Güncelleme Tarihi:
Onun bir “derdi” var, içinde olduğu toplumun yüzleşmesini istiyor, geçmişiyle ve bugünüyle. O yüzden de hep riskli sularda yüzüyor. Bu kez “Bu kalp seni unutur mu?” ile açıldı dalgalı denizlere. Sinemanın asi kadını o..
Asiliğim annemden duygusallığım babamdan
Hayatımı etkileyen kişiler, babam, annem ve babaannem. Babam, Ceyhan’da yargıçtı ve ben yazları babaannemin yanına Antakya’ya gidiyordum. Babaannem çok güçlü, lider ruhlu, edebiyata düşkün bir kadındı. Edebiyat sevgimin ilk kaynağı babaannem ve babamdır, ikisi de çok okuyan iki insandı. Annem ev kadınıydı. 16 yaşında babama aşık olmuş ve evlenmişler. İsyankar bir ruhu vardı. Ben annemle babamın güzel bir bileşimi olduğumu düşünüyorum.
Kasabanın adını vermiyoruz
Çocukluğumda Antakya’nın beni ne kadar etkilediğinin bilincinde değildim. Çok kültürlü ve büyüleyici bu şehre ait olmaktan gurur duyuyorum. Seyirci de Antakya’yı sevdi. Asi ve Kasaba’nın mekansal başarısı bana değil, tamamen oğluma aittir. Ama o kasaba Antakya’yı temsil etmiyor. Dizideki kasaba daha çok bir Orta Anadolu kasabası. O yüzden dizide plakalar dışında Antakya’ya dair tek bir sözcük geçmiyor.
Gözümü okuyarak iyileştirdim
5 yaşındayken feci bir trafik kazası geçirdik. Babaannemin annesini kaybettik o kazada. Hayal meyal hatırlıyorum. İskenderun yolundaki o kazadan sonra gözüm şaşı kaldı. Beni İsviçre’ye götürdüler, ameliyat dendi. Antakya’da bir doktor, tek gözü kapatarak tedavi yöntemi uyguladı. Çılgınca okuyordum. Gözüm düzelince de kitap okumayı bırakmadım.
Suyun Öte Yanı
Hâlâ en sevdiğim filmim ilk çektiğim “Suyun Öte Yanı”dır. En beğenileni, mübadeleyi anlatır. Aslında bir üçleme yaptım; “Suyun Öte Yanı”, “Salkım Hanımın Taneleri” ve “Güz Sancısı”. “Yaz Yağmuru” ise Ahmet Hamdi Tanpınar sevgisiyle çekilmiş bir uyarlamadır. “80. Adım” da 68 kuşağından üç arkadaşın serüvenlerine 90’lardan bakıştır. O da Mehmet Eroğlu’nun “Yarım Kalan Yürüyüş” adlı romanından uyarlamadır. Siyasi sinemayı seviyorum. Toplumla güçlü bağlar kuran, topluma ayna tutan projeler üzerine çalışmaktan çok keyif alıyorum. Televizyon, sadece bir eğlence aracı değil aynı zamanda bir iletişim aracı ve bu iletişimi ne kadar üst düzeyde tutarsanız ülkenize de, seyirciye de o kadar hizmet etmiş olursunuz. O zaman da bazı şeyleri göze alarak yapıyorsunuz dizileri
Ne yapıyorsam TRT’de öğrendim
Üniversiteyi bitirdiğim yıl, TRT’de açılan sınava girdim. 1979’du. İyi ki o kuruma girmişim. Orada çok şey öğrendim. Sonra da hep TRT’nin ilk işlerini yapmaya çabaladım. Yeşilçam ekibiyle ilk belgeseli çeken benim. TRT’nin ilk sinema filmini çeken benim. “Salkım Hanımın Taneleri” televizyonda gösterilip bir yığın patırdı koptuktan sonra ayrıldım.
