Güncelleme Tarihi:
Bu kayıt cihazını hatırlıyor musun? Son röportajımızda hep buna bakarak konuşmuştun.
- Evet, kaydediyor mu diye. Her seferinde stres oluyorum çünkü. Yoksa sorun olabiliyor, ya kaydetmemişse bir daha yapmam lazım.
Nasılsın?
- İyi, fena değilim. Sen nasılsın?
İyiceyim. Pantolonunda boya lekeleri mi var?
- Evet ya burada dekor boyamıştım Iska’ya. Sıçramış. Sonra da kaldı, yıkanınca geçmedi. O yüzden artık Iskalı oldu pantolon.
Şu sıralar neler yapıyorsun?
- Her zaman ne yapıyorsam onu. İşte yeni oyun çıktı: Iska. Benim için hem farklı hem de kıymetli bir tecrübe oldu. Kendi yazmadığım bir oyunu yönettim ilk defa. Bir gün yapmak istediğim bir şey falan da değildi asla. Fuat’ın oyunundan kaynaklanan bir durum oldu. Başka oyunlar da yönetmek yok örneğin aklımda. En azından şimdilik. Ama Fuat’ın oyunu iyi bir oyun. Fuat iyi bir yazar. Üç senedir falan da bizimle çalışıyor. Yıllar sonra Krek’e ‘Krek’ demenin anlamı daha da güzelleşti.
Fuat Mete’nin ilk oyunu Iska. Yazdığını biliyor, teşvik ediyor muydun?
- Biliyordum tabii. Yok, Fuat harika bir şey yaptı aslında. “Ben bir şey yazıyorum, fikrinizi söyler misiniz” diye konuştuğum insanlar oluyor tabii. Ama o noktada insan ne yapacağını da bilemiyor tabii. Fikrimin herhangi bir ağırlığı olması gerektiği gibi bir düşünceye sahip olmadığımdan, beni paralize eden bir durum. Yani elim ayağım birbirine dolanıyor... Fuat öyle yapmadı. Oyunu yazmış, bitirmiş. Hatta buradaki okulu bitirme projesi olarak yazmış. Daha çok genç bir adam Fuat.
Kaç yaşında?
- Tam bilmiyorum ama genç. ‘Genç’ neyse o işte yani. Bana “15 dakika vaktin var mı” dedi. Ben okumasını izledim oyunun. Hatta Şerif Erol ve Burcu Halaçoğlu okuyordu rolleri. Sonra da Fuat’a “Krek’te oyununu yönetmek istesem kabul eder misin” dedim. O da kabul etti ve öyle başladı süreç.
Metnin seni cezbeden yanı neydi?
- İyi yazılmış olması. İyi yazarlık her zaman cezbeder. Yazarı değil, yazarın yazdığı insanları dinlemek. Anlatabiliyor muyum? Konusu da iyi, fena değil.
Iska’nın meselesi barış sürecinin tartışıldığı bugünün gündemine “cuk” diye oturuyor. Sahneye koyarken zamanlamayı önemsediniz mi?
- O kendinden gelişti. Biz kararı vereli bir sene olmuştu. Son dönemde biraz enteresan bir denk gelme oldu. Ama o benim için öncelik değil. Bir seçim değildi yani. Ben provaya girdiğimde o ilk olaylar bile başlamamıştı.
Kendi yazmadığın bir oyunu yönetmek nasıl bir deneyim?
- Biraz şöyle oldu; oyunu kendim yazmışım gibi hissettim. Fuat’ın yazdığı, benim yazdığım şeylerle benzerlik gösterdiğinden değil aslında; sadece his olarak. Ben hep aynı adamın oyunlarını yazıp yönetip durduğum için farklı bir tarafı var. Çok iyi oyuncularla çalıştım. Zaten o anlamda hep şanslı oluyorum. Oyuncu kadrosunun oluşması gerçekten en zorlayıcı süreç oluyor. Bütün o odition’lar, aramalar, taramalar, görüşmeler, telefonlar, buluşmalar, çaylar, rakılar, kahveler... Bir türlü oturulamayan bir sofra gibi. İlk provaya tam kadro girme anına kadar bir işkenceye dönüşebilir. Ama o sürece verilen emeğin hep çok faydasını gördüm. Bu sefer de öyle oldu. Çok güzel bir kadro oldu.
