Yedi tepeli şehrin mayıs alevi

Güncelleme Tarihi:

Yedi tepeli şehrin mayıs alevi
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 09, 2011 00:00

İstanbul deyince akla gelen, dallarında binyılların anıları yüklü ağaç... Dünyanın birçok yerinde bulunmasına rağmen, en çok bu kente yakıştığından mı nedir, İstanbul ona sahiplenir, o İstanbul’a. Geçen hafta Adalar’da, Fenerbahçe’de erguvanlar çiçeklendi, bu haftadan itibaren Boğaziçi onun rengine boyanacak. Şölen mayıs ortalarına kadar sürecek.

Haberin Devamı

“... Neden yine kaynaştı havalar / Saadet mi getiriyor rüzgâr / Dolarak erguvan atlaslara” diye seslenir Orhan Veli, Ave Maria şiirinde. Evet, saadet, heyecan, sevinç, renk getirir erguvan İstanbul ve toprağını sevdiği diğer tüm kentlere; baharı getirir. Abdülhak Şinasi Hisar “Her sene yalıya dönünce baharın genç tenli, uzun boylu, mavimtrak günlerine kavuşurduk. Hayat sanki yeniden doğar, ağaçlar yeşillenir, beyaz ve pembe çiçekleri ve erguvanlar da laâden alevlerini açarken” dememiş boşuna.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’de sözünü ettiği, İstanbul surlarının üstünde Manavkadı Camii’nin yıkık duvarları arasında tek başına fırlamış olan, ona “ezeli bir ebedi arzunun, daima yenileşen hayat akışının bir timsali” duygusu veren erguvan ağacı her bahar hâlâ şairin ziyaretini bekler mi bilinmez ama, Adalet Ağaoğlu’nun yazdığı gibi, “Marmara’da, Boğaz’ın sularında gün batımlarının ayak izleri hâlâ erguvan.”

Haberin Devamı

SULTAN SÜLEYMAN’IN RODOS ÇADIRI NE RENKTİ

Her baharda Boğaziçi sırtlarındaki koruların yavaş yavaş renk değiştirmesini gözlerim. Boğaziçi Köprüsü’nden Avrupa Yakası’na geçerken, köprünün hemen sağında kalan Ali Vafi Korusu’ndaki ağaçların dalları kışın büründükleri o koyu kahverenginden sıyrılıp önce garip bir kızıllığa döner. Öylesine belli belirsizdir ki bu başlangıçta, her yıl bunu yalnızca hayal ettiğimi sanarım önce, baharın bir an evvel gelmesini dilediğimden gözlerim beynimle bir olup beni yanıltıyor, derim kendime. Birkaç gün sonraysa herşey apaçık ortadadır, erguvan dalları korudaki ağaçlar arasından gururla ayırırlar kendilerini. Dalları gölgeli kızılımsı koyu pembeye bakar, tomurcuklar dalların bağrından çıkmaya başlamıştır ve onları hiçbir şey durduramayacaktır artık. Tomurcuklar patladığında bir renk dalgası sarıverir koruyu. Bence dünyanın en güzel rengi: ne tam mor ne tam pembe, adı üstünde: erguvanî.
Bu baklagiller familyasından, kışları neredeyse bir çalıya benzeyen ağacın bahar geldiğinde geçirdiği değişim her defasında şaşırtır beni, ya da her yıl aynı zamanda tekrarlanan bu şaşırmanın sevinci benim için mevsimin töreni anlamındadır, insanın kendini hem aşina, hem âşık olduğu sevgilinin kollarına bırakması misali galiba...
Soğuğu, rüzgarı sevmeyen, ağır kışlarda üşüyüveren, ışığı, güneşi seven Akdeniz kökenli bu nazik ağaç, pek bol olan tohumlarını cömertçe saçarak varlığını sürdürür. Marmara ve Ege bölgelerinde yayılan erguvanlar, Ankara’da çoğalıp kentin birçok yerini bezemekte.
Kimi sonbaharlarda havaların serinlememesi erguvanları şaşırtır ve o zaman da çiçeklerini salarlar ortalığa. Bu, ılık giden sonbahardan soğuk kışa geçerken hüzünlenen benim gibi sıcak severlere bir son tesellidir.
İngilizce adı “Judas Tree”, yani “Yahuda Ağacı” olan erguvan böylece üzerine asılı o acı öyküyü her yıl yeniden yaşar mı? Binyıllar önce çiçeklerinin beyaz olduğu zamanlar var mıdır? Anavatanının Filistin olduğu söylenen erguvan, buna uygun olarak Hz.İsa’yı ele veren ve çarmıha gerilmesine yol açan havarisi Yahuda’nın yaptığından pişmanlık duyarak kendini bu ağaca asınca, çiçekler utancından kızarıp bugünkü rengini mi aldı? Ve dalları bu olayın etkisiyle mi çarpıklaştı? Bu öykünün devamı olarak, ağacın çiçekleri Hz.İsa’nın gözyaşlarını mı simgeler? Belki de pek ünlü bu söylenceyi bilmeden bakmak daha güzel bu eşsiz ağaca, çiçekler gözyaşını değil, aşkı çağrıştırıyor bende. Ama İsrail’in Judea bölgesindeki erguvan ormanlarını görmek de keyifli olabilir.
Peki bilinmeyen bir zamanda, bilinmeyen bir sahilde gezinen bir soylu hanım köpeğin ağzındaki deniz kabuklusunun göz alıcı rengine hayran kalıp tam o renkte bir giysi istedi mi; adamları o hayvanı bulup kabuğunu ezerek erguvan rengi bir boya yaptılar mı gerçekten? Şamanların erguvan ağacının kabuklarını kullandıkları karışımlarla tedavi ettikleri hastalar iyileşti mi? Ya da Kanunî Sultan Süleyman Rodos Adası’nı aldığında şövalyelerin kumandanını erguvan renkli bir çadırda mı kabul etti? Keza Hürrem Sultan erguvan rengi keselerde mi dağıtırdı armağan akçelerini? Bir varlık hakkında efsaneler ne kadar çoksa, o kadar ilgi çekici, o kadar ünlüdür o.

