Yazdıklarımı yaşamış olsaydım şimdi hastanede olurdum

Güncelleme Tarihi:

Yazdıklarımı yaşamış olsaydım şimdi hastanede olurdum
Oluşturulma Tarihi: Kasım 17, 2011 22:43

Mine Söğüt, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ilk öykü kitabı Deli Kadın Hikâyeleri’nde ‘kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı’ anlatıyor. Saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret, doğurmaya mahkûm, çocuklarını kaybetmekle mühürlü kadınları; ensest mağdurlarını, erkekleri, travestileri... Kadın veya erkek olsun, her okurun taşıdığı insanî çelişkilere göre yeniden anlamlanacak, böylece tekrar tekrar yazılacak 21 tane öykü bırakıyor masamızın üzerine. Eşi Bahadır Baruter’in çizimleriyle daha da ‘rahatsız edici’ hâle gelen kitabı, ‘delirerek ölenlere’ ithaf ediyor yazar. Mine Söğüt’le deli kadın hikâyelerini konuştuk.

Size bu deli kadın öykülerini yazdıran ne oldu?
- Yazdıklarım kişisel hayatımda hiç karşılığı olmayan şeyler aslında. Korunaklı dünyamda bir azınlığın parçası olduğumu düşünüyorum. Ama başka bir dünyayı yazıyorum. Parçası olmadığım, bilmediğim bir dünyayı. Zaten bu hayatların birazını yaşamış olsaydım, şimdi burada değil, hastanede olurdum. Çünkü çok ağır hikâyeler bunlar. Bu, kadının genel kaderi... Ama benim babam, mesela, feodal değildi. Eşim hiç değil. Pamuklara sarmalanarak büyütüldüm. Babam vefat ettiğinde 17 yaşındaydım. Kısa ama çok sağlıklı bir ilişkimiz oldu. Hiç aile içi travmalar yaşamadım. Ama yaşadığım ülke böyle değil. Dış dünyanın hikâyeleri de benim için yeterince büyük dert. Yazar olmadan önce de böyleydi. Bireysel dertlerimin karşılığı hep evrenseldi. Bu hikâyeleri, birkaçı dışında, son dört beş yıl içinde çeşitli dergiler için kaleme almıştım. Romanlar arasına girip dönem dönem yazılmış öyküler bunlar. İlk hikâye yazmaya başladığımda kadın öyküleri ortaya çıkınca, sonrakileri de aynı tema üzerinden kurguladım. Bitmedi zaten, yazasım vardı. Öykülerin başlarına da lirik dizeler koydum. Onlara şiir diyemiyorum çünkü ben şair değilim. Şiirimsiler, belki. Çok isterdim yazmak ama şiirden hep çok korktum. Şimdiyse başka bir dille, başka öyküler yazıyorum.

Peki, siz ne kadar delisiniz?
- Ben can sıkıcı derecede mantıklı biriyim. Belki de o yüzden delilere bu kadar mesafeli ve inanamayan gözlerle bakıyorum. Anlayamadığım bir şey olduğundan, içine girip dolanıyor; anlamaya, çözmeye çalışıyorum. Simgesel olarak ölümle karşılaşmayı göze alma hâli beni çok etkiliyor. Gerçekliği ve hayatı tamamen reddetmek ve kendi gerçekliğini yeniden kurmak... Delilik dışarıdan göründüğü gibi bir şey değil. Deliliğin kişiyi başka birine dönüştürdüğünü görebiliyorum. İnsanın aklını yitirerek hayattan çekilmesi ağır bir öykü. Hayatın dışına düşmek de ölmektir çünkü. Böyle bakınca, delilik bütün hastalıklardan ayrılıyor.

HEPSİ AYNI KADIN ASLINDA

Anne ve anneannelerin biriktirdikleri üzerinden kurulan kadın hikâyeleri var bu 21 öyküde. Ama 21’inin yolu da aynı kadına çıkmıyor mu aslında?
- Tabii, kitaptaki tüm karakterleri çıkarın, hepsi aynı insan aslında. Hem bizim ülkemizde, hem de tuhaf şekilde daha gelişmiş ülkelerde de tekrarlanan dramlar bunlar. Aile içi şiddet, ensest ve kimsenin hak etmediği hayatlar var bu öykülerde. Bende de bunların neden olduğunu anlama çabası var. Neden ve nasıl? Niçin böyle bir hayat kurduk kendimize? İnsan kendini ve birbirini yıpratarak süren bir hayatı neden seçiyor? İlahi kadere inanmadığım için ben bunun bir tercih olduğunu düşünüyorum. Evet, bunu biz yaptık.