ONLARDAN BİRER FOTOĞRAF İSTİYORUM
Kaç kişi geldi odition’a?
- Iska için odition yapmadık. Buradaki roller, daha önceki oditionlarda “Bu insanlarla keşke çalışabilseydik” dediğim oyunculara çok uydu. Zaten her oyuna da odition yapmıyoruz. Bazen zaten bir oyunun bütün kadrosu daha yazarken kafamda oluyor. Bir odition yaptığınızda aklınızda bir sürü oyuncu kalabiliyor. Bu oyunda aklımda kalan oyuncuların en azından dört tanesiyle çalışmış olmanın şansını hissediyorum. Ushan, Bige, Hale ve Gülce öyle.
Odition’da oyunculardan hikâye anlatmalarını istiyormuşsun diye duydum. Doğru mu?
- Yok, öyle bir şey istemedim. Yanlarında seçtikleri herhangi bir fotoğrafı getirmelerini istedim. Üzerine konuşabilmek içindi. Bir insanı iki dakikalık kısa zamanda tanımanın iyi bir yolu olabiliyor. Sayısız faydasını gördüm. Telefonundan da gösterebilir, basıp da getirebilir. Yanlış anlayıp vesikalık fotoğrafını getiren de çok oluyor ama onu çok açıkça belirtiyor buradaki ekip.
Iska’da hücrelere ayrılmış sahnede kullanılan renklerin bir anlamı var mı?
- Sahne üzerindeki her şeyin bir anlamı var. Ama ne anlamı olduğu oyuna ait. Ben oyun şunu anlatıyor, burada bunu söylüyor gibi şeyler demiyorum biliyorsun. Yapan yapsın yani. Öyle şeylerin yanlış veya saçma olduğunu düşündüğümden de değil. Bende o anlamda TRT kapanıyor zaten. İnsanlar zaten oyuna gelecekler ve konuşacaklar. Öyle de olsun, onlar konuşsun. Şimdi oyunu ben yazmadığım için biraz kafam da rahat. Hop diye Fuat’a sallıyorum o soruları. Bana sormayın Fuat’a sorun kafası bana iyi geldi aslında. Oyuncuların da en büyük hayati faydalarından biri budur. Onlar konuşur sen susarsın.
Televizyona yaptığın işlerden Krek’e yatırım yapıyor musun?
- Yok, Krek kendini çevirmek zorunda. Sattığı biletle, seyircisiyle dönüyor. Devlet desteği, sponsor almıyor. Burada yaklaşık 30 kişilik bir ekip oldu artık. İnatla, ısrar ve inançla eşekler gibi çalışıyorlar ki Krek kendini döndürebilsin. Zaten bizim çapımızda bir tiyatro ancak kendini döndürebilir herhalde. Bu sayede bir sonra yapacağı oyunu da kendi imkânlarıyla yapar. Krek sürekli kendine yatırım yapan bir kurum sonuçta. Dolu, oyunlar dolu.
Ne zamandır kendini döndürebiliyor?
- Tam bilmiyorum. Tabii bu her zaman böyle değildi. Ben gerçekten bir seyirciye oyun oynadığımızı ve iki elin birbirine vurma sesini duyduğumuzu, sonra o alkışlamayı bitirdikten sonra “Biz Nevizade’ye gidiyoruz içmeye, istiyorsan gel sen de” dediğimizi, oturduğumuz masada arkadaş olduğumuzu hatırlıyorum o adamla. O yüzden bu böyle hemen olan bir şey değil. Bir de yaptığın şeyi satmak gibi bir yolu da seçmiyorsan... Seyirci yavaş yavaş gelirse, hem kısık ateşte pişen yemek gibi lezzetli hem de devamlı oluyor. Bir de çok çeşitli bir seyircisi var Krek’in. Tek tip bir seyircisinin olmaması beni mutlu ediyor.
ESKİDEN OYUNCU BULAMADIĞIM İÇİN OYNUYORDUM
Kamera önünde ve sahnede olduğun bir dönem vardı. Yazıp yönettiğin oyunlarda hiç “Ah şu rolü ben oynasaydım” arzusu doğmuyor mu?
