Güncelleme Tarihi:
Geçtiğimiz cumartesi benim için sıradan gecelerden biriydi. Her zamanki gibi hazırlanmış, icra-i sanat eylemek üzere Aynalı Meyhane'nin yolunu tutmuştum. Sahne sıram geldiğinde ‘‘Ayrılık yaman kelime’’ diyerek programıma başlamıştım. Bu sırada aslında ‘‘yaman’’ olan şeyin Türkiye'de ‘‘kadın şarkıcı olmak’’ olduğunu bilmiyordum tabii.
Benim keyfim yerinde, seyircilerim hallerinden memnun, programa devam ederken ‘‘Nihansın dideden’’ dedim, ‘‘Ey mesti nâzım’’ demek kısmet olmadı; kapı açıldı, içeriye Asayiş Şube Müdürlüğü ekipleri girdiler. Programı kesip kimlik kontrolüne başladılar. Bundan aklı başında hiç kimsenin şikayetçi olmaması gerekir. Vatandaşın eğlenmeye gittiği yerde rahat edebilmesi için bu kontrollerin tekrarlanmasından yanayım. Hatta seyirciler arasında hafif bir sızlanma hissettiğim için bunu o anda orada da ifade ettim. Ancak uslupları biraz daha yumuşak olabilir.
İzin belgesi şart
Bu arada başlarındaki komiser benden de kimlik ve çalışma izin belgesi istedi. İzin belgesinin ne olduğunu çoğunuz bilmezsiniz. Efendim, biz sahne sanatçıları şarkı söyleyebilmek için emniyetten izin almak zorundayız. Evde bulaşık yıkarken şarkı söylemeye benzemez sahnede şarkı söylemek, bir ciddiyeti, bir resmiyeti vardır. Sizin bir yerde izinsiz şarkı söylemeniz ülkenin güvenliğini sarsabilir. Onun için devlete şarkı söylemek istediğinizi bildirirsiniz, o da size üstünde resminiz ve parmak izinizin olduğu bir kart verir.
Böyle bir kart bir fabrikada kimyager olabilmek ya da ne bileyim bir bankada memur olabilmek için asla gerekmez. Çünkü bu meslekler memleket için asla bir tehlike arz etmezler. Ama şarkıcılar öyle mi? Yalnız şunu hemen belirteyim, bu belge sadece kadın sanatçılardan istenir. Ne kadar önemli olduğunuzu anladınız mı kızlar? Zavallı erkekleri kimsenin ciddiye aldığı yok bu memlekette. Devlet bile ‘‘Ne halleri varsa görsünler’’ demiş bırakmış peşlerini. Oh olsun!
Haydi emniyete!
Neyse, komiserin isteği üzerine gidip çantamdan kimliğimle izin belgemi getirdim. Komiser şöyle bir baktı belgeye, ‘‘Bunun süresi geçmiş’’ dedi, ‘‘Bizimle emniyete geleceksiniz’’. Hadi bakalım buyurun! Ama bana müstahak bu; sen gidip ‘‘Efendim, ben hâlâ bildiğiniz Pakize Suda'yım; bakın parmak izim de aynı; bir vukuatım olmadı o günden bugüne’’ deme, çık sahneye bangır bangır şarkı söyle! İyi oldu bana.
Hemen sahne elbisemi çıkarıp, giyindim, apar topar arabaya bindik, Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü'ne gidiyoruz. Gidiyoruz, dediysem doğrudan gitmek değil; Etiler, Levent civarındaki eğlence yerlerine uğruyoruz. Sanki okul servisi, toplaya toplaya gidiyoruz. Ben bu arada elimdeki kağıt mendille yüzümdeki sahne makyajını hafifletmeye çalışıyorum. Bunu neden yaptığımı düşündüm sonradan; bilinçaltımda toplumda çok boyanan kadınların hafife alındığı düşüncesinin yattığına kanaat getirdim.
Nihayet Gayrettepe'ye geldik. Asayiş Şube Müdürlüğü Ahlak Bürosu katına çıktık. Koridor insan kaynıyor. Eğlencenin ortasından kimliksiz oldukları için alınıp getirilmiş şık şık hanımlar, beyler var. Bu arada demir parmaklıklı bir kapının önünden geçiyorum. İçeride erkeklikten pek memnun kalmamış, kadınlığı matah bir şey zannederek, kesin olmasa da dönüş yapmış yarı hemcinslerim var. İçlerinden biri ellerini beline dayamış koridordan geçenlere dik dik bakıyor. Bir ara göz göze geldik, önünde pek fazla durmadım, neme lazım.
Emniyet Müdürlüğü'nden içeriye adım atar atmaz moralim düzeldi. Kapıdaki görevliden, müdüre kadar herkes olağanüstü kibar ve güleryüzlü. Dikkat ettim, herkese aynı şekilde davranıyorlar. Açıkçası böyle insanlarla karşılaşacağımı hiç düşünmüyordum. Hepsi gencecik, hepsi pırıl pırıl. Pırıl pırıl, derken bunu sadece mecazi anlamda söylediğimi zannetmeyin. Gerçekten pırıl pırıl parlıyorlar. Çünkü ben de dahil olmak üzere kadınların çoğunda yaldızlı far var. Bu yaldız öyle illet bir şey ki uzaktan selamlaşsan bulaşır insana ve bıçakla kazısan çıkmaz. Kimseyi el bile sıkışmadığına inandıramazsın. Başıma gelenleri duyar duymaz koşup gelen kardeşim bile, sayemde evde kediler dahil her şeyin parladığını iyi bilir, ‘‘Abla öptün mü yoksa komiseri’’ demez mi?
‘Artık gerçek yazarım’
Uzatmayayım, ana adı, baba adı, doğum yeri gibi birkaç soru sorup, bir kağıt imzalattılar ve özürlerle, teşekkürlerle uğurladılar bizi. Ben kapıdan çıkarken ‘‘İşte şimdi gerçek yazar oldum, hatta keşke bir iki gün gözaltına alsalardı’’ dedim. Kardeşim bilmiş bilmiş ‘‘Saçmalama sen düşünce suçundan gelmedin buraya, hem burası DGM değil’’ dedi. Olsun! Ne sebeple, nerede olursa olsun ifade ifadedir.
Mış-muş köşesi...
R. Kutlu Işık ava çıkmış, Bulgaristan'da kağıt fabrikası sahibi olmuş.
Avcıların attığını duymuştum da bu kadarına da pes doğrusu.
Belediye başkanlarının vaatlerini yerine getirmedikleri ortaya çıkmış.
Getirmezler tabii, adı üstünde ‘‘vaat’’ bu. Açın sözlüğü de ne manaya geldiğine bakın.
Baykal, Yılmaz için ‘‘Geceyarısı tertipçisi’’ demiş.
Anlamadığım nokta şu: Tertipçi olmasına mı kızıyor, yoksa bunu geceyarısı yapmasına mı?
Banu Alkan ‘‘Ölçülerim aslında 90-60-90, ama bugün çok su içtim, değişmiş olabilir’’ demiş.
Görünüşe göre su içerken bidonu da beraber yuttu galiba.
Clinton yeni silah deneyecekmiş.
Puroda umduğunu bulamadı herhalde.
Ozon tabakasını Çin katlediyormuş.
Katleder tabii. Herbiri günde bir kere her iki koltukaltına deodorant sıkmaya kalksa yeter.
Türkiye ‘‘ayılarına’’ sahip çıkmış.
Çıkmayıp da ne yapsın? Hiçbir ülke nüfusunun azalmasını istemez.