Haberin Devamı

ERGUVANLI İSTANBUL’DA GEZERKEN

Fenerbahçe Parkı’ndaki erguvanları seyrederek içilecek bir bardak çay, Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinden karşı kıyıya doğru, Boğaziçi’nin kaynaşan akıntılarının üzerinden Kuruçeşme sırtlarındaki erguvan denizine bakarak içilecek bir fincan kahve, Bebek kıyısından Kandilli sırtlarını, Mihrabad Korusu’nu izleyerek içilecek bir kadeh şarap... Veya Sultanahmet’te Mil taşının arkasında, Halide Edip Adıvar’ın büstünün yanındaki muhteşem erguvanı seyretmek için Sultanahmet’e gidildiğinde yürüyüşü ağır ağır sürdürerek Mimar Sinan eseri Haseki Hürrem Sultan Hamamı’nın ve Ayasofya’nın yanından geçerken, Topkapı Sarayı’nın dış kapısından ve Aya İrini’nin önünden geçip Bab-ı Hümayun’a yönelirken, yahut Emirgan Korusu’nun dik yollarından tırmanırken, bir yudum suyun tadına vararak durup dinlenmek, evet, her adımda, her solukta erguvan...
Çok sert olduğu için mobilyacılıkta tercih edildiği söylenen tahtasından bir mobilya sahibi olmak ister miydim, bilmiyorum. Ben onu hep toprağa bağlı ve canlı görmek isterim. İstanbul’un her yanında... “Gülden sonra bayramı yapılacak çiçek varsa o da erguvandır” diyen Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sözüne uyulmalı ve en azından herkes kendi erguvan bayramını yapmalı, sevdiklerini yanına alarak şöyle bir Boğaziçi’ne uzanmalı ve gözünü gönlünü şenlendirmeli...

