Yaşamımdaki trajedilere hoşçakal diyorum, kahkaha dönemine geçiyorum

Güncelleme Tarihi:

Yaşamımdaki trajedilere hoşçakal diyorum, kahkaha dönemine geçiyorum
Oluşturulma Tarihi: Haziran 11, 2005 01:24

İki tür moda var. Biri sadece estetik için diğeri de anlamlandırmak için. Ben anlamlandırmak kısmındayım. Bunu kendimi ve öğrendiklerimi ifade etme biçimi olarak görüyorum.

Bu yüzden koleksiyonumun kostüm değeri kadar mesaj değeri de önemli.’ Tasarımcı Ümit Ünal (35) moda anlayışını bu sözlerle anlatıyor. Ünal 1992’den beri hayatımızda. 1992’den beri her altı ayda bir yeni bir koleksiyona imza atıyor. Her altı ayda bir bize yeni bir hikaye anlatıyor. Kimi zaman Çingeneleri, kimi zaman Rusları, kimi zaman da Himalayaları. 2006 kış koleksiyonu Babil onun için bir dönüm noktası. Bundan sonra yılda bir kez koleksiyon hazırlayacak. Ve artık trajedileri bir kenara bırakıp, kahkaha dönemine geçecek.

MAVİ RENGİ TEŞEKKÜR ETMEK İÇİN KULLANDIM

Son koleksiyonum Babil her şeyin bir özeti. Bugüne kadar koleksiyonlarımın hüzünlü ve renksiz olması çok eleştiriliyordu. Herkesin yaptığı gibi Çingeneleri kırmızı ve renkli göremiyordum. Çingeneler koleksiyonum bile griydi. Bir kuyuya taş atarsın ve kuyunun derinliğini anlarsın ya, ben de koleksiyonlarımı hazırlarken içime bir taş atıyorum ve yüreğimin, beynimin sesini duyuyorum. Bu koleksiyonla bir mesaj vermek istedim. ‘Herkes Kendi Bahçesinde’. Koleksiyon bir bahçeydi, Babil’in asma bahçeleri ile başladım. Babil’in bütününden tapınaklarından, kulesinden esinlendim. Defilede 9 modelle performans yaptım. Kulis yoktu. Herkes sahnede giyindi, soyundu. Kumaşların çoğu Japonya’dan. Net kesimler kullandım. İfadesi belli. Yeni kuplar, yeni pantolonlar var. Bu koleksiyonla yaşamımdaki trajedilere hoşçakal diyorum. Bundan sonra kahkaha dönemine geçiyorum. Pablo Picasso’nun mavi dönemi vardı, olgunluk dönemi. Ben de maviyi çok şey öğrendiğim babama teşekkür etmek ve minnet duygusunu anlatmak için kullandım.

KIYAFETİN YANINDA MÜZİĞİNİ DE SATIYORUM

24 ülkede 40 özel butikte satış yapıyorum. Tasarımlarımı alan insanlar hikayeyi de paylaşıyor. Butiklerde ve galerilerde koleksiyonu hazırlarken yararlandığım belgeleri, kitapları, dinlediğim müzikleri de satıyorum. Artık herkes alıştı, ‘Bunun kitabı, müziği ne?’ diye soruyorlar. Satıldığım her butikte bir defter açıyorum. Koleksiyonun duygusuyla ilgilenen herkes bana mesajlar yazıyor. Bazı ülkelerde butiklerde değil sanat galerilerinde satış yapıyorum. Amerika’dan genç tasarımcılar staj yapmak için başvuruyor. ‘Beni nasıl buluyorlar’ diye düşünüyordum ilk önce, sonra şunu fark ettim. Tasarıma ucundan kıyısından bulaşan insanlar bunu yaşam biçimi yapıyor. Fuarlara geliyor, defileleri izliyor.

ABBATE BENİM HAYAT SPONSORUM

Abbate ile çok dürüst bir ilişki içindeyim. Mantık evliliğimiz var. Gerçek şu ki inanılmaz teklifler alıyorum. Abbate ile olan fiziksel ilişkimle kıyaslanmayacak büyüklükte teklifler. Ama annem bana koşulsuz sevmeyi öğretti. Abbate benim hayat sponsorum. Ailemle de ilgililer, Babamın ölümünde ilk arayan onlardı. Abbate dışında Lante ve Bonchic markalarını yaratıyoruz. Onları Ümit Ünal’ın erkek koleksiyonu olarak görüyorum. Bir beş yıl daha çalışabilirsem sektördeki son noktam Abbate olacak. Ondan sonra bir yandan kendi koleksiyonumu yaparken diğer yandan Damdaki Kemancı ya da çamurla oynayan adam olacağım.

Babamla tartışınca çizmeye başladım

Tasarımla nasıl tanıştınız?

