, “Niye TİP ile uğraştın?” diye. Nitekim TİP’in Meclis’te sergilediği muhalefet bugün bir klasik haline geldi. O tezimi 30 yıl sonra yeniden yazdım. Tarih Vakfı’ndan çıktı: ‘TİP: Umuttan Yalnızlığa’.

Haberin Devamı

Harekatta Kıbrıs ’a çıktık
ASKERLİK

1973’te askere gittim: Genelkurmay Adli Müşavirlik’te yabancı ülke askeri yasalarını tercüme ediyorum, asteğmen olarak çok şanslı bir konumdayım. Derken kendimizi Mamak’ta bulduk. Neticede bizim birlik ikinci harekatta Kıbrıs’a çıktı. Mamak’tan beş kilometrelik bir konvoy halinde çıktık. Ankara’da, Konya’da, Kulu’da halk bambaşkaydı. Vatandaş o kadar yardımcı ki ömrümde öyle bir şey görmedim. Sakız, sigara ne bulurlarsa ciplere atıyorlardı. Onları hâlâ saklarım. İlk kez bu halkı görüyorum, Kurtuluş Savaşı’nı hayal ediyordum. Ben yurtseverim. Bunları bir gün yazacağım. Kıbrıs’ta hiç çatışmaya girmedim, karargâh bölüğündeydik. “Şu kadar Rum öldürdüm” diyen tiyatrocu Atilla Olgaç da vardı, öyle bir şey kulağımıza gelmedi. Harekattan sonra bayağı havan yedik. Önümde bazı kişilerin vurulduğunu gördüm. Bir gece Girne ile Lefkoşe arasında kamp kuruldu. Çadırda bir er yanımda yatıyor. Çok kötü bir koku vardı. Meğerse orada ölü varmış, onun kokusuymuş. Bir sefer kazara Rum bölgesine girdik, ölmekten değil ama esir düşmekten korktum.

Keçi çiftliklerini 15 yıl önce yazmıştım
PEYNİR

Benim incelediğim dönemdeki peynircilikle bugünkü peynircilik arasında büyük fark var. Mesela zamanında yazmışım ‘Keçi çiftlikleri kurulsa ne iyi olur’ diye. Şimdi her yer keçi çiftliği. Tezim şu: Yöreselliğiniz güçlü olmadan küresel olamazsınız. Yıllar önce bir makalede ‘Topkapı Sarayı’ndan simit sarayına’ dedim. Sıradan bir geleneksel ürünün nasıl modern pazarlamayla hem yerelliğini güçlendirebileceğini hem de küresel olabileceğini anlattım. Simit sarayları Amerika’da açılacak yakında.

Paris ’te yedi yıl muhabirlik
GAZETECİLİK

Gazetecilikle her zaman bağlantım oldu. Paris’ten dönünce Yankı’da çalışmıştım. Ankara Koleji’nde İngilizce ve Türkçe okul gazetesi çıkarmıştık. Ali Kazancıgil, 1972’de Fransa’ya gidince Le Monde’un Türkiye temsilciliğini teklif ettiler. Ben de kabul ettim. Le Monde’un Türkiye muhabirliğini yaparken haftada bir iki yazı yazıyordum ve üstelik saygındım. 1982’de üniversiteden istifa edip birkaç ay Anka Ajansı’nda çalıştım. Sonra Hürriyet’e girdim. Helsinki’deki Rus-Amerikan zirvesinde Gorbaçov ile Bush’a ilk kez soru soran Türk gazeteci benim.

Üniversitede idealizm sıfır
GALATASARAY

1992’de İstanbul’a döndüm. Hür FM’i kurdum. Türkiye’nin en iyi radyosuydu. O dönemde Boğaziçi’nde bazı derslere gidiyordum. Mülkiye’den profesörlüğe dört ay kala istifa etmiştim. İçimde ukde kalmıştı. 1994’te Galatasaray Üniversitesi açılınca profesörlüğümü orada aldım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!