Yasak bir aşkın manifestosu

Güncelleme Tarihi:

Yasak bir aşkın manifestosu
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 09, 2005 00:00

Hiç aşksız olur mu? Sevgisiz, kupkuru bir hayat düşünebilir misiniz? Aşık olmadan yaşayabilir mi insan, ya da bu hayata hayat denebilir mi?Sevmek için, sevilmek için yaratılmadık mı? İnsanoğlunu nesillerinin devamı için aşka sürükleyen Yaratan değil mi? Ona yüreğindeki o çırpınışı, o heyecanı, bedenindeki o ürpertiyi veren, bir anda cin çarpmışa döndüren Yaratan değil mi? Ama ne yazık ki aşk her zaman mutluluk getirmiyor. Hatta genellikle hiç getirmiyor. Eğer mutlu olsaydı insanlar, aşk karşısında huzurlu olabilselerdi; şairler, yazarlar, ressamlar o şaheserlerini yaratabilirler miydi? İlham doğar mıydı yüreklerinde? Onları bu eserleri yazmaya iteleyen aşk acıları değil miydi?Bakın bana zaman zaman yazılar gönderen okurum Orhan Hikmet ne kadar güzel ifade etmiş duygularını. Sevgiliye siteminde ruhundaki fırtınaları ne de güzel dile getirmiş, ne güzel paylaşmış bizlerle. Belki uzun zamandır bu duyguları unutmuş olanlara, bir hatırlatma yapayım dedim. Ömrünün belirli bir döneminde bu duyguları yaşamamış olan var mı içinizde? Ben seni ölümüne sevdim, ölümüne geldim sana. Ama ya sen?Fırtınasız, sade bir hayatım vardı senden önce. Yaşıyor muydum, bilemem. Sıradanlığın griliği içinde kaybolmuş insanlar arasında yaşamaya çalışıyordum. Ölmeye hakkım yoktu, biliyordum. Sonra sen geldin. Normal değildi gelişin. Yakıp yıkarak, dünyamı altüst ederek geldin. Davetsiz, ama özlenen bir misafir gibi. Kasırgalar koptu yaprak kıpırdamayan dünyamda. Oradan oraya savrulmaya başladım. İçtiğim su gibi, ekmek gibi oldun önce. Nefesim olup, içime doldun. Sesini duymadığım gün, boğulduğumu hissettim; artık can olmuştun. Sonra delice aktın damarlarımda; kan oldun bana. Ölüme eşdeğerdi sensizlik. Ama, baştan ayağa yasaktın, imkansızdın; yıkamadığım, aşamayacağım engellerin ardında. Ölüm, bir madalyon gibi boynumdaydı artık. Sensiz ölüyordum; ama seninle de ölümdü hayat. Uzak durmak istedim, yaklaşmamak. Akıllı hiçbir insan, yanacağını bile bile yaklaşmazdı ateşe. Oysa ben, ateşle oynuyordum. Anladım ki, sevgim deliliğimdi. Sen gelirken, aklım firar etmişti. Düşünmeden, delice sevdim; hesapsız, karşılıksız. Ya sen?.. Önce aklımı aldın; başka bir şey düşünemez oldum. Sonra sözlerimi. Senden gayrısını konuşamaz, yazamaz oldum. Gözlerimi istedin sonra, aldın. Göremiyordum artık başkasını. Yüreğimin sende olduğunu fark ettiğimdeyse, çok geçti. Ben, bende değildim artık. Beni almıştın; çalmıştın belki de. İnatçı, hırçın, alabildiğine güçlüydüm herkese karşı. Sana ise, sadece aşık. Sana hırçınlığım, ölesiye kıskançlığımdı. Baktığın, konuştuğun herkesten kıskandım seni; annenden bile. Sonra, çağırdın bir gün; ‘gel’ dedin. Gelmemem lazımdı. Ama, sana kullandığım lügatte ‘hayır’ yoktu. Oysa imkansızdı, yasaktı, zordu. Dağların kucaklaşmasıydı sana gelmek. Bir damla su içmeden çölleri aşmaktı. Martının balığa aşık olmasıydı. Kuru güllerin hayat bulmasıydı. Garip bir teslim oluştu; geldim... Ay Dünya’ya değdi; Dünya Güneş’e. Kıyamet koptu. Aşkta imkansız yoktu. Dağlar delinmiş, çöller aşılmıştı. Aşık için vuslat, sevgilinin yüreğine dokunmak demekti; tenine değil. Yüz sürmekti yüzüne; omzuna başını koymaktı. Sadece nefesinin sıcaklığıyla yetinebilmekti. Bir ömrü, bir saate sığdırabilmekti. Sarılıp ağlamaktı belki de vuslat. Bulutlarını yağmura dönüştürüp, sevgilinin yanağını sulamaktı. Ona dokunmadan, onu almaktı belki de. Gözyaşlarını zincir yapıp, onu bağlamaktı; bırakmamaktı. Anlıktı. Vuslat, başlangıçtı ayrılığa; ölüm demekti. Geldim yine de. Her gelen giderdi, gitmeliydi. Ben de öyle yaptım. Gelmek kadar zordu gitmek, ardıma bakmadan. Çağlayanlarımı içime akıtıp, sevgiliyi yakmadan. Aslında bir enkazken, dimdik gözükmeli, ayakta kalmalıydım. Dayanmalıydım. Bedendi sadece, ardına bakmayan. Gözlerim, sözlerim, hiç söylemediklerim ve yüreğim sende kalmıştı. Gitmekten de zordu belki, gidenin ardından bakmak. Giden mi sürgündü, kalan mı? Giderken geride bırakmışsa yüreğini, gidendi sürgün. Gidene vermişse yüreğini, kalan hem sürgün, hem sılada gurbeti yaşayandı. Gidenden de, kalandan da, bir yığın soru işareti kalırdı geriye. Vuslat mı daha zordu, ayrılık mı? Gitmek mi zordu, yoksa kalmak mı? Ayrılık mı zordu, ölüm mü? Aşık için, ayrılık ölümden zordu. Çünkü, ölümden öte köy yoktu. Hayat, sevgilinin yanında başlar, son bulurdu. Ve ben, sevgili.; seni ölümüne sevdim; sana ölümüne geldim; senden ölümüne ayrıldım. Ya sen?.. Orhan HİKMET
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!