- Ben tesadüfen tasarımcı oldum. Modadan çok sanata ve arkeolojiye meraklıydım. Kendimi bildim bileli ikiye bölünmüş bir hayatım vardı. Yapmak istediklerim ve yapmak zorunda olduklarım. Yapmak istediklerim hayata dair her şeydi. Dans, heykel, resim, müzik gibi. Bazen ‘Damdaki Kemancı’ olmak istiyorum, bazen ünlü bir heykeltıraş. Yapmak zorunda olduğum şey ise modaydı. Sekiz yaşındayken annem babamla birlikte bir tekstil atölyesine sahiptik. O atölyede annem ve babamdan sonra üçüncü işçiydim. Ortacı olarak başladım. Yerleri süpürüyordum. Babam zor bir adamdı. 10 yaşına kadar ona çıraklık yaptım. Ailem kendini çok zor finanse ediyordu ve ben başka işler yapmak zorunda kaldım.

Nasıl işler?

- Artık kumaş parçalarından yaptığım çantaları sattım. Babam derslerim kötü olursa okula gitmeyip sürekli atölyede çalışacağımı sık sık hatırlatıyordu. Bu sebeple hep sınıf birincisi oldum. Kurtuluşu arkeolojide buldum. 18 yaşında İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi’ne girdim. Aynı günlerde babamla kavga edip başka bir atölyeye geçtim. Osmanbey ve civarında 15’e yakın iş değiştirdim. Konfeksiyon atölyelerinde yapılan her işi yaptım. Makastar da oldum, son ütücü de.

Hayatınız ne zaman değişti?

- 1992’de Beymen Academia birincisi olunca.

İlk profesyonel koleksiyonunuzu ne zaman hazırladınız?

- 18 yaşında babamla tartışınca çizmeye başladım. Beyoğlu’nda ufak kafelerde dört-beş mankenle defileler yapardım. Ama ilk bilinçli koleksiyonu Beymen Academia için hazırladım. İsmi SS Venus’tü. Nazi subaylarını ve güzellik tanrıçasını birleştirmiştim. 92’den sonra her altı ayda bir koleksiyon hazırladım.

Ta o zamanlardan beri hazırladığınız her koleksiyonun bir hikayesi var. Bu arkeoloji okumanın faydaları mı?

- Evet. Arkeolojide araştırma yöntemleri çok önemlidir. Sezonun renklerini ve modanın eğilimlerini bir yerlerden öğrenip koleksiyon hazırlamak kolaycılık gibi geliyor. Bir şeyleri takip etmekten çok takip edilen olmak asıl üretkenliktir. Koleksiyonun hikayesi üzerinde çok çalışıyorum. Bir koleksiyonumu bir yıl okuduğum bir kitap üzerine yaptım mesela. Ön araştırmadan sonra üretmek çok kolay oluyor çünkü gideceğiniz yolu biliyorsunuz.

Arkeolojiden sonra Marmara Güzel Sanatlar’da Moda-Tekstil okudunuz. Bu eğitim size ne kazandırdı?

- Marmara’da yöntem öğrenmedim. Tasarım yolculuğunun içindeki sürprizlere hazırlandım. Yöntemi arkeolojide oluşturdum.

Zaman zaman yurtdışında şansınızı denemediğiniz için pişman oluyor musunuz?

- Hiç. Ben tam bir İstanbulluyum. Ofisim Tünel’de. Buradaki sanatçıların çoğu gibi ben de yoksul ruhluyum. En sevdiğim biber dolması. Arkadaşlarımla yemek yemeye bayılıyorum. İstanbul bana o kadar yakışıyor ki. Londra’ya, Paris’e yakıştırmıyorum kendimi. Ama Fransızca öğreniyorum. Paris’e yatırım yaptım. İstanbullu bir adam olarak dünyaya merhaba deyip, İstanbul’da oluşturduğum öyküleri anlatıyorum.

GRİ SAÇLI KADINLARA HAYRANIM

30’a yakın çok özel müşterilerim var. 30 yaş üzerinde, uzun boylu, gri saçlı, ışıltılı kadınlar onlar. Beyni ve yüreği arasında koordinasyonu olan insanlar. Kültürlü, kitap okuyan. Popüler değil ama etken olan kadınlar.

MİLİMETRİK BİR ROTAM VAR

Bir Çin atasözü şöyle der: ‘İyi bir balık resmi çizmek için önce balık olmak gerekir.’ Ben de koleksiyonlarımı hazırlamadan önce balık oluyorum. Ön çalışması olmadan hiçbir şey tasarlamıyorum. İşi tesadüfe bırakmıyorum. Pembe modaymış hadi ben de pembe bir koleksiyon hazırlayayım demiyorum. Milimetrik bir rotam var. Sürprizlerden hoşlanmadığım bir moda anlayışım var.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!