Kurşun yarası zemin hazırladı
Özel kanallarda yaptığımız ilk dönem işi “Kurşun Yarası”dır. O dizide hem kanal, hem ben büyük kayba uğradık. Ama o dizinin başarısı “Çemberimde Gül Oya”nın yapılmasını sağladı. “Çemberimde Gül Oya”, “Hatırla Sevgili”nin zeminini hazırladı. Şimdi de “Bu Kalp Seni Unutur mu?” Bu dizileri ekip olarak büyük bir memleket sevgisiyle yapıyoruz.
Seyirciye sürprizler olacak
“Hatırla Sevgili”, romantik bir dönemde başladı ve sonra siyaset girdi işin içine. “Bu Kalp Seni Unutur mu?” ise 12 Eylül’ün bir hafta sonrasından, haşin bir dönemden başladı. İşkenceleri, yaşananları becerebildiğimiz kadarıyla yansıttık. Hatırla Sevgili’nin tersine altıncı bölümden itibaren romantikleşiyor ve karakterlerimizin hikayesi başlıyor. 2002’ye kadar gelecek, AKP’nin iktidar oluşuyla bitecek. Başka sürprizler de var.
Annelik bencil bir duygu
Lise 1’deyken İngiliz fizik hocamız Mr. Tranter, ilk derse girer girmez “İlk aşkınızı yazın” diyerek çok şaşırtmıştı. Ben babamı yazmıştım. Şimdi oğlum Ilgaz’la yaşadığım ilişki de yoğun bir aşk bence. Ilgaz, 12 Eylül’den üç gün önce doğmuştu. Darbenin ertesi sabahı Ankara’da Esat Caddesi’nde Dev-Yol eylem koyduğu sırada Ilgaz’a süt veriyordum. Ona sımsıkı sarıldım ve “Ya bunlardan biri olsaydı” dedim. Anne olmanın bencil bir duygu olduğunu o sabah kavradım.
Aycan en güvendiğim insandır
TRT’ye girdikten bir ay sonra Aycan ile tanışıp evlendik. 12 Eylül’de Aycan, 101’ler ile TRT’den atıldı. Aycan, hayatta en güvendiğim insandır. Çok güçlü ve hiç taviz vermeyen bir kişiliğe sahiptir. Boşanmış olmamıza rağmen aramızda hâlâ mükemmel bir dostluk vardır. Onunla geçirdiğim 22 yılın her gününün çok büyük bir değeri vardır benim için. Aycan’dan bir yönetmen için çok gerekli olan insan idare etme sanatını öğrendim.
Yaşananlara ayna tutmaya çalışıyoruz
Genelkurmay, dizide “bazı TSK personelinin tek yanlı anlatıldığı”nı söylüyordu. Ama asla ne yazarların, ne benim, ne de danışmanların böyle bir niyeti olabilir. Bırakın yanlı anlatmayı, tam tersine biz televizyonun sınırlayıcılığı nedeniyle yaşananları küçülterek ve masumlaştırarak verebiliyoruz. Gerçekte yaşananlar bizim yansıttıklarımızdan fazla. Biz yaşananlara ayna tutmaya çalışıyoruz, yapılmış hataların gözden geçirilmesini istiyoruz.
Diyarbakır Cezaevi bir cehennemdi
“Bu Kalp Seni Unutur mu?”daki karakterlerimiz hayal ürünü, yani yazar Nilgün Öneş’in kahramanları onlar. Ama bir yeri isimlendirdiğimiz zaman yüzde yüz gerçekleri yansıtmaya önem veriyoruz. Esat Oktay Yıldıran’ı ismen geçirdik ama orada yaşananların binlerce tanığı var. Diyarbakır Cezaevi’ni ancak seyirciye sunabileceğimiz ölçekte ve iki bölüm işledik. Diyarbakır Cezaevi, o dönem gerçek bir cehennem gibiydi. Şimdi Metris Cezaevi geliyor.
Yeni yüzler gerek
Hep öyle diyorlar da ben sinemanın yeni yüzlere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Çok yetenekli gençler var ve onlara fırsat vermek gerekiyor. TRT genç yaşta bana büyük bir fırsat sunmuştu. Beren Saat, Tuba Büyüküstün, Bülent İnal, Nejat İşler ve Berrak Tüzünataç, ben keşfettiğim için değil aynı zamanda çok başarılı oldukları için bu noktadalar.