Oluşturulma Tarihi: Ekim 27, 2002 00:00
KABUL, hiçbir zaman sportmen birisi olmadım.Bütün İstanbul çocukları gibi işte biraz yüzme, biraz kürek, biraz bisiklet ve lisede de basket...Tabii yılların ilerlemesiyle cigara dumanı ciğerlere yerleşince bunlardan eser kalmadı.Fakat buradan yola çıkılarak hantal bir lapacı olduğum da söylenemez.Her ne kadar, kırkımı hayli aştıktan sonra ve Sırp ‘‘zıpkıncı’’nın korkusuyla Igman Dağı'na tırmanırken nefes nefese kalmış olsam dahi, yine de çevik birisi sayılırım.Tıpkı direksiyondaki gibi, günlük hayatta da reflekslerim seri ve atiktir.Öyle, iyi döşenmemiş Arnavut kaldırımına ayağım takıldı veya yeni cilanmış parkede halı kaydı bahanesiyle ha bire tökezleyenlerden değilimdir.Vapur iskeleye yanaşırken hala ilk atlayanların arasında yer alırım.Yere iki seksen uzandığımı ise hiç hatırlamıyorum.Ta ki geçen Pazar gününe kadar...*EH dedik ya Pazar, ben de biraz ekabir saatte kalktım ve gazeteleri aldıktan sonra her zamanki gibi kahveye gidip, ceride kıraatine başladım. Hava da pek bir güzel...Eve dönünce gördüm ki, ılık güz güneşi, bazı hafta sonları oğullarımın kaldığı küçük odaya vurmaktadır. Buranın bir de küçük balkonu var.Mevsim bitti bitiyor, bari nihai ışıklardan bir kez daha istifade edeyim diyerek işte o balkona çıktım.Gazetelerin devamını, bir büyük mağazanın tenzilatlı satışlarından üç kuruşa almış olduğum şezlonga kurularak okumaya karar verdim.Cigara, çakmak, kül tablası, telefon, onları yanıma koyduktan sonra keyifle koltuğa oturuverdim.Daha doğrusu, vücudumun tüm ağırlığıyla kıçımın üzerine korkunç bir şekilde düştüm.*BİLİYORUM ve gülmeyin, argoda buna bilmem neyinin üstüne şappadak oturuvermek denir. Ama işin latife yanı hiç umurumda değil...Çünkü inanın, düştüm ve o an nefesimin kesildiğini hissettim. Acının tarifini yapmam imkansız. Ölmekte olduğumu düşündüm.Hiç kımıldıyamadığıma göre belkemiğim kırılmış olmalı...Sonra baktım, esas olarak popo nahiyem sızlamaktadır. Sürüne sürüne balkondan odaya girmem ve kendimi oğlanlardan birisinin yatağına atmam mümkün gözüküyor.Zar zor oraya vardım. Her hareketle, bilhassa da basen tarafımı her oynatışta gözlerimden yaşlar akıyor. İçimden haykırarak bağırmak, daha doğrusu uğuldamak geçiyor.Belli, ucuz etin yahnisi ekşi olur hesabı, ben üstüne oturunca şezlongun alengirli noktaları mortoyu çekmiş ve gövdemi balkon sathına hediye edivermiş.*NEYSE, aradan bir müddet geçti ve bir nebze kendimi toplarmış gibi oldum ki, yapmam gereken tek şeyin derhal hastaneye gitmek olduğunu düşündüm.Taksiye telefon, bin bir güçlükle zemin kapısına kadar iniş ve hadi, şoför bey derhal acil servise gidiyoruz.Hekimin sanki şoroloymuşum gibi oramı buramı mıncıklamasını ve röntgen makinasında boydan boya evirmesini çevirmesini es geçeceğim.Nihayetinde teşhise varıldı ki, tababet dilinde ‘‘koksis kemiği’’ deniliyormış, Türkçesi kuyruk sokumu, işte oram fena halde incinmiş.Fakat her şeye rağmen yine de vartayı ucuz atlatmışım ve Allah'a şükür kırık mırık olmadığından, bir müddet sancı çektikten sonra eski halime kavuşacakmışım.Aynı hekim bir dizi ağrı kesici ilaç reçetesi yazdı ve popomun üzerine oturmamı ve yatmamı kesinkes yasaklayarak hastanenin kapısından yolcu etti.Tekrar taksi, nöbetçi eczane ve yallah yeniden ev...*GECENİN nasıl geçtiğini anlatmak istemiyorum, çünkü gece falan geçmedi.Bir müddet karnımın üstünde yatıyorum ve kazaen sırtımı dönmeye kalkıştığımda içimden haykırmak geliyor. Ağrı inanılmaz derece acı veriyor.Bu arada da, doktor bir dediyse ben iki, o çift dediyse ben dört, ilaçları Hacıbekir'in akide şekeri gibi yutmaktayım.Gün nihayet ışıldadı ve de ‘‘Hürriyet’’ gazetesinin necip okurları için yazı yazmak vakti geldi.İlaçların etkisinden sersefil ve baygın da olsam, büyük vazife aşk ve şevkiyle şöyle bir kalkmaya yeltendim. Yeltendim ama, ne mümkün!Değil bilgisayar iskemlesine falan oturmak, af buyurun, nazik kıçımı tuvalet klozetinin üzerine koyabilmak, hatta ve hatta eğilmek dahi imkansız.Başta o nahiyem, belimden aşağı olan bütün taraflarım sızlıyor. Hareket imkansız.Dolayısıyla da, anlaşıldı, kaytarmak gibi bir huya sonsuz yabancı olmama rağmen bu defa çaresi yok, aynı ‘‘Hürriyet’’ gazetesinin aynı necip okurları, ucuz bir şezlongun kahpeliğinden ve fakirin dayanılmaz popo ağrılarından ötürü, kulunuzun değerli satırlarından mahrum kalacaklardır.Evet evet, işte açıkça itiraf ediyorum, bu sütunu izleyenler eğer haftanın ilk üç günü ‘‘Modern Zamanlar’’ı alışılmış yerinde göremedilerse, bilsinler ki, çünkü oranın yazarı kıçının üzerine düştü.
button