Haberin Devamı

BİZANS’TA İMPARATORLUK SİMGESİ OSMANLI’DA ŞAİRLERİN İMGESİ

Erguvan tarihe tanıklık etmiş, gerçekten yaşlı bir ağaçtır. Rengi Antik Mısır’da ve Roma’da soyluluk simgesidir, ancak Bizans’ın öyküsü hep ağır basacaktır. Bizans İmparatorluğu’nda erguvan hanedan rengidir. Konstaninopolisli ustaların, ender bulunan dikenli deniz salyangozunu ezerek elde ettikleri maddeyle boyanan giysileri yalnızca soylular giyebilir. Halkın giymesi yasaktır. Erguvan rengine düşkünlük, zor elde edilmesinden kaynaklanıyor olmalıdır. Mor pelerinin tek sahibi olan imparatorların erkek çocuklarının doğar doğmaz saraydaki erguvan renkli odalarda birine alınması, başka hiçbir ağaca nasip olmayan biçimde bir baş tacı ediliştir. Doğu Roma İmparatorluğu, yani Bizans, İmparator Konstantin tarafından MS 330’da kurulduğunda, kentin surları tamamlanıp açılışı yapıldığında aylardan mayıs, mevsimlerden “Erguvan Mevsimi”dir, takvimler 11 Mayıs’ı göstermektedir söylenceye göre. Kaderin ne garip bir gelişimidir ki, 11 yüzyıl sonra, yine mayısta şehri genç Osmanlı Sultanı İkinci Mehmed ele geçirip yeni bir dünya imparatorluğunu başlatacaktır.
Erguvanlar, Osmanlı döneminde de çok sevilen ve bahçelerde bulunmasına özen gösterilen bir ağaçtır. Dalları yalnızca mekanları güzelleştirmekle kalmaz, padişahın sofrasındaki salataların da üstünü bezer. 17’inci yüzyılın Osmanlı dünyasını adım adım aktaran gezgin Evliya Çelebi, seyahatnamesinde İstanbul’daki bir esnaf geçidini anlatırken meşalecilerin çeşitli çiçeklerin yanı sıra erguvan dalları taşıyışlarını betimler. Sultan Yıldırım Bayezit’in damadı, Anadolu erenlerinden Emir Sultan’ın her yıl erguvan mevsiminde Bursa’da müritleriyle buluşması vesilesiyle 14’üncü yüzyıldan itibaren düzenlenegelen erguvan şenlikleri geleneği 19’uncu yüzyıla kadar sürdürülmüştür; Evliya Çelebi bu şenliklerden “Erguvan Cemiyeti” olarak övgüyle söz eder, Erzurum’da da erguvanlar bulunduğunu söyler.
Divan şiirinde sevgilinin yanağı ve dudağı erguvana benzetilir sıkça. Bazen de çehreler sevgiliyi görünce utançtan erguvan rengine dönüverir. Erguvan şarabı, erguvanî şarap dolu kadehler de şiirleri bezeyen bir hoş benzetmedir. Ateşini saçar erguvan şiirlerde. Sevgili için dökülen kanlı gözyaşları da erguvan rengidir. Sevgililer erguvan renkli giysilere bürünür. Ve bahar simgesinden de eksik olmaz elbette.

Haberin Devamı

MAYISIN RENGİ

İstanbul’da mayıs ayı geldi mi, her yan mor tonlarıyla dalgalanır, morun pembeyle sevişmesinin sonucu oluşan erguvanların rengi, öteki morlarla karışır. Morun maviyle bir darılıp bir barışmasının, barışınca da sımsıkı sarılışmasının sonucu açıklı koyulu leylakların heyecan veren kokularıyla uyumlu renkleri ve mor rüzgarların buluta değmesiyle oluşmuş olmasından mı ne, tekrar buluta karışmamak için yerinden koparılmaktan hoşlanmayan, evine bağlı, masum ve narin mor salkımlar... Anadolu Hisarı’na açılan Küçüksu kıyısındaki kahvenin mor salkımlı çardağı altında bir kahvaltı etmek için sabırsızlanıyorum bugünlerde... Mor gölgeleriyle yolların yamaçlarını bekleyen süsenler, özellikle Anadolu Yakası’ndan Avrupa Yakası’na giden Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yolunda, çoğu zaman yoğun trafikte bir mor nefes aldıran.
Ve beyazların arasında daha bir nazlı görünen pembe akasyalar sıraya girer. Ya yakın zamanda İstanbul peyzajına katılıp çoğalıveren pavlonyalar? Yüksek ağaçlarda ters duran, iyice yükseğe asılmış avizeler gibi yükselen, Dolmabahçe Sarayı’nın uzantısı Camlı Köşk’ün karşısındaki parkın yamacında ya da Bostancı’dan E-5’e çıkıldığında yolun kenarında karşımıza çıkıveren, günün yorgunluğunu bir anda eflatun bir esintiyle silen ağaçlar... Mora en çok yakışan renk sarı... Empresyonist ressamlar kırmızı ile mavinin karışımından oluşan morun içinde bulunmayan tek ana renk olan sarının gölgesinin mor olması gerektiğini ortaya koymuşlar, örneğin Monet peyzajlarında hep bunu kullanmış, en çok da Paris yakınlarında Giverny’deki evinin muhteşem bahçesindeki mor salkımları betimlerken; mor meraklılarının mutlaka gitmesi gereken bir yer...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!