- Yok ya, öyle bir şey hiçbir zaman yoktu zaten. Zamanında da oyuncu bulmak zordu ondan oynuyordum. Ali’yle (Atay) oyun yapıyorduk. Ali bana diyordu ki “Abi dört kişilik oyun yazmışsın, biz iki kişiyiz, nereden bulacağız şimdi iki tane daha adam?” Ben, “Olur mu üç kişi daha bulacağız” deyince, “Başlatma yani, bari birini sen oyna da iki kişi bulalım” diyordu. Yoksa ben yönetmen olarak kendi oyunculuğumdan hiç memnun değildim.
Bir oyun yazdığında bittiğini nasıl anlıyorsun?
- Bilmiyorum. Yani ne bileyim bir şekilde anlıyorsun işte. Değişebiliyor her seferinde. Oyun yazma süreciyle ilgili alışkanlıklarım ya da belirgin bir düzenim, kullandığım bir metot, her seferinde çalıştığını düşündüğüm bir yöntemler bütünü falan yok yani. Zaten çok kusursuz bir şuur hali içinde de yazmıyorum. Oyun değil, ne yazarsam yazayım yani. Biraz kalabalık iş, yazı yazmak benim için. Bir odaya zor sığdığı bile oluyor bazen o kalabalığın, bazı şeyleri yazarken. Onlardan biri de “Tamam, yeter bu, hadi geçmiş olsun, kapatın, çıkıyoruz” falan diyor.
İntikam’ın senaryosunu sen mi yazıyorsun, bir ekip mi var?
- Başından sonuna oturup da tamamen benim yazdığım bir senaryo değil. Zeynep Aslanpay, Atasay Koç ve Hasan Karakuş’tan oluşan bir ekip var. Onlar yazyorlar senaryoyu. Ben son halini oluşturup kanala yolluyorum. Ama senaryonun asıl sahibi onlar.
Programlı çalışmaktan keyif alacağa benzemiyorsun. Hem senaryo yazımı hem de şimdi her cuma Radikal’de köşe yazısı... Nasıl adapte oldun buna?
- Aslında yazdıklarımı bir düzene sokuyor. Ama bazen hiçbir işin olmayıp bütün hafta evde yatsan bile son ana kadar bir şey yazamayabiliyorsun. Hani gazeteye yazmak gibi bir bakış açısına da sahip değilim galiba. O hafta yazdığım şeylerin bazılarını gazeteye yolluyorum gibi oluyor. O ikna sürecinde de zaten aslında bayağı bir zorlandım. Çünkü tam dediğin sebepten dolayı. O yetiştirme telaşları falan beni bitirir yani! Bir arkadaş arayıp 24’ünde düğünüm var dese, 20 gün önceden uykularım falan kaçabilir.
Yazılarına gelen tepkileri takip ediyor musun?
- Bazen. Denk gelirsem.
Umrunda mı kimin ne düşündüğü? Bazısı kendine bazısı başkalarına yazar ya hani...
- İnsan her ne yapıyorsa yapsın insanların ne düşündüğü umrundadır tabii. Tuvalette tek başına aynaya falan bakmıyorsa tabii. Hatta tuvalette tek başına aynaya bakıyorsa da insanların ne düşündüğü umrunda olduğu için bakıyordur herhalde. Ama önceliğim insanların ne düşündüğü değil herhalde.
Bu arada bir telaş var bugün sende. Niçin?
- Yattı yine yazı yattı! Hay kahretsin... İki gündür yazıyı yazamıyorum ya. Hayır bir de bu hafta benim için çok önemli. Gerçekten özel bir durum var. Gazete mazete, yazı mazı önemli değil. Ben bu hafta yıllardır beklediğim yazıyı yazacağım. Hele bu hafta o yazıyı kimin okuyacağı hakikaten umrumda değil yani. Tek bir kişinin okuması umrumda. Onun için de özen göstermek istiyorum. 15-16 yaşından beri yazmayı beklediğim bir yazıyı yazacağım. 36 yaşında olduğuma göre, 20 sene beklemişim. O yüzden yarın kesinlikle telefonu falan kapatıp bütün olayları unutmam gerekiyor...
ISKA
Yazan: Fuat Mete
Yöneten: Berkun Oya
Oynayanlar: Bige Önal, Gülce Oral, Hare Sürel, Metin Coşkun, Nazan Kesal, Ushan Çakır
Prodüktör: Nisan Ceren Göknel
55 dakika süren tek perdelik oyunu; 8, 11, 18, 25 Nisan tarihlerinde saat 20.30’da Krek’te izleyebilirsiniz.