Oğlunun kokusuyla deliren anneler, kızlarını taciz eden babalar... İkisi de ensest ilişki aslında. Ama yazar iki tarafa eşit mesafede durmuyor sanki. Ne dersiniz?
- Hiç farketmemiştim bunu... Kadın cinselliği farklı yaşıyor tabii. O yüzden lezbiyenlikle eşcinsellik hep farklı algılanır. Erkeğin cinsellik algısının daha somut olmasından kaynaklanıyor herhalde. Çocukla ilişkilerine de yansıyor bu. Anne veya baba şefkatten yola çıkıp da sınırı aşıyor olabilir. Neden diye sorduğumda, körelmemiş dürtülerden başka bir yere varamıyorum. Yoksa bir anne veya baba, koruması gereken çocuğuna nasıl acı verir? Çocuklarını öldüren anneler var. Bu bir babanın çocuğunu taciz etmesinden çok farklı değil. Aslında devamlı evrim geçiriyoruz. Hem bedensel, hem sosyal hem de zihinsel olarak. Kuyruğumuz yerinde yok belki ama kuyruk sokumumuz hâlâ duruyor. Ahlak tariflerimiz de böyle... Eski Ahit, mesela, iki kız çocuğunun babaları ile dağa çıkıp, soyları tükenmesin diye çocuk doğurmaları hikâyesiyle başlıyor...

SEKSİST YAZAR OLMAK İSTEMEM

Daha önceki kitaplarınızın adları yeni bir içeriğe kavuşuyor bu kitapta. ‘Madam Arthur Bey’ ile ‘Kürt Kediler Çingene Kelebekler’ öykülerinde olduğu gibi
...
- ‘90’lı yıllarda polisle başı derde girmiş bir travestiyle röportaj yapmıştım. Madam Arthur Bey, sokakta çalışırken veya sahnedeyken kullandığı bir takma isimdi. Onun hikâyesinden yola çıkarak, önce bu kitaptaki öyküyü yazmıştım aslında. Romanı yazarken de karakterime yine Madam Arthur Bey adını yakıştırdım. Böyle bir bonkörlük yapıp, aynı ismi birbiriyle hiç alakası olmayan metinlerde kullandım. Kürt Kediler Çingene Kelebekler ise Dolapdere üzerine yazdığım bir hikâyeydi ve bir dergide yayınlanmıştı. Sonra o monografi kitabının başına adı çok yakıştı. Bu mükerrer kullanımları seviyorum.

Siz bu kadın öykülerini kadınlar için yazmadınız. Peki, sizce erkek okurlar bu öykülerin içine ne kadar girebilirler?
- Seksist yazar olmayı asla istemem. Keşke yazarın cinsiyeti bile anlaşılamasa, hattâ. O derece kimliksiz olmak isterdim. Çünkü benim klasik anlamda feminist bakışım yoktur hayata. Ne zaman kadınların dertleri için erkekler de çalışmaya başlayacaklar, çözüm o vakit bulunacak bence. Kadınların bir araya gelmesinin onları bazen daha ayrıksı kıldığını ve aciz gösterdiğini düşünürüm. Zaten nasıl böyle ayrı ayrı dertleniyoruz hayattan, anlayamıyorum. Bu kitap, hayatla dertlenen herkese dokunur. Okurun nasıl bir adam veya kadın olduğu ile ilgili bu. Ensesti deneyimleyen veya delirerek ölen yakınları olan biri başka okuyacaktır. Annesi ve diğer kadınlarla ilişkisi problemli bir erkek daha başka okuyacaktır.

BAHADIR’IN ÇİZİMLERİ YAZDIKLARIMA BENZER

Yazdıklarımı hep Bahadır’a okuturum. Ama ilk kez birlikte iş yaptık. Galiba öneri ondan gelmişti. Onun çizimlerinde de her zaman benim yazdıklarıma benzeyen bir ruh vardır. Mizah dergisinin dışında yaptığı işlerde karanlık bir ruh vardır. Biz de birbirimize çok benzeriz aslında. Yani, hayatla dertlenme açısından. Yazdığım hikâyeleri biliyordu ama okuyarak çizmedi. Kadın ve delilik imgesi üzerinden kendi resimlerini yaptı. Sonra, kitabın içindeki lirik dizeler ve çizimleri kullanarak ufak bir tanıtım klibi hazırladık. O zaman gördük ki, yazı ile çizgi birbiriyle şaşırtıcı şekilde eşleşiyor. Bu, sanat ve hayattaki derdimizin bir olmasıyla ilgili.

SİNEKLER SEVİŞİRKEN OYUN OLDU

Deli Kadın Hikâyeleri’nde yer alan ‘Sinekler Sevişirken’ adlı öykü, daha şimdiden 30 dakikalık kısa bir oyun doğurdu. Mine Söğüt; aslında uzun zamandır oyun yazmak istediğini, Merve Engin’in teklifiyle cesaretlendiğini anlatıyor. Merve Engin’in rol aldığı oyunu Mine Söğüt yönetti. Sinekler Sevişirken’i 1 Aralık akşamı saat 20.30’da Kumbaracı50’de ve 14-15 Aralık saat 20.30’da Sahne Hal’de izleyebilirsiniz.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!